06 Şubat 2022

İyi ölüm

Tabii ki iyi bakım, iyi destek istiyor ve hak ediyoruz ama, yaşamı uzatmak ile ölümü uzatmak arasındaki farkı anlamak istemeyişimiz ile ölümün vereceği acıyı ve hatta ölümün gerçekliğini kabul etmemek arasında bir ilinti var sanki...

Zamanın ve coğrafyanın meşrebine uygun bir salgın yaşıyoruz.

Bu yazı yazıldığında dünyada salgın nedeniyle, resmi olmayan rakamlarla 20-25 milyon, Türkiye'de resmi rakamla 88 bin ancak tahmini 250 binden fazla kişi öldü.

Bu aralar, zamansız, önlenilebilir, yalnız ve kedersiz bırakılmış bu ölümlerin, pandemi öncesi dönemde ölümü öteleyip görmezden gelme biçimimizle ironisi hakkında sıkça düşünüyordum.

Makale karıştırırken, iyi bir tıp dergisi olan "Lancet"te "Ölümün değeri" başlıklı bir komisyonun, şefkatli bir toplum modeli için "iyi ölmek" konusunda radikal olarak tekrar düşünmek çağrısına rastlayınca sevindim. 

Bu bilgi akışı zihnimde uzun süredir cevaplanılmayı bekleyen yüzeye yakın bir soruyu da su yüzüne çıkardı.

Pandemi ölüme bakışımızı değiştirecek miydi?

Ne de olsa, pandemiden önce, dünyada olağan yaşam süresine ulaşamayan milyonlar hatta milyarlar varken özellikle sosyoekonomik düzeyi iyi olanlar hiç ölmemenin yollarını arıyorlardı.

Yirmi birinci yüzyılda ölmemek arzusu ile tutuşuyorduk.

Ölümü yabancılıyor, yaşamın kenarına itiyorduk.

Hatta ölmek ve yaşlanmak neredeyse bir başarısızlık ve çabasızlık göstergesiydi.

Ancak pandemi, bugünlerde sürekli ve derin bir özlemle dile getirilen "eski normal hayatımız"ı önüne katıp buharlaştırırken, her gün önümüze sayıları yüzler hatta Amerika'da binlerle ifade edilen ve çoğu önlenilebilir ve zamansız ölüm haberlerini getirmeye başladı.

Zengin kitlesi için ölümsüzlük vaatleri olan sektörlerle dolu ABD'de, salgın nedeniyle her 3-4 kişiden birinin bir yakınını kaybettiği belirtiliyor.

Eski normal hayatımız, coğrafya ve sosyoekonomik koşullara dayalı farklılıklarına karşın, genel ortalamada, çalışmak, çabalamak ve sonrasında da mümkün olabilirse biraz daha konforlu koşullarda çalışıp çabalamaya evrilen süreğen bir koşuşturma temposuydu denilebilir.

Bir de hiç yaşlanmamak, yaşlı görünmemek ve ölmemek istiyorduk.

Birkaç kuşak önceki atalarımızın evlerindeki köşelerinde öldüğü yaşlarda, koşuşturmaktan ertelediğimiz ne kadar isteğimiz varsa yerine getirmek istiyorduk.

Ülkemiz, yaşlı nüfus artışının Avrupa ve ABD'den geç başladığı ve yaşlanmanın kültürel ve ekonomik olarak çok farklı karşılanıldığı bir coğrafya.

Zannederim bu nedenle, 2013 yılında, bir gemi dolusu Amerikalı ile birlikte Alaska seyahatine çıktığımda, yanlarında hasta bakıcıları ve oksijen tüpleri ile seyahate katılmış, ileri yaştaki kişiler beni epeyce şaşırtmıştı.

20. yüzyılın başında doğmuş büyük annem yetmiş yaşını biraz geçtiğinde ölmüş ve ölümünden önce de sürekli şu dileğini dile getirmişti: "İki gün yatak, üçüncü gün toprak." Hastane köşelerinde uzatılmış bir ölüm istemiyordu.

20. yüzyılın hemen başında, bağışıklık bilimine de önemli katkıları olan ve uzun yaşama epeyce kafa yormuş Ukraynalı bilim insanı Elia Metchnikoff "Prolongation of life; optimistic studies, 1908" kitabında insan "ölüm içgüdüsü" geliştirecek kadar yaşamalı, yani uzun yaşamalı, diyordu.

Bu kitabın yazıldığı 20. yüzyılda ise bir büyük salgın, iki dünya savaşı milyonlarca kişiyi zamansız öldürdü.

İspanyol gribi salgını bittiğinde Alaska'da 15-35 yaş arası tüm erişkinler salgın nedeniyle öldüğü için kasabadaki çocuklara "Alaska Yetimleri" denilmişti

Kitabın ve bu sözün yazarı ise 71 yaşında salgın ve savaşlardan önce ölmüştü.

Uzun yaşamak, 21. yüzyılın hemen başında, en başta "aşılamak" ve "sanitasyon" ile birlikte 10 tanesi en önemli kabul edilen bazı halk sağlığı kontrol yöntemleri ile başarıldı.

İşe yarayan bu önlemler, 19. yüzyılda, 47.3 yaş olan insan ortalama ömrünü tam 30 yıl uzattı. 

Erken ve beklenilmeyen ölümleri önlemek gerçek bir halk sağlığı başarısıdır.

Ancak salgın ve savaşlardan çıkmış insanoğlu bu başarının gölgesinde ferahlarken, güncel tıp ve kültür ölümü değersizleştirdi, ölüm bir gerçeklik değil de mutlak önlenilmesi ve engellenmesi gereken bir olguymuş gibi bir algı yaratıldı.

1950'lerden bu yana ölüm ile ilişkimiz çok değişti ve sağlıksızlaştı. 

Özellikle paranız ne kadar çok ise bir bakımevi ya da bir hastane yatağında aylar hatta bazen yıllarca beyhude müdahaleler ile "uzatılmış, yaşamlar" değil "uzatılmış ölümler"e tanıklık ettik. 

Ölüm süreçleri evde aile yakınları arasında olmaktan çok, doktorların ve hemşirelerin üstlendiği bir süreç oldu. 

Ölümü öteleyip görmezden gelmeyi seçmek toplumsal bir tepki haline geldi.

Çünkü, ölümün politik ekonomisi bunu gerektiriyordu.

Ölümün, kaybın acı vermesi doğal.

Bu duygular yaşama dair ve yaşamda bize olacaklara vereceğimiz normal cevaplar.

Tabii ki iyi bakım, iyi destek istiyor ve hak ediyoruz ama, yaşamı uzatmak ile ölümü uzatmak arasındaki farkı anlamak istemeyişimiz ile ölümün vereceği acıyı ve hatta ölümün gerçekliğini kabul etmemek arasında bir ilinti var sanki...

Aslında, yüksek gelirli ülkelerde iklim değişimi, çevresel yıkım ve ölüme karşı tutum, bizim doğanın bir parçası olmayıp, doğanın kontrolünde olduğumuzu zannetmemizle aynı delilik sonucunda gelişmiş görünüyor.

Yerküreyi sonsuz yaşam isteyen çoğunluk ve yaşamlarını sürdürmekte güçlük çeken toplumlar ile paylaşırken pandemi ile yaşam ve ölüm biçim değiştirmekte.

Sonsuz yaşamın kıyısına ittiğimiz ölüm şimdi yaşamlarımızın tam orasında.

Hem de zamansız ve eşit olmayan ölümler bunlar.

Ölümsüz yaşam isterken ne istediğimizi biliyor muyduk gerçekten, ölümün yaşama dair olduğunu, hepimiz eşitlediğini, yeni fikir ve yeni yollar bulmanın yolunu açtığını, değer verilmesi gereken bir gerçeklik olduğunu anlatacak mı bize bu olanlar.

Ölümü yaşama tekrar katabilecek ve değerini anlayacak mıyız?

Yoksa davetsizce yaşamlarımızın ortasına çöken bu ölümler, ölümsüzlük iştahımızı daha da kabartacak mı?

Ölümü en güzel kim döker şiir dizelerine, tabii ki yaşamın hakkını en iyi veren Aşık Veysel.

Nasıl duru anlatır, hem yaşamı hem ölümü...

Selam saygı hepinize
Gelmez yola gidiyorum
Ne şehire ne de köye
Gelmez yola gidiyorum

Gemi bekliyor limanda
Gideceğim bir ummanda
Gözüm kalmadı cihanda
Gelmez yola gidiyorum

Eşim dostum yavrularım
İşte benim sonbaharım
Veysel karanlık yollarım
Gelmez yola gidiyorum

Aşık Veysel'in son şiiri...



Kaynaklar

1. Report of the Lancet Commission on the Value of Death: bringing death back into life www.thelancet.com, January 31, 2022 

https://doi.org/10.1016/S0140-6736(21)02314-X)

2. Ten Great Public Health Achievements -- United States, 1900-1999, https://www.cdc.gov/mmwr/preview/mmwrhtml/00056796.htm

Yazarın Diğer Yazıları

Hayat dersi

Hekimlik, hikâyeyi kaybetmeden hikâyeye katıştırılırsa insana yaşamı derinden kavratır. Ama hikâyeyi kaybetmek için önce bulmak gerekir. Yaralanmaktan korkan ise kendi hikayesini de hikâyeyi de bulamaz

AIDS için bir kırmızı kurdele

Bir ülkede çocuklar hiçbir şeyden korunulamıyor, istismar, töre cinayeti ayyuka çıkıyor, her gün okul yolunda birkaç çocuk kayboluyorsa o ülkede bir araftan söz edilmeli elbette. Bilimle iştigal ettiğini düşündüğümüz kişilerin bilgileri dahilindeki vahim durumlar basına düşene kadar sessiz kalmalarına da insanın “pess!” diyesi geliyor

İyilik, güzellik ve çirkinlik

Sonbahar renkleri aslında doğadaki döngünün tablosu gibi. İyiliğin ne kadar yaşamsal, yalnızca yaşamsal da değil evrimsel bir zorunluluk olduğunu düşünüyorum

"
"