Gezi’yle daha da kızışan ülkedeki çatışmacı siyaset ortamının baskısı arttıkça herkesin kimyası da bozuluyor. “Ya onlardansınız ya da bizden” siyaseti, önce ahlakı, sonra aklı ve sonra da kimyayı bozarak bizi bir tür zombilerden oluşan bir toplum haline dönüştürüyor. “Yahu ben ne onlardanım ne de bunlardanım!” diyenler ise yalnızlaştırılıp siyasetin kenarına itilmeye çalışılıyor.
Bu ortam içinde AKP’yi hala bir tür sistemin “mağduru” olarak görmeye devam edenler ya da AKP’nin ülkedeki “elitist demokrasiyi” değiştirip gerçek bir demokrasi yaratabileceğine inananlar, AKP’nin Gezi’yle imtihanı konusunda şaşırtıcı yazılar yazmaya devam ediyorlar. Gezi’de olup da “eski Türkiye’ye ait” küçük bazı grupların yaptıklarını ve söylediklerini referans alarak AKP’nin duruşunu ve yaptıklarını mazur göstermeye çalışıyorlar. Bunlar arasında “demokrat ve liberal” olarak bilinen yazarların olması ise bu yazdıklarının şaşırtıcılığını daha da artırıyor. Oysa “Hırsızlık yapanın kolu kesilsin” gibi ilkeleri olan bir düzeni savunan küçük bir azınlıktan giderek nasıl bütün bir İslami kesimi “şeriatçı” diye yaftalamak bir haksızlıksa aynı şekilde Gezi’de görünür olmuş küçük ve kendine solcu diyen grupların varlığından giderek bütün bir sol ve demokrat camiayı şiddet meraklısı olarak eleştirmek tek kelimeyle haksızlıktır.
Oysa bu yazarlar, böyle ahlakı, vicdanı ve aklı zorlayan yorumlar yapmaktansa AKP’nin diğer bütün siyasi partiler gibi bir “kimlik siyaseti” yaptığının kabulüyle de bir savunma yapabilirlerdi. Her siyasi partinin “kimlik siyaseti” yaptığı bir ülkede AKP’nin de böyle bir siyaset izlemesinin şaşırtıcı bir durum olmadığını, ama yine de AKP’nin hala en reformist parti olduğunu buradan da Gezi bağlamında eleştirilecek çok da bir şeyin olmadığını söyleyebilirlerdi. Böyle bir savunma hattının hiç olmazsa bir kıymet-i harbiyesi olurdu.
Çünkü gerçekten de Türkiye’de siyaset, kuruluştan bu yana hep “kimlik siyaseti” oldu. Bu bir bakıma bu toplumun sosyolojisinin dayattığı bir sonuçtu. Çünkü bizde, Batı toplumlarındaki gibi demokrasi, (her ne kadar öyle söylenmese de) “bireyin” temel alındığı bir rejim değildir. Bizdeki demokrasinin temelinde “kimlikler”, yani “cemaatler” yatar. Temelinde cemaatlerin yattığı bir demokraside “iktidar” tüm toplum yerine kendisini seçmiş “kimliğin” özlemleri ve çıkarları için çalışır. Başbakan’ın her seçim sonrasında yaptığı “balkon konuşmasında” kendisini “Ben herkesin başbakanı olacağım” demek zorunda hissetmesi “normal” söylenmiş bir cümleden çok, bu “cemaat demokrasisinin” bir çeşit itirafıdır.
Kimlik siyaseti bugünün meselesi de değildir. Cumhuriyeti kuran elit, önceleri zoraki, sonraları da askerin vesayeti altında “Batıcı, modernist ve laik” bir kimlik siyaseti (üretti ve) yürüttü. Bu kimliğin iktidarı başta İslami kimlik olmak üzere, Kürt, Alevi ve diğer var olan kimlikleri baskı altına alarak neredeyse bütün bir cumhuriyet tarihi boyunca devam etti. O nedenle de AKP’nin iktidara gelmesiyle olan, bu kimlik siyasetin değişmesi değil yalnızca iktidardaki “cemaatin” yer değiştirmesi oldu. Siyasetin temel sosyolojisi temel mantığı ve temel zihniyeti değişmedi.
Bu yazarların Gezi bağlamında dillerine doladıkları bir başka konu da Gezi’deki AKP karşıtlığı söylemi. (Hatta aralarından bazıları, AKP karşıtlığı üzerinden yapılan siyaseti eleştirirken bu saçma durumun AKP’nin hak ettiği eleştirileri bile yazmayı önlediği sonucuna varıyor. AKP-karşıtlığı üzerinden siyaset yapanların saçmalıklarının AKP’nin hak ettiği eleştirileri neden ve nasıl engellediğini anlamak zor ama, söyledikleri de bu!)
Oysa AKP karşıtlığı üzerinden siyaset yapmanın kendi başına eleştirilecek bir yanı yoktur. Eleştirilmesi anlamlı olabilecek olan siyaset, AKP karşıtlığından giderek İslami kimliğin taleplerini reddetmek ve onları gayrı meşru olarak görmektir. Zaten bu da tanımı icabı “kimlik siyaseti” yapmaktır. Çünkü AKP’ye karşı olmakla AKP’de temsil olunan İslami kimliğin taleplerine karşı olmak aynı şey değildir. İslami kesimden birinin yaşamak istediği hayatla ilgili talepleri tıpkı bir Kürdün, bir Alevinin ya da laik kesimden birinin talepleri gibidir. Meşrudur ve gerçekleştirilmek istenmesi de doğaldır. Doğal olmayan bu taleplerin ifade edilmesinin istenmemesi ve yasaklanmasıdır. O nedenle de, bu yazarların, solcuların AKP karşıtı söylemlerde bulunmalarını otomatik olarak onların İslami kimliğe karşı bir tavır içinde oldukları gibi bir anlam içinde eleştirmeleri yine bu camiaya karşı büyük bir haksızlıktır.
Demokrat ve liberal bildiğimiz bazı yazarların Gezi olaylarını anlamamıza yardımcı olmak yerine, olayların içindeki küçük ve “eskiye ait” bazı grupların yaptıklarından giderek AKP’nin savunmasına soyunmaları gerçekten de ilginç bir durum. Bu yazarların, AKP’nin, artık miadını da doldurmuş olduğu açık olan, bu, çatışmacı “kimlik siyasetini” sonlandırmaya yönelik adımlar atmasını cesaretlendirmek yerine, onun daha da kendi kimliği içine itilmesine neden olan bir yaklaşım göstermiş olmaları tek kelimeyle üzücüdür. Oysa gerçek demokrasilerin, farklı talepleri olan insanların birbirlerini anlamaya çalışarak melezleşmesini sağlayan demokrasiler olduğunu unutmadan “kimlik siyasetini” tarihe gömmek gerekir.
“Ya onlardansın ya da bizden” siyaseti ise aksine çatışmayı artıran ve herkesi kendi kimliği içine iten bir siyasettir.
Ve kimseye de bir yararı yoktur…
[email protected]