“Biliyorsunuz, konserlerimden sonra her zaman gelip beni sahne arkasında ziyaret edebilirsiniz. Ama n’olur bana ot falan getirmeyin. Bir yerlerime sokuşturup unutuyorum; sonra gümrüklerde sorun yaşıyorum. En iyisi bana küçük aynalar getirin ki, kıyafetlerimi süslemek için kullanayım! Yakında görüşeceğimiz için çok mutluyum!” Bu sözler, Lee Scratch Perry’nin hafta başı Twitter’da paylaştığı sözler.
Hemen arkasından da, Jamaika’dan doğruca Birleşik Krallık’a gideceğini muştulayarak, ‘müziğimle ruhunuzu ve zihninizi iyileştirmeye, kalbinizi şifalamaya geliyorum. Bu turne şifa turnesi ve öyle olması için de kendi ciğerlerimden başlıyorum. Artık sigara ve alkol içmiyorum’ dedi, Reggae müziğin renkli ve mistik babası.
Saçlarını da kıpkırmızı boyatırken poz veren üstat, otu ve sigarayı bıraktığını ilk kez söylemiyor. 2014’te de benzer duyurular yapmıştı. 2013’te Coachella Festival’de ilk kez izleme şansına sahip olduğum Perry, rengarenk ve ışıl ışıl kostümüyle (onu benzersiz yapan) sayıklar gibi şarkılarını söylerken, “weed” bulutu altındaki tribal atmosfer hafızamdaki tazeliğini hala koruyor.
Lee “Scratch” Perry 11 Mayıs’ta, yapımcılığını meslektaşı ve yakın arkadaşı Adrian Sherwood’un üstlendiği yeni albümü “Rainford”u, On-U Sound Records etiketiyle çıkartıyor. Sherwood’a göre bugüne kadar yaptıklarının en iyisi, en şahsi olanı ve müzikal olarak da hepsinden daha taze fikirli ve tesirli.
Yaşayan bir efsane
Reggae, Ska ve Dub’ın gelişimindeki en etkili isim olan Jamaikalı müzisyen Perry, 80 yaşını geçmiş olsa bile, çocuksu merakını hiç kaybetmedi. Lee Scratch Perry gibi süslü ve enteresan merakları ve asilikleri olan başka bir isim var mı, çok emin değilim. Onun gibi genç kalma arzusu yüksek, yaşını iplemeyen, ‘benim pantolonlarım, ayakkabılarım, giydiğim her şey telepatiktir’ diyen, spiritüelliği ve müziğiyle, zaten her an uçmaya hazır olan kitlesini kanatlandıran başka bir isim gelmiyor aklıma.
Lee “Scratch” Perry, üzerinde bir sürü ayna olmadan evin dışına çıkmıyor. Dub’ın kurucusu, strasla bezeli şapkaları, tuhaf süslü ceket ve botları, boyalı saçları, parmaklarındaki sayısız yüzükleriyle müzik dünyasının tavuskuşlarından. Ve de nasıl giyiniyorsa öyle de konuşuyor. Verdiği röportajları incelediğimde, ağzından dökülenler kafiye şelalesi, çağrışım pınarı adeta. Kahkaha ve müzik dolu hayata şamanik ve müstehcen bakma halleri...
Gerçekten de yaşayan bir efsane o. Müzisyen, yapımcı, ressam, şair, Bob Marley’i Bob Marley yapan, onlarca yıldır, düzinelerce müzisyen üzerinde etkisi olan bir zır deli. Dubstep ve Drum ’n’ Bass, Rap ve Hip-Hop, Punk ve Reggae türlerinde müzik yapıp da, onun hınzır fikirlerinden yararlanmayan müzisyen yok.
1936’da Büyük Britanya’da doğan, Jamaika asıllı Lee “Scratch” Perry için gazeteci Lloyd Bradley bir zamanlar şöyle demişti: “Lee Scratch Perry Dub’ın Salvador Dali’sidir”. 50’li yılların sonlarında İngiltere’den Jamaika’ya doğru yola düştüğünde, Neil Joseph Stephen Fraser aka Mad Professor tam tersini yapmıştı. 1955’te Georgetown’da (Guyana) doğmuş, 60’ların sonunda ise Londra’ya göç etmişti. Birlikte konserler de veren ikilinin, Dub’ın kralları olduklarını söylemeye gerek yok.
Her zaman deliydi
Perry’nin 60’larda Kingston’daki dillere destan Black-Ark-Studio’da basit enstrümanlarla çıkardığı sesleri gezegenimiz o zamanlar ilk kez duymuş ve müzik onun sayesinde yepyeni bir hat kazanmıştı. Bugün bilgisayarla yapılması kolaylıkla mümkün olan yapıları o zamanlar Lee Perry el yordamıyla yaratmıştı.
Her zaman deliydi. Ama yetmişlerin sonunda tamamen delirdi. Alkol ve uyuşturucu bağımlılığı o zamanki karısını ve çocuklarını ondan uzaklaştırmış mıydı, yoksa karısı uzaklaştığı için mi delirmişti tam belli değil ama Perry stüdyosunu yakmış ve geride kalan kalıntıların içinde garip ritüeller düzenlemişti.
Çare Zürih’ten gelmişti. Dediğine göre, gökten bir hediyeydi. Genelev patroniçesi Mireille Rüegg, Reggae hayranıydı ve Perry’e ulaşmasını bildi. 1989’da Hare Krişna seremonisiyle evlendiler ve o zamandan beridir de İsviçre’nin Siyah Madonna’sının yurdu ve mitlerin diyarı olarak bilinen Einsiedeln kasabasında yaşıyorlar.
Birlikte dünyaya getirdikleri iki çocuklarını yetiştiren Mireille, Perry’nin “oyun alanını” garaja taşımıştı ama yine de bir gece mumları söndürmeyi unutan sanatçının dalgınlığıyla çıkan yangına mani olamamıştı. Alkolü ve uyuşturucuyu o sıralar bırakmış olsa da, sanatçının “ateşli” kaderi sıklıkla kendini tekrar ediyordu.
Sene başında, Grammy’e aday gösterilen “Revelation” albümünün yapımıyla ilgili bir belgesel filme de imza atan, önümüzdeki hafta 83 yaşına basacak olan Perry tekrar yollarda. Yollara düşmesinin somut bir nedeni var. Paraya ihtiyacı olduğu için yaptığını söylüyor. Kendisinin değil, karısının pahalı zevkleri olduğu için. Karısı parayı, iyi yemek yemeyi ve pahalı ayakkabıları seviyor.
Tanrı, ümmeti için müzik yapmamı istedi!
2016 yapımı, Volker Schaner’in yazıp yönettiği “Lee Scratch Perry's Vision of Paradise” belgeselinde, ‘müzik yaptığında tanrıya hizmet mi ediyorsun’ sorusuna verdiği ‘tabii ki, tanrının da eğlendirilmeye ihtiyacı’ var şeklindeki yanıtıyla da tanrıyla olan ilişkisini naifçe ifade etti. Tanrıya inanıyor ama konuşmalarında (monologlarında) dillendirdiği gibi, ‘tanrısı ona ne zaman geleceğini henüz söylemiyor’. Perry, dünyanın sonunun yaklaştığını biliyor ve korkmadan bekliyor. Tanrı, şeytan, seks, çocuklar ve geldiği yerle ilgili de fantastik sözler söylüyor:
“Benim hayallerim Tanrı’nın hayalleri. Tanrı bize seks yapıp, dünyaya çocuk getirmemiz için emir verdi. Onlarsız bir dünya boş olurdu. Onlarla birlikte yeniden doğuyoruz.
Tanrı, ümmeti için müzik yapmamı istedi. Reggae seks demek. Dub seks demek. Reggae’nin özel bir türü kadın ve erkeğin aşık olup seks yapmalarını sağlayan büyücüye benzer. Benimle sürekli konuşan bir ruh var. Sadece sustuğunda uyuyabiliyorum. Uykuyu çok seviyorum. O zaman uçuyorum. Uçmayı çok seviyorum.
İsviçre’deki stüdyom yandığında insanlar bana hediyeler verdiler. Hayatımda almadığım kadar hediye aldım. Bazılarını kolye yaptım, bir kısmını şapkalarıma yapıştırdım. O insanlar bana sevgilerini gösterdiler. O yangının bu yüzden çıkması gerekiyordu. Ateşin istediği olur. Ateş şeytan demektir. Onu kontrol etmeye kalkarsan seni yakar.
Eskiden nereden geldiğimi bilmiyordum. Bir gün anladım ki okyanustan geliyorum, suyun derinliklerinden. Babam Neptün ve gerçekten de var. Ama insanların benim kim olduğumu tam olarak bilmesini istemiyorum. Superman ya da Spiderman nasıllar? Hem varlar, hem yoklar. İnsanın sırrı olmalı. Sır olmadan yaşanmaz…”