Adaletten kaçmayı veya delil karartmayı gösteren kuvvetli ve somut şüphelerin varlığı halinde uygulanan, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına geçici olarak sınırlama getiren tutuklamanın, aslında bir tedbir olduğunu, ceza olarak uygulanamayacağını anlatmak, anlamak ve uygulamak son derece güçtür.
İddiayı ortaya koyanın ispatla zorunlu olduğu, masumiyet/suçsuzluk karinesinin esas olduğu Türk Hukuku’nda, makul süre uygulanması gereken tutuklama tedbirinin ağır cezalık işlerde 5 yıl süre ile uygulanacak olmasının kabul edilebilir bir yanı olamaz. Adaletin geç işleyeni değil, süratli olanı makbuldür. Kişi suç işlemişse, bağımsız ve tarafsız yargı önünde süratli, fakat dürüst bir şekilde yargılanmak suretiyle cezalandırılmalı, aksi halde masumiyet/suçsuzluk karinesi altında yargılanırken kapalı cezaevinde yıllarca tutulmamalıdır. Kimse bana bu uygulamanın doğru olduğunu anlatamaz. 21. Yüzyılın ikinci on yılının Türkiye Cumhuriyeti ve Türk Milleti, yargısız infaza dönüşen ve ceza gibi uygulanan tutuklamayı hak etmemektedir. Yargılamayı zamanında bitirememenin külfeti, yargılanan kişiye değil, kamu otoritesine yüklenmelidir.
Aslında tutukluluk süresi, Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 102. maddesi uyarınca ağır cezalık işlerde 2+1 yıl, yani toplam 3 yıl olarak düzenlenmiştir. Terör suçlarında da tutukluluk süresinin 6 yıl uygulanacağı kabul edilmiştir. Kuralların bu şekilde uygulanması gerektiği, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu’nda yapılan görüşme ve konuşmaların tutanakları ile sabittir. Bu süreler bile fazla iken, maalesef uygulamada ağır cezalık işlerde 5 ve 10 yıllık sürelerin tatbik edildiğini görmekteyiz. Anayasa Mahkemesi, 3 Ağustos 2014 tarihi itibariyle geçerli olmak üzere 10 yıllık tuhaf, yani cezaya dönüşmüş tutukluluk süresini iptal etti. Şimdi ise, tüm ağır cezalık işler için toplam tutukluluk süresinin 5 yıla indirileceği söylenmektedir. Zaten 3 yıl olan tutukluluk süresi 5 yıl olarak hatalı uygulanmaktadır. Tutukluluk süresinin 5 yıl olarak kabul edilmesi, uzun, keyfi ve cezaya dönüşmüş tutuklulukların önüne geçmeyecek ve asıl uygulanması gereken adli kontrol tedbirini de canlandırmayacaktır.
Ceza Muhakemesi Kanunu m.100’de yer alan, verilecek cezanın ağırlığına veya iddiaya konu suçun katalogda bulunmasına göre tutuklama tedbirinin tatbiki şartlarının kaldırılmaması veya değiştirilmemesi halinde, yine otomatik ve uzun tutuklamalar devam edecektir.
Yargıtay uygulamasında, yerel mahkemelerce verilen kısa karar tarihleri itibariyle tutukluluk süresinin kesildiği, temyiz aşamasında tutukluluk süresinin işlemediği kabul edilmektedir. Bu uygulama, sanıklık sıfatının ve kovuşturma safhasının devam ettiği temyiz kanun yolu ile bağdaşmamaktadır. Temyiz aşamasında geçecek tutukluluğun süreden sayılmayacağına ilişkin bir yasa maddesi olmadığını sürece, Yargıtay’da geçecek süre tutukluluktan sayılmalıdır.
Tutuklama tedbiri ile ilgili hukuk kurallarında ve tatbikatta, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı aleyhine yorum ve uygulamalardan vazgeçilmelidir. Kimse, “suç işleyene ceza verilmesin” dememektedir. Denilen; uzun, keyfi ve basmakalıp sözlere dayalı tutukluluktan vazgeçilmesidir.
Tutuklama tedbiri eğer bir süreye bağlanacaksa, asliye cezalık işlerde bu süre azami 1 yıl, ağır cezalık işlerde ise azami 2 yıl olarak tespit edilmeli, bu durumda Yargıtay’da geçecek süre tutukluluk süresinden mahsup edilmemelidir. Yasada bu yönde bir değişikliğe gidilmeyip, ağır cezalık işlerde azami tutukluluk süresi 5 yıl kabul edildiği takdirde (ki bu süre çok uzun ve tutukluluğu cezaya dönüştüren bir süredir), bu defa temyizde geçecek süre tutukluluk süresinden indirilmelidir. Türk Hukuku’nda yargılamalar iyice süratlendiği zaman, bu tutukluluk sürelerine de ihtiyaç kalmayacaktır.
Somut durumda, tutuklama tedbirinde yukarıdaki sorunları gidermeye yönelik yasa değişikliğine gidilmeli, bu değişiklikten itibaren yeni değişikliklere kapılar kapatılmalı, konu ile ilgili istikrarlı, hukuk kurallarına uygun ve yeknesak tatbikata geçilmelidir. Aksi halde, tutuklama tedbiri sorunu çözümsüz kalmaya devam edecektir. Tekrar etmek isterim ki kimse, tutuklamanın şartları uyarınca tutulması gereken şüpheli veya sanığın tutuklu yargılanmamasını savunmamaktadır. Bu noktada savunulan, uzun tutukluluğun yanlışlığı ve bireyin tutuksuz yargılanma hakkına sahip olduğu gerçeğidir.