23 Eylül 2020

Bir enfeksiyoncunun pandemi notları; olup bitememişler hakkında ve olamayanlara dair

"72 yaşındayım, yüzüme üç maske takarak sokağa çıkabiliyorum, ne yapacağımı bilemiyorum, nasıl yaşayacağım böyle?" Söyleyin bakalım, nasıl yaşayacak böyle?

Eylül geldi, öylece ve sessizce.

Hissedebilmek, kendi mevsimsiz zamanlarımı gün ışığına çıkarmak için sabah çok erken kalkıp kendimi sokaklara atıyorum.

Kendine bir ritm tutturup zihnimden kurtulan bacaklarım yürürken "Şimdi tüm bu ağır ve manasız keder yerine doğanın senfonik hüznüne karışmak vardı" diye söyleniyorum.

Hâlâ yakın geleceği bilinmezlerle dolu bir pandeminin dokuzuncu ayında, pandemiyi kendi kaoslarına katan coğrafyalar dışında, hayat umutlu gelişmeleri bekleyecek bir ritme girdi.

Bilimin sekiz ayda buldukları ve çalıştıkları ile salgına yöntemsel cevaplar arayan bazı ülkeler, okul, riskli hasta grupları ve Covid - 19 dışı hastalar için sağlık bakımı, açık havada ya da uygun koşullarda kontrollü, küçük toplanmalar gibi hayatın anahtar alanlarını açmaya çalışıyorlar.

Henüz salgında başarıya ulaşmış bir ülke yoksa da, baş etmekte iyi olan ülkeler var.

Ancak bizim de dahil olduğumuz bazı coğrafyalarda safsata, kaos ve yıkım pandemiyi yoluna yoldaş etti

Salgına verecek bir cevabı olamayan bu ülkelerde ise salgınla baş etmek ve riski minimize ederek korunmak, hiç kolay olmasa da tümüyle bireylere düşüyor.

Hayatın düğüm olduğu alanların orta yerinde kalmış, bu hastaları izleyen, tedavi eden bir hekim ve akademisyen olarak ise koordinat verilmeksizin cepheye sürülmüş bir asker misali hem endişe, hem yorgunluk, hem kızgınlık düşüyor payıma.

Tedavi edici hekimlik pandemiyi alt edeceğini ya da bir ara kendiliğinden biteceğini düşünenlerin yönetemediği salgının hızına yetişemiyor artık

Ve sağlıkçıları riske sokuyorlar, korunmasız bırakıyorlar.

Pandemi normalleşti, yatıştı sinyaliyle haziran başında açtığımız poliklinikler, ameliyathaneler, aciller birer virüs laboratuvarı gibi pek çoğumuzu hasta ediyor ve etmeye devam ediyor.

ABD kaynaklı yabancı basında bir yazı okuyorum. "Hekimlerin an az üçte biri bitme, tükenme sendromu yaşıyor ve bu çökmüş, çökmekte olan bir sağlık sisteminin en önemli bulgusu, ancak hekimlerin durumunu yalnızca bitme, tükenme sendromu ile açıklamak yetmez" diyor.

Ve yazı bazı başka önemli satırlar ile şöyle sürüyor:

"İnsanlar hekim olmayı seçerken bir kariyer planlamaktan çok insanlara yardım etme içgüdüsü ile hareket ederler. Hekimler, kendilerine başvuranların sağlık bakımını sağlamakta yetersiz kalarak, moral çöküntü yaşıyorlar. Tıpkı cephedeki askerlerin yaşadığı savaş travması gibi. "

Bu yazıyı okumadan önce şöyle bir cümle çıkıvermişti ağzımdan:

"Sanki bir çığı elimizle tutmaya ve üzerimize yıkılmasını önlemeye çalışıyoruz."

Zihnimden belleğime akmaya çalışan iki görüntünün gölgesinde, eylülün iyiden iyiye üşüten sabah serinliğinde yürüyor bacaklarım.

Geceden kalan görüntülerden birinde, bir haber kanalının sokaklarda dolaştırdığı mikrofonu kendisine tutulunca, yüzündeki üç maskenin ardında boğuklaşan mahcup gözyaşlarını tutamayan hanımefendinin şu sorusu yankılanıyor:

"72 yaşındayım, yüzüme üç maske takarak sokağa çıkabiliyorum, ne yapacağımı bilemiyorum, nasıl yaşayacağım böyle?"

Söyleyin bakalım, nasıl yaşayacak böyle?

Yaş almanın bilgeliği, vakarı yetmez bu yangın yerinde canını korumasına, bir başına yaşamasına.

Sonra diğer dehşet görüntüleri geliyor gözümün önüne.

Çin’in Wuhan’ı benzetmesi yapılan Ankara'nın orta yerindeki bir acil serviste, kim bilir kaç saattir sırtlarından çıkarmadıkları zırh gibi tulumları, maske ve siperlikleri ile sedyeleri kendilerine siper yapmış doktorlar bağırıyor:

"Ölüyoruz, duyan var mı?"

Kibrimi önüme alıp kederimi çığırıyorum ben de:

"Duyan var mı?"

Buruk bir tebessüm ile "doktorluk bir kurtarma fantazisiydi hani" diye düşünüyorum.

Kendimizi kurtarmaya yetemiyoruz.

Hayatın çeşitliliği, çaresizliğin telaşına kaptırdığımız sınırlı aklımızla sorduğumuz sorular ile akılsızlığın ölümcül cevapları arasına sıkıştı.

Tıpkı bu coğrafyada seçeneklerin mucize ile felaket arasına sıkışması gibi...

Bilimin ortaya koyduğu tüm verilere rağmen, tedaviler, reçeteler de iki seçenek.

Yoksullara, Afrika coğrafyasındaki sıtmanın beyaz ucuz hapı, varsıllara damardan vitamin kokteylleri...

Yaşamın tadını, çok korktukları ölümün koynuna gömmüş zenginler yitirdikleri sağkalım refleksi ile adeta virüsü düelloya davet ediyorlar.

Fabrikalarının bacalarını tüttüren yoksullar için ucuz haplar kendilerine damardan kokteyller...

Merak ediyorum; kokteyl şifacıları kendilerine, o kokteyllerin, salgındaki seçeneklerini de, hasta olmamak ya da olup çok ağır geçirmek gibi iki şıkka indirdiklerini söylüyor mu?

Bunun ayrıntılı cevapları, buraya sığdırılamayacak kadar uzun, cevap anahtarı ise bağışıklık biliminde.

Hepimiz artık biliyoruz ki pandemiye rağmen yaşamlarımızı sürdürebilmemiz, gelecek yıl hayatımızda olmasını umduğumuz ve torunlarımızın bile yaptıracağını bildiğimiz bir aşıda.

Ama ben bilimin temkinli umudu ile şu notu bırakmış olayım:

Öncelikle aşının çok güvenli ve güvenilir olması gerek .

Bunun için şeffaf, güvenilir ve her aşamayı tamamlayarak geçen aşılar olması gerekiyor.

Bir önceki cümleyi şöyle tamamlayarak politikacıların sahiplenip sahaya sürdüğü aşıların seçenekler arasında olamayacağını da vurgulamış olayım.

Tüm bu koşullar yerine gelse bile, aşı yüzde 100 etkili olmayacağı için, bağışıklığın ne kadar süreceği bilinemediği ve herkes aşıyı yaptırmayacağı için, aşı bitirmek için değil ama yeni bir başlangıç yapabilmemiz için çok önemli.

Ne zaman pandemiyi bitirecek bir aşımız olacak?

Mutlaka bir aşımız olacak, çalışmalar tamamlanınca olacak, 5 milyardan fazla kişiyi aşıladığımızda pandemiyi bitirmiş olan bir aşımız olacak.

Bir yandan bu pandeminin kalıcı etkilerini, bize hangi mutasyonları aktardığını, başka hangi hastalıklarla ilişkilendirilebileceğini elli, yüz yıl sonra anlayabileceklerine kayıyor zihnim.

Park çıkışındaki merdivenlerin altına sinmiş yavru bir kediyi fark ediyorum o esnada. Beni tanımadığı ve ne yapacağımı bilmediği için gözlerini kısıp iyice büzüşüyor.

Kederimi onun korkusuna katıyor, gözlerini açmasını bekliyorum.

Sonra elimle, ürkütmeden usulca kafasını okşuyorum.

Gözlerini açıp sıcacık bakıyor bana.

Sanki ikimiz de iyileşiyoruz.



Kaynaklar:

1. Physicians aren’t ‘burning out.’ They’re suffering from moral injury, By SIMON G. TALBOT and WENDY DEAN,JULY 26, 2018

https://www.statnews.com/2018/07/26/physicians-not-burning-out-they-are-suffering-moral-injury/

2. ‘The key ingredient of any vaccine is trust’ Barry Bloom, Joan L. and Julius H. Jacobson Research Professor of Public Health

https://www.hsph.harvard.edu/news/features/the-key-ingredient-of-any-vaccine-is-trust/?utm_campaign=General&utm_content=1600372250&utm_medium=social&utm_source=twitter

3. "When Will We Have a Vaccine?" — Understanding Questions and Answers about Covid - 19 Vaccination. Barry R. Bloom, Ph.D., Glen J. Nowak, Ph.D., and Walter Orenstein, M.D. September 8, 2020.DOI: 10.1056/NEJMp2025331

Yazarın Diğer Yazıları

Hayat dersi

Hekimlik, hikâyeyi kaybetmeden hikâyeye katıştırılırsa insana yaşamı derinden kavratır. Ama hikâyeyi kaybetmek için önce bulmak gerekir. Yaralanmaktan korkan ise kendi hikayesini de hikâyeyi de bulamaz

AIDS için bir kırmızı kurdele

Bir ülkede çocuklar hiçbir şeyden korunulamıyor, istismar, töre cinayeti ayyuka çıkıyor, her gün okul yolunda birkaç çocuk kayboluyorsa o ülkede bir araftan söz edilmeli elbette. Bilimle iştigal ettiğini düşündüğümüz kişilerin bilgileri dahilindeki vahim durumlar basına düşene kadar sessiz kalmalarına da insanın “pess!” diyesi geliyor

İyilik, güzellik ve çirkinlik

Sonbahar renkleri aslında doğadaki döngünün tablosu gibi. İyiliğin ne kadar yaşamsal, yalnızca yaşamsal da değil evrimsel bir zorunluluk olduğunu düşünüyorum

"
"