Müzik araştırmak, bulmak ve dinlemek bizim kuşak için sokak kedisi olmak gibi bir şeydi. Başlı başına bir macera. Yeni müzik keşfettikçe iştahımız artıyor, arkadaşlarımızdan önce yeni şeyler bulduğumuzda ise keyfimize değecek olmuyordu. Radyodan yapılan kayıtlar, elden ele dolaşan plaklar, kasetler, CD’ler… Biz o zamanlar hayatın ızdırabından kaçarken, dinleyeceklerimizi kovalayan sokak kedileriydik ve müziğe tapardık… Numaralandırılmış, üstünde ismimizin olduğu çok kıymetli plaklarımız ve kitaplarımız olurdu. Onlar da elden ele dolaşır, kendi macerelarını yaşar ama mutlaka döner dolaşır, bize geri gelirdi...
Artık ne macera var ne de geri gelen bir şey!.. Yerine internet var. Her zaman orada ve hiçbir şey bizim değil. Seçimlerimiz, hatta beynimiz bile bize ait değil; online varlıklar olarak teçhizatlandıkça, offline’da güdükleştik hep birlikte. Müzik beğenilerimiz, zevklerimiz, istek ve ihtiyaçlarımız birtakım sistemler ve yapılar tarafından ölçülüp biçiliyor; bizi tanıdığına inandırarak ne dinleyeceğimizi tayin ediyor. Biz de çok heyecanlanıyoruz, pek seviyoruz bu yeni model hayatı.
O hayatın düzeninde parlayan Spotify ve türevleri gibi dijital müzik aktarma platformları bu güdüklüğümüzü şahane kullanıyor; dinleyeceğimiz müziği bildiği gibi tektipleştiriyor, zevkimizin küratörlüğüne soyunuyor ve büyük ölçüde başarıyor da. Nelerden hoşlandığımıza algoritmalar karar veriyor artık; biz dert etmedikçe de, gerçek bireyselliğin bir rolü kalmıyor. “Sonsuz Çeşitlilik” kisvesi altında bize hitap edecek çalma listeleri hazırlayan Spotify, bu listelerle kişisel zevklerimizi yansıttığını düşünüyor.
Bir listede deneysele hiç bulaşmadan “temiz” bir seçki hazırlıyorsa, diğer ikisinde mesela komple beyaz ya da siyahileşiyor. Yani bazı listelerinde mesela siyah sanatçılarla beyazlar birbirine bulaşmayabiliyor. Bu çekmece prensibiyle de otomatize olmuş bir sistemin iç yüzü ortaya çıkıyor. Spotify’ın algoritmalarında sofistikasyon, eşitlik veya farklılıkların dikkate alınan unsurlar olmadığını düşündürtüyor. Bütün datalar sadece ve sadece nümerik değerlere dayalı. Bu değerler ise kullanıcıların artan sayılarla her gün telefonlarında, tablet veya bilgisayarlarında oluşturdukları playlist’lerin kulisinde meydana geliyor. Ama önce bazı rakamlara bakalım.
En fazla abonelik Spotify’da
Kasım 2018 verilerine göre, Spotify’ın 87 milyon premium abonesi, aylık 191 milyon aktif kullanıcısı var. Borsaya girişinden sonra düzenli olarak her üç ayda bir bu bilgileri paylaşmak zorunda olan Spotify’ın kullanıcı rakamları bakalım 2019 Şubat’ında ne gösterecek?..
Geçtiğimiz Nisan ayında Apple Music’in 40 milyon paralı abonesi olduğu kaydedilmişti. Mayıs ortasında, Apple'ın CEO'su Tim Cook, ücret ödeyen aboneler ve üç aylık ücretsiz “test sürüşü”nde takılı kalanlarla birlikte 50 milyon aktif kullanıcıdan söz etmişti. Temmuz başında yapılan bir açıklamaya göre, Apple Music, ABD’de, Spotify’dan daha fazla para ödeyen aboneye sahipti.
Temmuz 2018’de 83 milyon premium kullanıcısı olan Spotify’ın ise, üç ay içinde 4 milyon yeni ücretli kullanıcı edinmesinden anlaşılıyor ki, müzik streaming servisleri içinde en fazla aboneliği elinde tutan ve birinciliği kaptırmayan yine Spotify.
Ne istediğimizi bizden iyi biliyor!
Playlist kulisine geri dönersek, dinlediğimiz müzik, Spotify tarafından, türlü öne çıkarma metodları ve algoritmalar üzerinden sıkı bir şekilde kürate ediliyor. Bir yandan birçok insanı müzik bulma gayretinden “kurtaran” bu yapı, uyguladığı Natural Language Processing (NLP), Türkçesi, “Doğal Dil İşleme” yöntemiyle, bir dilin kimler tarafından, nasıl ve nerede kullanıldığını inceleyip veri üretiyor.
Yapay zeka ile de ciddi ilişkisi olan NLP, Spotify’ın önemli bir parçası. İnternette müzikle ilgili her türlü veriyi toplama kabiliyeti var. Örneğin müzisyenler ve parçalarla ilgili topladığı verileri kullanıcılarla eşleştiriyor ve meşhur “Haftalık Keşif Listesi”ni de bu veriler üzerinden kurguluyor.
Bir nevi işbirlikçi olan bu filtrelemenin çalışma prensibi, bir parçayı ne sıklıkta dinlediğimiz, parçayı ya da içinde bulunduğu listeyi kaydedip kaydetmediğimiz, dinledikten sonra sanatçının profilini ziyaret etme tandansımız gibi ölçütlere dayanıyor. Bu becerisiyle de önerdiği Haftalık Keşif, Yeni Müzik Radarı ve Daily Mix gibi listeleriyle kullanıcıların kalbinde taht kurabiliyor. İsteklerimizi neredeyse bizden iyi bildiğini düşündürtüyor. Kısacası, “Bunları sevdiysen, şunları da seversin” dünyasının Spotify’casını yapıyor.
Dahası var; son yöntem ne sevdiğimiz müzik türü ne de internette dolaşan kelimelerle ilgilenmiyor. Sadece sesin kendisini analiz ederek teknik verilere erişiyor. Sesi ortaya çıkaran farklı ve çok katmanlı frekansları inceleyerek her parçanın zamanlaması, ses yoğunluğu, temposu gibi karakteristik özelliklerini yakalıyor. Ve iddiaya göre de, pek bilinirliği olmayan “niş” sanatçılar arasından bize hitap edecekleri bulup çıkartıyor.
Spotify’ın Mayıs 2016’da yaptığı açıklamaya göre, kullanıcıların yüzde 50’si, yaklaşık 8 bin yeni sanatçıyı otomatize playlist’ler üzerinden keşfetmiş.
Nevresim takımınızla uyumlu müzik
Böyle bir gücü elinde tutmasına rağmen Spotify’ın algoritmaları kültür hayatının tüm çeşitliliğini yine de kucaklayamıyor. Niş olan, nişin derinliklerinde kalıyor. Öte yandan birtakım janraları belli temalar üzerinden radyolaştıran Spotify listelerini incelediğimizde, çoğunlukla sevimli ve karmaşık olmayan bir müzikle karşı karşıya kalıyoruz. Yani evimizin çiçek desenli nevresim takımıyla ya da vazosuyla uyumlu, “yorucu olmayan” ses yapısına sahip müzikler.
Bağımsız plak şirketlerinin şikâyetleri de burada başlıyor. Onlara göre Spotify, ürünlerini neredeyse derinlere gömüyor. Ortalama müzik dinleyicisini mutlu ederken, daha karmaşık olan müzik, dinleyicisiyle ya buluşamıyor ya da emek istiyor.
Mainstream müzik endüstrisi dijitalleşmeyle birlikte gelen bu algoritmalar dünyasının gerçekliğine yönelik kuşanmasını çok iyi biliyor artık. Dinleyiciler en azından 30 saniye bir parçada kalsınlar diye, örneğin bir şarkının ilk çeyreğine ilk dörtlüğü, nakaratı ve “hook”u yerleştiriyorlar. Bu süre parçanın dinlenmiş kabul edildiği minimum süre ve dolayısıyla chart’lara girme şansına sahip oluyor. Ohio State University’de yapılan bir araştırmaya göre yeni düzendeki pop müzikte, enstrümental “intro”ların uzunluğu son 10 yılda 30 saniyeden beş saniyeye inmiş durumda...
Bütün olumlu ve olumsuz yönleriyle bakıldığında, benim gibi müzik keşfetmeyi elden bırakmayanların otomatize sistemlerle başı dertte. 30 milyondan fazla parça arasından seçme bulma illüzyonu bende çalışmıyor. Çünkü gerçekten ilginç olan, değişik olan, farklı olan, ufuk ve zihin açıcı müzik, müzikal monokültürün kıskacında daha zor erişilebilir hale geliyor. Bana sorarsanız, sokak kedisi olmadan bile müthiş hikâyelerin anlatıldığı bağımsız müzikleri keşfedeceğiniz en sağlam platform Bandcamp derim. İşinizi kolaylaştırmıyor ama maceranızı de elinizden almıyor…