26 Mayıs 2024

Aşk aslında bir mikroptur

Kim bilir, belki aşkın da bir mikrop olduğunu içselleştirirsek, aşk da evrimine takılı kaldığı yerden yeniden koyulup yaşamlarımızdaki onmaz eksiğe bir yama olur

Her şey aslında Barselona'daki bilimsel toplantı sırasında bilimsel konferanslardan yorulan zihnimin edebiyata firar etme isteğiyle başladı.

Böyle zamanlarda hep yaptığım üzere, iyi anlaştığım, ortak projelerde çalıştığım genç bir meslektaşıma şöyle bir mesaj attım.

"Kongrede 'mikrobiyom' çalışmalarının büyük ağırlığı var."

Ve "Beynimiz, bağırsaklarımız,duygusal durumumuz hatta ortak bilinçdışımız dahi mikrobiyom ile ilişkilendirilmekte..." diye sürdürdüm.

Müthiş bir duygudaşlığım olan meslekdaşım da bana "Ohooo eminim bu makale daha da ilginizi çekecek" diye "Aşk da aslında bir mikroptur; mikrobiyom diyalektleri" başlıklı makaleyi yolladı.

Kastettiği şey tahmin ettiği şekilde gerçekleşti ve yolladığı makalenin başlığı yazan yanımı kıpırdattı.

Varoluş diyalektiğinde bilimin yeni imzasının "mikrobiyom" çalışmaları olduğu gerçekliğine ayıldım.

Bir yandan da aşkın unutulmaya yüz tuttuğu bir coğrafyada aşksız ve hüsranlı kadınlar ile ilişkili yazdığım "Ay Işığıyla Yıkanan Kadınlar" romanının taslağını henüz teslim etmiştim.

Aşk için hüsran göze alınır da, bu coğrafyada kadının yazgısı biraz ironik.

Hem aşksız hem aşksızlıktan hüsranlı.

Zaten, yazarken insanın başına gelenler diye de ayrıca yazmak gerekiyor fikrimce.

Ne öyküler saklamışım içimde, diye söylene söylene yazarken sanki bilincimde saklı dantel örtülü bir sandığın kapağı açıldı.

Ve içinden içerlemeler, unutmaya yüz tuttu zannedilenler dahil ne varsa saçıldı.

Tam bu sırada da önüme canım R.'nin nikah davetiyesi gelmez mi?

"Mutluluğumuzu paylaşmak için…"

Davetiyeye bakıp sevinçten pıtır pıtır gözyaşı döktüm.

R. benim otuz yıllık mesai arkadaşım, cin gibi, güçlü, kuvvetli bir kadın.

Pandemi dehlizlerinde üç kez Covid oldu.

En büyük hüsranı hayatının aşkını bulamamış olmasıydı.

Hep takılırdım "Kim bulmuş ki sen bulacaksın" diye.

Sonra bir felaket oldu ve çok nadir görülen dramatik bir kansere yakalandı.

Yatağının başına iliştim, elini tuttum, sesimi titretmeden "Felaket varsa mucize bekleriz, mucize beklemişken hepsini isteriz "diyiverdim.

Gülerek gözyaşını sildi "Merak etmeyin hocam, madem öyle, o iş bende" dedi.

Ve evet neredeyse öyle oldu, hem tümüyle iyileşti hem de peşini hiç bırakmayan adamın hayatının aşkı olduğunu anladı.

Gelelim "Aşkın da aslında bir mikrop olduğu" ve mikrobiyom diyalektiği" meselesine…

"Aşk da bir mikrop" diye tanımlayan kişi Van Gogh.

Akıl hastanesinde yatarken, kızkardeşine yolladığı bir mektupta, melankoli ve onmaz ızdıraplarının nedeninin, tıpkı aşk gibi, mikroplar olduğunu tahmin ettiğini yazmış.

Muhtemelen, portresini çizdiği hekimi, o yıllarda mikroplar hakkındaki araştırmalardan ve bunların insana dair anlayıştaki etkilerinden söz etmiş, o da bundan esinlenmişti.

Aslında içimizde trilyonlarca mikrop olduğuna, yani bizim de tıpkı bitkiler, hayvanlar gibi bir "holobiyont" olduğumuza ilişkin bulgular biyolojide bir paradigma değişimdir.

Bu yeni paradigma, biz içimizdeki trilyonlarca mikroorganizma ve kendi hücrelerimizden oluşan bir "süperorganizmayız" diye de basitleştirilebilir.

21. yüzyılın ilk on yılında başlatılan geniş ölçekli uluslararası bir proje olan "mikrobiyom projesi" önce içimizdeki trilyonları sınıflayıp, kodlarını çözmekle başladı.

Mikrobiyom diyalektikleri, gezegenin (Kopernik) ve yaratılışın (Darwin) efendisi olmadığımız gibi bedenimizin de efendisi olmadığımızı gösterdi.

Şimdilerde, sağlıktaki denge ve çeşitli hastalıklarla ilişkisi giderek daha kanıta dayalı biçimde ortaya konulmakta.

Tek yumurta ikizlerinde bile ancak yüzde 23 benzeşen, parmak izi gibi kişiye özgü mikrobiyom yalnızca bedenimizle değil bilincimiz ve ruhsal durumumuzla da yakın ilişkili.

Genomumuz, bilişselliğimiz, duygulanımlarımız, mikrobiyom ile karşılıklı ilişkiler ile gerçekleşiyor, bu kalabalık yaşam formları ile etkileşimlerimiz sonucu bireyselleşip, otonomi kazanıyoruz.

Yalıtılmış bireyler olduğumuz paradigmasının değişmiş olması ve "ekolojik diyalektler" vurgusu yalnızca geleneksel olan biyolojik yalıtılmışlık fikrini ortadan kaldırmakla kalmadı.

Aynı zamanda yaşamlarımızın doğaya karşı bir savaş ve yarış olduğu miti yerine, bireyselliklerimizin doğayla ortaklaşan karmaşık etkileşimlerin sonucu kazanıldığını anlatarak varoluşumuz hakkındaki fikirlerimizi de kökünden değiştirdi.

Yaşam siklusları evrimin olmazsa olmazları, evrim de temel olarak siklusların evrimi.

Kim bilir, belki aşkın da bir mikrop olduğunu içselleştirirsek, aşk da evrimine takılı kaldığı yerden yeniden koyulup yaşamlarımızdaki onmaz eksiğe bir yama olur.

Hatta düşmanca yaşamlarımızı simbiyotik bir ortaklıkta uzlaştırır.

İlginç olan ama şaşırtmayan ise henüz yirmibirinci yüzyılın ilk çeyreğinde erişmeye başladığımız bu bilgilerin, mikropların henüz salt yabancı, düşman olarak tariflendiği dönemde yaşayan Van Gogh tarafından yüzyıllar öncesinden ima edilmiş olması.

Kaynak: Love is a microbe too; microbiome dialectics, Hub Zwart

Esin Şenol kimdir?

Esin Şenol, lise eğitimini TED Ankara Koleji'nde tamamladıktan sonra, tıp eğitimini Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde 1987 yılında tamamlamış ve aynı yıl Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı'nda Araştırma Görevlisi olarak uzmanlık eğitimine başlamıştır. 

Aynı anabilim dalında 1992 yılında ihtisasını tamamladıktan sonra uzman olarak göreve başlamış, 1995 yılında yardımcı doçent, 1996 yılında doçent, 2003 yılında da profesör unvanlarını almış ve 2009-2013 yılları arasında anabilim dalı başkanlığı yapmıştır. 

1999 yılında Tufts University, New England Medical Center, Boston/MA'da "Kemik İliği Transplantasyon Ünitesi"nde Research Fellow (Araştırma Asistanı) olarak çalışmıştır. Halen kanser hastalarının infeksiyon izleminde konsultan olarak görev yapmakta ve bu konuda araştırmalarını sürdürmektedir.

Prof. Dr. Esin Şenol, Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Enfeksiyon Hastalıkları Ve Klinik Mikrobiyoloji Anablim Dalı Öğretim Üyesidir.

Ayrıca bağışıklama ve özellikle erişkin aşılması ile ilgili çalışmalar yürütmekte olup,

Gazi Üniversitesi, Tıp Fakültesi İnfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı bünyesinde Türkiye'deki ilk "Erişkin Aşı Merkezi" kurmuştur. 

2013 yılında KLİMİK (Klinik Mikrobiyoloji ve İnfeksiyon Hastalıkları) Derneği alt grubu olarak, Erişkin Bağışıklama Çalışma Grubu (EBÇG) kurmuş ve halen başkanlığını yürütmektedir. 

Ayrıca; Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Etik Komite (2005-2007), Gazi Üniversitesi Akademik Değerlendirme ve Akreditasyon Ofisi (GÜADEK) –Kurucusudur (2005-2007).

Gazi Üniversitesi - Avrupa Üniversiteler Birliği ve Bolonya Süreci Kurucusu (2005-2007) ve 

Febril Nötropeni Derneği Genel Sekreterliği (2005-2011) yürütmüş olduğu diğer görevlerdir.

TTB_Pandemi Çalışma Grubu üyesidir.

ATO Onur Kurulu Üyesi olarak çalışmıştır (2020-2022).

ATO-Yönetim Kurulu Üyesi (2006-2008) olarak çalışmıştır.

Halen T24 ve Birgün Gazetesinde köşe yazıları yazmaktadır.

Yabancı dili İngilizce olup evli, 1 çocuk annesidir.

Dünya Kitle İletişim Vakfı tarafından gerçekleştirilen 31. Ankara Uluslararası Film Festivali (3-11 Eylül 2020) ve 32. Ankara Film Festivalı (4-12 Kasım 2021) Düzenleme Kurulunda yer almıştır.

33. Ankara Film Festivalı (3-11 Kasım 2022) Düzenleme Kurulundadır.

İlgi alanları, sinema, yelken ve edebiyattır.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Bu da geçmiş oldu

Fark ettim ki son onlarca yıl her biten yılın sonunda yüksek ihtimalle yaşanmışlıklarla yüklenmiş belleği silkelemek için geçip gitmekte olan yıla söylenmişim. Demek ki daha iyisinin olacağından umudu hiç kesmemişim

Hayat dersi

Hekimlik, hikâyeyi kaybetmeden hikâyeye katıştırılırsa insana yaşamı derinden kavratır. Ama hikâyeyi kaybetmek için önce bulmak gerekir. Yaralanmaktan korkan ise kendi hikayesini de hikâyeyi de bulamaz

AIDS için bir kırmızı kurdele

Bir ülkede çocuklar hiçbir şeyden korunulamıyor, istismar, töre cinayeti ayyuka çıkıyor, her gün okul yolunda birkaç çocuk kayboluyorsa o ülkede bir araftan söz edilmeli elbette. Bilimle iştigal ettiğini düşündüğümüz kişilerin bilgileri dahilindeki vahim durumlar basına düşene kadar sessiz kalmalarına da insanın “pess!” diyesi geliyor

"
"