24 Aralık 2023

En uzun gece, hicran ve hüsran

En uzun gecenin koynunda tüm hüzünleri bir battaniye gibi sarıp sonsuz bir unutuluşa bıraksam, şairin dizelerindeki gibi, doğa uyanmadan doğanın düşüne girsem...

"Dünyada kendi yerimizi bulmak, ihtiyaçlarımızın bize uyduğu bir yer bulmak ya da yaratmak anlamını taşır."

Adam Phillips, Kaçırdıklarımız, Yaşanmamış Hayata Övgü

Yılın bu zamanları gri şehir Ankara'da dört duvar arası çalışmak arası en iyi sinemada verilir.

Film, Hayat (Zeki Demirkubuz). Başı ve sonu ta en baştan belirlenmiş, akmayan bir yere varmayan hikâyesiz, sıradan hayatları anlatıyor.

Filmde kahramanlar yok, ama hepsi tanıdık yabancılar.

Aforizmaları yok ama çok aşina gelen o iç döküntüleri insanın içinde birikenlere dokunuyor.

Yüksek ihtimal bu nedenle film boyunca ığıl ığıl ağlıyorum.

Filmin en aklımda kalan bölümü ise orta yaşındaki o adamın repliği.

Oldukça kafası karışık, sanki hayatın değil de mutsuzluğunun anlamını arıyor.

"Hep böyle, hep aynı yerde ertesi gün n'olacağı belli bir şekilde tekrar tekrar aynı şeyleri yaşayarak mı geçecek bir ömür diye kafama takılıyor. Sabah kalkıyorum bir bakıyorum sabah dünkü sabah. Dünkü sabah yarınki, o da ertesi günde bir sabah. Sabahlar da öyle akşamlar da öyle. Çıldıracak gibi oluyorum" diyor.

O bunları anlatırken karşısında, deneyimlediği trajedilerden sonra hüsranlardan tek bir tanesini seçmiş. Seçmediği ne varsa içinde hapsolmuş hicran oturuyor.

Tek ihtiyacı sevilmek olanla, tek ihtiyacı sevmek olanın onmaz hüsranında duraklıyorlar.

Bu yazıyı yazmaya oturduğum akşamüzeri kış gündönümü ile bizim yarımküre en uzun geceye kavuşacak ve günler uzamaya başlayacak.

Ağır kederlerle bezenmiş bu coğrafyada her karanlık yazgıya içerlettiği, her değişim, dönüşüm bir yenilenme olasılığını çağrıştırdığı için ben günlerin uzayacak olmasına seviniyorum.

Aynı biçimde tekrarlanan erkenden uyandığım sabahlarımın karanlığını dağıtacak olması, dahası gezegenin evrendeki ahenkli ritmine katılmak heyecan veriyor.

Uzun gecelerin takvim yapraklarındaki en uzunu olan bu gece hekimlik mesleğimin gece, gündüz demeden çok yoğun çalışmak olduğu gençlik yıllarımdaki nöbet gecelerini çağrıştırıyor.

Kendimi okul çıkışı unutulmuş, dahası üzerimden kilitlenilmiş hissederdim.

Akşamüzeri evlerine gitmeye hazırlanan mesai arkadaşlarımı gönülsüzce uğurlar ama hemen sonra çalışmaya koyulup karanlığı, geceyi unutuverirdim.

Sonra sabahın ilk tıkırtıları ile birlikte yarım yamalak uyukladığım kanepeden doğrulur "Gündüzler yalnız, geceler kalabalık olsa" diye düşündüğüm çocukluğumdaki uzayan o gecelerin sonundaki sabahlar gibi neşeyle uyanırdım.

Gün ışığına kavuşan güneş bağımlısı bir bitki gibi ışığı soluksuz kutsardım.

Şimdi de hayatın macerasız, tatsız tekrarlara kaldığı bu coğrafya, afetler, felaket ve savaşlar yaşamın ahengini buzlandırınca zamanın kasvetini dönüştürmek için yine zamanı oyalamak ustalığıma sığınıyorum.

İçinde bulunduğum zaman, yaşamı üzerime kilitlediğinde benim direnme ve zamanı oyalama biçimim, çalışmak, yapmayı sürdürmek, doğanın ritmini duyumsamak ve belki de en büyük hüsranımız olan "yaşamın anlamsızlığı"nı öylece kabul etmek.

Ama geçirdiğim tüm yıllardaki gibi en uzun gecelerden birini daha hüzünlü sonsuzluğa uğurlamaya koyulmamla birlikte en uzun gecenin gerçek yaşamdaki izdüşümlerine takılıp tökezliyorum.

Bilincime en yakın olanlar 6 Şubat depreminden beş gün sonra gittiğim, güneşin bir daha aynı biçimde doğmadığı o bölgedeki görüntülerle belleğimi zonklatıyor.

Kışın dondurucu soğuğunda Maraş'taki Ebrar sitesinin enkazının kenarında bir kanepede, üzerinde bir hırka, kıpırdamadan yakınlarından birinin sesini duymayı umarak geceler geçiren 80'li yaşlarındaki kadının görüntüsü düşüyor gözlerime.

Bir de kurtarma ekiplerinin günlerce girmediği Adıyaman'daki o sokakta, enkaz altından uzanan bir kola, ses kesilip öldüğü anlaşılana dek serum takarak yaşam vermeye çalışmış, yakınlarının seslerini dinleyerek dondurucu soğukta uyumadan geçirdikleri bitmeyen gecelerden kalmış o kararmış yorgun yüzler asılıyor bilincime.

Bir hastaya eşlik edenlerin, hastaların, mahpusların, en kötü haberleri alıp yaşamları bir daha tamamlanamayacak olanların, onmaz hasarlar alanların her gecesi en uzundur.

En uzun gecenin koynunda tüm hüzünleri bir battaniye gibi sarıp sonsuz bir unutuluşa bıraksam, şairin dizelerindeki gibi, doğa uyanmadan doğanın düşüne girsem...

"Şu ağaca yalvarayım en iyisi / Diyeyim ki bre ağaç / Ömrün uykuyla geçiyor nasıl olsa / Bu sefer de ben gireyim düşüne " (Can Yücel)

21 Aralık 2023 - Ankara

Esin Şenol kimdir?

Esin Şenol, lise eğitimini TED Ankara Koleji'nde tamamladıktan sonra, tıp eğitimini Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde 1987 yılında tamamlamış ve aynı yıl Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı'nda Araştırma Görevlisi olarak uzmanlık eğitimine başlamıştır. 

Aynı anabilim dalında 1992 yılında ihtisasını tamamladıktan sonra uzman olarak göreve başlamış, 1995 yılında yardımcı doçent, 1996 yılında doçent, 2003 yılında da profesör unvanlarını almış ve 2009-2013 yılları arasında anabilim dalı başkanlığı yapmıştır. 

1999 yılında Tufts University, New England Medical Center, Boston/MA'da "Kemik İliği Transplantasyon Ünitesi"nde Research Fellow (Araştırma Asistanı) olarak çalışmıştır. Halen kanser hastalarının infeksiyon izleminde konsultan olarak görev yapmakta ve bu konuda araştırmalarını sürdürmektedir.

Prof. Dr. Esin Şenol, Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Enfeksiyon Hastalıkları Ve Klinik Mikrobiyoloji Anablim Dalı Öğretim Üyesidir.

Ayrıca bağışıklama ve özellikle erişkin aşılması ile ilgili çalışmalar yürütmekte olup,

Gazi Üniversitesi, Tıp Fakültesi İnfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı bünyesinde Türkiye'deki ilk "Erişkin Aşı Merkezi" kurmuştur. 

2013 yılında KLİMİK (Klinik Mikrobiyoloji ve İnfeksiyon Hastalıkları) Derneği alt grubu olarak, Erişkin Bağışıklama Çalışma Grubu (EBÇG) kurmuş ve halen başkanlığını yürütmektedir. 

Ayrıca; Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Etik Komite (2005-2007), Gazi Üniversitesi Akademik Değerlendirme ve Akreditasyon Ofisi (GÜADEK) –Kurucusudur (2005-2007).

Gazi Üniversitesi - Avrupa Üniversiteler Birliği ve Bolonya Süreci Kurucusu (2005-2007) ve 

Febril Nötropeni Derneği Genel Sekreterliği (2005-2011) yürütmüş olduğu diğer görevlerdir.

TTB_Pandemi Çalışma Grubu üyesidir.

ATO Onur Kurulu Üyesi olarak çalışmıştır (2020-2022).

ATO-Yönetim Kurulu Üyesi (2006-2008) olarak çalışmıştır.

Halen T24 ve Birgün Gazetesinde köşe yazıları yazmaktadır.

Yabancı dili İngilizce olup evli, 1 çocuk annesidir.

Dünya Kitle İletişim Vakfı tarafından gerçekleştirilen 31. Ankara Uluslararası Film Festivali (3-11 Eylül 2020) ve 32. Ankara Film Festivalı (4-12 Kasım 2021) Düzenleme Kurulunda yer almıştır.

33. Ankara Film Festivalı (3-11 Kasım 2022) Düzenleme Kurulundadır.

İlgi alanları, sinema, yelken ve edebiyattır.

 

Yazarın Diğer Yazıları

İyilik, güzellik ve çirkinlik

Sonbahar renkleri aslında doğadaki döngünün tablosu gibi. İyiliğin ne kadar yaşamsal, yalnızca yaşamsal da değil evrimsel bir zorunluluk olduğunu düşünüyorum

Ağaçların gözyaşları

Artık uğruna çabalamaktan vazgeçmeye durduğum sevinçli zamanları düşlemeye dahi mecalim yokken sevinç, geçmiş zamanın küllerinden boy veriyor

Bağışlamaktan ibaret

Bağışlamamak, bağışlanamamaktan daha ağır bir külfet gibi gelir bana

"
"