05 Ocak 2025

Yılın tam bu zamanları

Hep kalmak ihtimali olanları düşünüyor ve vefayı kutsuyorum. Henüz devrini tamamlamamış yılları birbiri peşi sıra çevirirken, hem bilincimizin sınırlılığını hem hiçbir şeyin elimizde olmadığını bir kez daha duyumsuyorum

Henüz eskitmeden yenisiyle takas etmeye can attığımız yılın, yeni yıla değdiği son birkaç gün dahil, tüm zamanlarım öyle koşuşturmalı geçti ki, süslenip akşamları komşulara boy gösteren ışıklı çam ağacım dışında, zihnim bir türlü yeni yıl kutlamalarına hazırlanamadı.

Son dakikada “Hadi” dedim, “Ucuz bilet bulduğumuz, yeni yıl eğlencesine katılabileceğimiz bir yere uçalım.”

Böylece yolumuz Ljubljana’ya çıktı.

Sembolü ejderha olan, ejderhalı köprüleri olan, ortasından akan nehrin etrafına zarifçe yerleşmiş şehir bol ışıklı klasik bir tabloya benziyor.

Ejderhaları ile de masalsı bir şehir.

Ursula Le Guin’in “Kadınlar, Rüyalar, Ejderhalar” kitabının yol çantamda olmasına tevafuk derdim ama bu aralar zaten hiç elimden düşmüyordu.

Ama kitapta altını çizdiğim cümlelerden birinin “kitabı bir kadının büyümesi olarak okuyabilirsiniz” olması tam bir tevafuk.

İhtiyacım olan şeyi bulmuştum işte, unutmaya çalışmadan hatta sıkça anımsarken oyalanmanın bir yolunu bulmalıydım.

Durmaksızın yürüdüm, düşündüm ve içimin yerine yeni tanıştığımız için merak da uyandıran bu teskin edici dışarıyı koydum.

Yeni yıl pazarları kurulmuş, sokak ve meydanlar ışıl ışıl çerçevelenmişti.

Sıcak şarap kokuları, kahve kokusuna karışıyor, bir köşede çevrilen kocaman kestaneler ve uyuşturan soğuk bu aralar burnumun direğini sızlatan çocukluk anılarımı yokluyordu.

Geçen yıl tam bu zamanlar artık annemin sağlığından endişelenir olduğum için tüm aile büyüklerini bir sofranın etrafında toplamıştım.

Ben de kestane yapmış, kabuklarını da soymuştum ama annem çok katı şeyleri yemekte güçlük çekiyordu.

Yılın tam bu zamanı bu kez, Ankara’da duramam diye telaşlanmış, yerimden kalkıp yola düşmeye karar vermiştim.

Bazen yalnızca gitmek için yola düşülür ve o yol, varmak için düşülen yoldan daha iyileştirici olur.

Yılın tam bu zamanları huzursuz zihnimden sorular fışkırıyor.

Bilincimin radarları açılıyor sanki, zihnimi soru yağmurunu tutuyor o da benim yakama yapışıyor.

Yola çıkmadan önce zihnimi artık “geçen yıl” olmakta olan takvim zamanı için en uygun sözcük ne olurdu sorusu kurcalıyordu.

Cevabını da takvim yılı değişmeden buluştuğumuz bir yemekte, genç meslektaşım fısıldadı kulağıma:

“Hocam, Vazgeçmek Mucizesi der Latife Tekin, bu yıl size bu slogan uygun sanki.”

İşte bu dedim.

Tam olarak bu! Yani vazgeçmek öyle zor ve ürpertici geliyor ki bize, vazgeçmek bizatihi bir mucize oluyor.

Tam vefadan da vazgeçmek üzereyken, şiir seven bir hekimin bilge bir şaire vefalı eşliğinin, yaşamdan vazgeçmekte olan şairi yaşama çektiğine tanıklık ediyorum.

Freud diyor ki “İnsan karşılaştığı kişilerin kalıntısıdır.”

Hakikat budur işte.

Biz karşılaştığımız, ister kızarak ister kahrederek gönül hizasına durduğumuz insanların kalıntılarıyız.

O vakit nasıl bu denli eşsiz bir erdemden, vefadan vazgeçilir ki?

Yıl bitmekteyken, çoktan vazgeçmekte olduğum sonsuzluğa benzeyen aşk ile de gözgöze geliyoruz üstelik.

Genç, güzel bir kadının buğulu üzüm siyahı gözlerine perde gibi inmiş o aşk.

“O” gelene kadar donup kalmaya karar vermiş de önce gözlerinden başlamış gibi.

O gelmezse kalbini dikenli tellerle çevirecek belli ki.

Ama “o” hep değişiyor, tek değişmeyen şey kendisinin bir “sonsuz aşk yolcusu” olması.

Tam gözlerinin içine bakıp “mutlu son yok ki, seninle kalsa n’olacak “diyorum.

Gözlerine dolan sitem sözlerinden taşıyor.

“Siz şanslısınız” diyor.

Neyi kastettiğini anlıyordum aslında ve öyle zannetmesinde de bir sakınca yoktu.

“Hayat bir okyanusa kimsenin okumayacağını bildiğin bir mesaj atmak gibi biraz da” diyorum

Hiçbir şeyle teskin olacak gibi değil.

Tüm boşluklarını erişilmez zannettiği o arzu ile dolduruyor.

Oysa, o adam çoktan kendisine erişen birisinin arzu nesnesi olmaktan çıkıp kocaman bir boşluk olmuştur bile.

“Siz ne anlarsınız ki, evcil bir hayatınız var” der gibi bakıyor.

Aşkı pek anlayamasam da sonsuz aşk yolcularını tanır gibiyim, diye geçiriyorum içimden.

Gençlik yıllarımın “kadife sesli “romantik prensi, Julio Iglesias söylüyor fonda:

Je n'ai pas changé”, meali şöyle sanki; “Değişmedim ben hâlâ o garip genç adamım ve sen de değişmedin.”

Hep kalmak ihtimali olanları düşünüyor ve vefayı kutsuyorum.

Henüz devrini tamamlamamış yılları birbiri peşi sıra çevirirken, hem bilincimizin sınırlılığını hem hiçbir şeyin elimizde olmadığını bir kez daha duyumsuyorum.

Eski yılın son haftası, kısa bir güne sığdırmaya çalıştığım bir İstanbul toplantısı sonrası beni almaya gelen aracın genç şoförü ile sohbetimizi anımsıyorum.

Kendisine verilen kısıtlı imkânı kullanarak beni ücretli otoyoldan uçurarak uçağa yetiştiriyor.

Tüm hayatını, Irak’ta askerlik yaparken nasıl “avlanmamak için avladıklarını!”, böyle tarif ediyordu, tüm ezasına rağmen neden İstanbul’dan vazgeçemediğini anlatıyor.

Oysa İstanbul’ a duyduğu bu aşk, oysa gençliğini emen bu memleket onu erkenden yaşlandırmış.

Arada onu anladığımı, dinlediğimi belli eden cümlelerle söze katılıyorum.

“Başınızı şişirmiyorum, değil mi hocam” diye anlatmayı sürdürüyor.

Tam tersi bu sohbet, uçağa yetişememe heyecanımı teskin ediyor.

Kim bilir, sessiz ve içten dinleyiciliğime anlattıkları şeyler onda hangi pencereleri, dehlizleri açıyordu.

Böyledir, insan dinleyenin yanıtlarıyla değil kendi anlattıklarıyla iyileşir aslında.

Yılın tam bu zamanlarında, tek bir başlangıç ile tek bir son arasındaki zaman yolculuğumuzun tek tesellisinin, geçicilik ve devridaim olduğunu iyice duyumsuyorum.

Eski yılın yeni yıla değdiği döngünün son ya da ilk gününde, Slovenya’da çok ilginç bir doğa olayına uğruyorum.

Bir nehir usul usul akarken, aşındırırken eşsiz bir eser yaratmış, Postojna Mağarası.

Sanki her köşede bir ejderhanın beklediği tekinsiz bir dehliz.

Sanki ejderhaların tüm prensleri çoktan yutmuş olduğu perisiz bir masal.

Kâh yürüyerek kâh trenle, 25 kilometrelik bu mağarada yol alırken girintiler, çıkıntılar, dip çukurlar, çukurlara inen ya da güzel manzaralı tepelere çıkan yokuşlar, karanlık ve nem bende insan zihnini çağrıştırıyor.

Hayatı da onu usul usul aşındırırken şekillendiren o nehir gibi düşünüyorum.

Birden, ya zaman yolculuğu zannettiğimiz şey yalnızca zihin yolculuğuysa diye ürperiyorum.

Nedendir bilmem yılın tam bu zamanı bilincim bir radar gibi açılıp zihnimi tarıyor.

Esin Şenol kimdir?

Esin Şenol, lise eğitimini TED Ankara Koleji'nde tamamladıktan sonra, tıp eğitimini Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde 1987 yılında tamamlamış ve aynı yıl Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı'nda Araştırma Görevlisi olarak uzmanlık eğitimine başlamıştır. 

Aynı anabilim dalında 1992 yılında ihtisasını tamamladıktan sonra uzman olarak göreve başlamış, 1995 yılında yardımcı doçent, 1996 yılında doçent, 2003 yılında da profesör unvanlarını almış ve 2009-2013 yılları arasında anabilim dalı başkanlığı yapmıştır. 

1999 yılında Tufts University, New England Medical Center, Boston/MA'da "Kemik İliği Transplantasyon Ünitesi"nde Research Fellow (Araştırma Asistanı) olarak çalışmıştır. Halen kanser hastalarının infeksiyon izleminde konsultan olarak görev yapmakta ve bu konuda araştırmalarını sürdürmektedir.

Prof. Dr. Esin Şenol, Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Enfeksiyon Hastalıkları Ve Klinik Mikrobiyoloji Anablim Dalı Öğretim Üyesidir.

Ayrıca bağışıklama ve özellikle erişkin aşılması ile ilgili çalışmalar yürütmekte olup,

Gazi Üniversitesi, Tıp Fakültesi İnfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı bünyesinde Türkiye'deki ilk "Erişkin Aşı Merkezi" kurmuştur. 

2013 yılında KLİMİK (Klinik Mikrobiyoloji ve İnfeksiyon Hastalıkları) Derneği alt grubu olarak, Erişkin Bağışıklama Çalışma Grubu (EBÇG) kurmuş ve halen başkanlığını yürütmektedir. 

Ayrıca; Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Etik Komite (2005-2007), Gazi Üniversitesi Akademik Değerlendirme ve Akreditasyon Ofisi (GÜADEK) –Kurucusudur (2005-2007).

Gazi Üniversitesi - Avrupa Üniversiteler Birliği ve Bolonya Süreci Kurucusu (2005-2007) ve 

Febril Nötropeni Derneği Genel Sekreterliği (2005-2011) yürütmüş olduğu diğer görevlerdir.

TTB_Pandemi Çalışma Grubu üyesidir.

ATO Onur Kurulu Üyesi olarak çalışmıştır (2020-2022).

ATO-Yönetim Kurulu Üyesi (2006-2008) olarak çalışmıştır.

Halen T24 ve Birgün Gazetesinde köşe yazıları yazmaktadır.

Yabancı dili İngilizce olup evli, 1 çocuk annesidir.

Dünya Kitle İletişim Vakfı tarafından gerçekleştirilen 31. Ankara Uluslararası Film Festivali (3-11 Eylül 2020) ve 32. Ankara Film Festivalı (4-12 Kasım 2021) Düzenleme Kurulunda yer almıştır.

33. Ankara Film Festivalı (3-11 Kasım 2022) Düzenleme Kurulundadır.

İlgi alanları, sinema, yelken ve edebiyattır.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Bu da geçmiş oldu

Fark ettim ki son onlarca yıl her biten yılın sonunda yüksek ihtimalle yaşanmışlıklarla yüklenmiş belleği silkelemek için geçip gitmekte olan yıla söylenmişim. Demek ki daha iyisinin olacağından umudu hiç kesmemişim

Hayat dersi

Hekimlik, hikâyeyi kaybetmeden hikâyeye katıştırılırsa insana yaşamı derinden kavratır. Ama hikâyeyi kaybetmek için önce bulmak gerekir. Yaralanmaktan korkan ise kendi hikayesini de hikâyeyi de bulamaz

AIDS için bir kırmızı kurdele

Bir ülkede çocuklar hiçbir şeyden korunulamıyor, istismar, töre cinayeti ayyuka çıkıyor, her gün okul yolunda birkaç çocuk kayboluyorsa o ülkede bir araftan söz edilmeli elbette. Bilimle iştigal ettiğini düşündüğümüz kişilerin bilgileri dahilindeki vahim durumlar basına düşene kadar sessiz kalmalarına da insanın “pess!” diyesi geliyor

"
"