Soul şarkıcılarıyla ilgili ya da genel anlamda iz bırakan seslerle ilgili dört şeyin ne kadar önemli olduğunu görüyoruz; sesinin rengi, meselesi, samimiyeti ve sound’u. Daha doğrusu sound’unun orijinalliği. Öyle baktığımızda hala genel geçer jargonla “zenci gırtlağı”na sahip dediğimiz sesler öne çıkıyor. Tarihte de, bugün de, siyahlar gibi şarkı söyleyen beyazlar daha çok dikkat çekiyor; ayakta alkışlanıyor. Soul şarkıcısı Dusty Springfield’i ya da o kadar uzağa gitmeden Amy Winehouse’u hatırlamamız kafi. Elvis Presley’i keşfeden Sam Phillips’in bir zamanlar ‘bana bir siyah gibi şarkı söyleyen beyaz getirin, para makinesine çevireyim’ sözünü de unutmamalı.
Joss Stone da benzer sebeplerle şöhreti ve insanları yakaladı. 1987’de Dover’de dünyaya gelen Stone’u Elvis’le bir yapan kazancı, ayıran farkı ise, olağanüstü bir sese sahip olmasına rağmen, yeterince orijinal olmayışı bence. Bazı Afroamerikalılar Elvis’in başarısını kendi kültürlerini haksızca benimsemesi olarak görmüş olasalar da, onun söylediği şekliyle Gospel söyleyen bir başkası çıkmamış olabilir.
Her türlü müziği benimsediğini sıklıkla dile getiren Joss Stone’un, Reggae müziğe sevdalandığı “Water For Your Soul” albümünde, Elvis’in yaptığı gibi sarsıcı bir stil transformasyonun duyulmadığını peşinen söylemek lazım..
Ergenlikte gelen şöhret ve ödüller
Stone’un hikayesi 2001’de BBC’de yayınlanan “Star for a Night” programıyla başlıyor. O tarihte 13 yaşında olan ve Jocelyn Eve Stocker ismini taşıyan Stone, yarışmanın katılımcıları arasındaydı. Aretha Franklin’den "(You Make Me Feel Like) A Natural Woman" ve Whitney Houston’dan "It's Not Right but It's Okay" şarkılarını seslendirmişti. Finalde söylediği Donna Summers parçası “On The Radio” ile de yarışmanın ismine inat, şöhretinin yalnızca bir gecelik olmayacağını daha o zaman ve o yaşta kanıtlamıştı.
Joss Stone seçtiği parçaları çok iyi yorumlamıştı. İyi bir yorumcu olduğu için de 2003’te 16 yaşına geldiğinde, yaşıtları Britney Spears dinlerken, ilk albümü “The Soul Sessions”da, 60’ların ve 70’lerin hemen hiç tanınmayan eski soul parçalarını cover’ladı. O kadar başarılı oldu ki, insanlar hala o “Soul Sessions” albümünün peşinde.
Ancak Stone her zaman, gerçek ilk albümü olarak, 2005’te çıkan ikinci albümü “Mind, Body & Soul”u nitelendirdi. Neredeyse tüm parçaların sözleri ve besteleri kendisine ait olan bu albümle ayrı gurur duyduğunu her zaman ifade etti. Sonuç olarak da Amy Winehouse’ın da aday olduğu “Best British Female” ve Jamelia’nın da aday olduğu “Best Urban Act” dallarında iki Brit Award’a layık görüldü.
Aldığı ödüller bu kadarla sınırlı olmadı. 2006 yılındaki 49. Grammy ödüllerinde “Family Affair” parçasıyla, “Best R&B Performance By A Duo Or Group With Vocals” dalında da Grammy ödülüne layık görüldü. 2015’te ise “Water for Your Soul” albümü Billboard tarafından yılın en iyi Reggae albümü seçildi.
Ölümle burun buruna geldi
Joss Stone, şöhretin karanlık ve tekinsiz yüzüyle 2011’de tanıştı. İngiliz kontluğu Devon’a bağlı Cullompton’daki evinin yakınlarında, polisin tespit ettiği iki kişinin aracında evine ait tepeden görüntüler, ev planı, silahlar, halatlar ve bir ceset torbası bulundu. O zamanlar 24 yaşında olan sanatçı, adanın diğer soul harikası gibi ölümle sonuçlanacak bir olaydan kıl payı kurtulmuştu. Tam da dünya basınının onu Aretha Franklin ya da Janis Joplin gibi büyük isimlerle yan yana koyduğu bir zamanda.
Nasıl koymazdı ki, doğuştan yetenekli olan sanatçı gibi sesiyle oynamasını bilen, onun gibi şarkı söyleyebilen birileri kolay çıkmıyordu. Kapısında dev isimler kuyruk oluyordu. James Brown, Gladys Knight, Tom Jones, Rod Stewart veya Erykah Badu sahnelerini paylaşması için peşinden koşuyordu.
Stüdyo kayıtlarındaysa Questlove, Angie Stone, Portishead solisti Beth Gibbons, Raphael Saadiq ya da Lauryn Hill ve Common gibi isimlerle yan yana geliyordu. Desmond Child (Aerosmith, Bon Jovi, Ricky Martin, Alice Cooper), Lamont Dozier (The Supremes) ve Eurythmics kurucularından David Stewart’a söz yazıyordu. Liste o kadar kabarık ki, saymakla bitmez. 2011’de Mick Jagger onu “Supergroup SuperHeavy” davet etmişti. Jagger dışında ekipte Dave Stewart, A. R. Rahman ve Damien Marley de vardı.
2015’teki "The Soul Sessions Vol. 2"den sonra aynı yıl çıkardığı "Water For Your Soul" ile kendisine göre Reggae’yi keşfetti Stone.
O zamana kadar tepeden tıranağa stilize olan soul divasıyla ne yapacağını bilemeyenler bile bu albümle ya büyülenip tepetaklak oldular ya da bir anlam veremediler. Şurası kesindi, Stone, artık edindiği yaşam tecrübesi ve geldiği yaşla olgunlaşmış, gerçekten de etkileyici olan sesi ve kazandığı özgürlükle, en baştaki dayatmalardan kendini tamamen sıyırmış, sadece istediğini yapmaya soyunmuştu.
2017’de Nitin Sawhney (Gitar), Jonathan Joseph (Davul), Étienne M'Bappe ve Jonathan Shorten (Keyboard) ile Project Mama Earth’ü kurdu. Rock ritimleriyle Afrika ritimlerini buluşturan proje, aynı yılın Kasım ayında "Mama Earth" EP’si olarak meyve verdi.
Kusursuzluk arayışı sürüyor
Stone, sahne hayatı dışında eşitlik ve özgürlük adına düzenli olarak sosyal yardım organizasyonlarında yer aldı. Live 8, Band Aid ya da Live Earth bunlardan bazıları. Bu tür etkinliklerde bulunmak hipi geleneğinden gelen bir ailenin evladı olarak, onun için onur ve vicdan meselesiydi. Bu yüzden de müziğinin nasıl dinlendiğiyle değil, duyulmasıyla ilgilendi daha çok.
Kusursuzluk arayışı ve çocukluktan itibaren edindiği bireysel düşünce yapısı Joss Stone’u, "Colour Me Free!"den sonra plak devi EMI’dan da ayrılmaya itti. Sonsuz tartışma ve çatışmalardan sonra, endüstrinin dikte ettiği değil, kendi sesini bulmaya karar verdi ve Stone'd Records’u kurdu. "Kimse bana nasıl müzik yapacağımı ve nasıl ben olacağımı söyleyemez” dedi. Normalde sakin ve dingin bir kişiliği olmasına rağmen, kızgınlıkla kendi plak şirketinden çıkardığı ilk albüme “LP 1” ismini verdi. Bu plak sanatçının aslında beşinci stüdyo albümüydü.
"LP1"’ın çıkışından bir ay kadar önce İngiliz Sunday Times’ın en zengin İngilizler ve İrlandılalar listesine girdi. 30 yaş altında olup tahmini kazancı dokuz milyon Sterlin’den fazla olan sanatçılar arasında ilk beşe yerleşti..
Aradan geçen zamana ve ürettiklerine bakarsak, başlarda da yazdığım gibi, kendi sound’unu yaratma işini bıraktı gibi. O eskilerin parıltılı soul ruhuyla neredeyse vedalaştı, kalktı, aralarında harika parçalar olsa da “turistik” bir Reggae albümü yaptı bana kalırsa. Değişmeyen bir şey varsa, o da sesinin gücü ve renkliliği. Özgür olmak için nasıl kendi plak şirketini kurduysa, müzik seçimlerinde de sınır tanımıyor Stone. Denemekten, deneyimlemekten ürkmüyor. Geriye sadece su soruyu bırakıyor: Böyle muazzam bir gırtlakla, bize saf ve orijinal bir albüm bahşedecek mi?
Genre’lar arası yoluculuk yapmak, farklı kültürleri tanımak, tanıtmak ve barıştırmak misyonunu da üstlenen Stone’un tamamıyla kendine, kendi meselelerine odaklanarak, bizi de ortak edeceği bir albüm yapmasını şahsen bekliyorum. Yoksa bu sese çok ama çok yazık olur…