24 Şubat 2019

Karl Lagerfeld: Hepimiz kendi melodimizi bestelemeliyiz!

Moda ikonu Karl Lagerfeld 85 yaşında hayatını yitirdi. Dünyanın belki de en ünlü, en üretken ve yaratıcı tasarımcısı, modayı her zaman müziğe benzetti. Ona göre ikisi de çok notalıydı ve ayrı düşünülemezdi

Trendler sayesinde ya hep birlikte kaktüs seviyoruz ya da flamingo; aynı sakalı, aynı cümleleri, aynı kırmızı ruju ya da aynı müzikleri.. Güvenli olabilir ama çok sıkıcı. Karl Lagerfeld için de öyleydi. Trendleri o belirledi; geçmişi değil, bugünü ve yeni olanı sevdi. Yakın zamanda verdiği bir röportajda da, ‘bir gün her şey bitmiş olacak, umrumda değil’ dedi ve her şey bitene kadar da, 24 saati 48 saat gibi doldurarak, yeni fikirlerle ve bu fikirleri hayata geçirerek yaşadı.

Sivri dilliydi ve sırf sarf ettiği sözlerle bile kalın bir aforizma kitabı hazırlanabilir.

Ünlülerin sözlerinin ve yaptıklarının uçucu ehemmiyette olduğu bir zamanda, Karl Lagerfeld, kendisini sadece siyah gözlüklerinin arkasında saklayarak değil, saklı yaşantısıyla da, önünde eğilen kalabalıklardan uzak tuttu; her daim gizemini korudu ve merak konusu oldu.

Karl Lagerfeld tüm dünyanın mitleştirdiği isimlerden. Bunda ömrünün en şahane ve altın zamanlarını sosyal medya öncesi, yani daha kapalılık içinde yaşamış olmasının da etkisi var muhakkak. Ama karşısındakini ulaşılmaz ve soğuk tavrıyla ürküten, dolaysız ve sarkazma varan sözleriyle neredeyse felç eden bu adam için, kim ne derse desin, yaptıklarıyla her zaman şaşırttı ve kendine hayran bıraktı.

Onu iyi tanıyanların dediği gibi, her şeyi,  çocuk merakı ve şevkiyle yaptı. Pek çokları yaratıcılık tıkanmaları yaşarken, o durmaksızın, Paris’te Chanel’e, İtalya’da Fendi’ye ve de üstüne kendi koleksiyonunu tasarladı. Dahası dergilere moda/portre fotoğrafları, şirketlere reklamlar ve filmler çekti, otomobil, helikopter ya da piyano tasarladı ve modaya benzettiği müziği de çok sevdi.

Müziğe ilgisi büyüktü

“Moda tıpkı müzik gibi. Çok fazla notası var. Onlarla oynamak lazım. Hepimiz kendi melodimizi bestelemeliyiz” gibi ya da hafızalarda yer eden, ‘müzik anın havasına renk verir’ sözleriyle müziğe olan düşkünlüğünü sıklıkla dile getirdi. Çocukken, piyano çalmayı öğrenemeyeceğini yüzüne vuran annesi gibi enstrüman çalamasa da, klasik müzik kültürü oldukça gelişkindi. Evinde devasa gümüş bir tepsi içinde Louis Vuitton’un onun için özel olarak tasarladığı, içinde sadece klasik müzik olan bir iPod valizi vardı.

Rivayete göre elinin altında 70 iPodu ve 60 bin civarında plağı vardı. Dinlediklerini ve keşfettiklerini 2007’de “Sevdiğim Müzikler” ismiyle Vogue dergisi ortaklığında bir “compilation” olarak bizlere sundu. Elektronik’ten Indie müziğe biraz daha incelmiş kulaklara hitap eden albümün playlist’inden anlaşıldı ki Lagerfeld sadece, moda, fotoğraf veya resimde değil, müzikte de rafine bir zevke sahipti.

Sevdiğim Müzikler CD’si

Ses tasarımcısı Michel Gaubert ile birlikte hazırladığı seçki, o tarihlerde yirmili yaşlarda bir gencin iPod’unda duyulanlardan bile daha tazeydi. Evde ve işte/defilede olarak ikiye ayrılan ve iki CD’den oluşan 23 parçalık albümden anlaşılıyordu ki, Lagerfeld evde Devendra Banhart, The Pipettes, LCD-Soundsystem ve Black Mountain, işte ise Igor Stravinsky’den Kreidler’e uzanan farklı janralarda müzik dinliyordu.

Bazı parçaları Vogue kadınının bile pek kolay hazmedemeyeceği CD’nin “işte/defilede” bölümünde pek bir yumuşaklık yoktu. Ona çalışırken ilham verdiği söylenen bu parçalarda Strawinsky-Capriccio’nun ardından pat diye Siouxsie And The Banshees'in "Spellbound" parçası geliyordu. Öte yandan Alison Goldfrapp’in eterik elektronik sound’lu “Slide In (DFA Remix)” parçası onun çalışmalarına hem de nasıl yakışıyordu. CD’nin bu bölümündeki sekiz parça “Chanel Fashion Show 2006”nın soundtrack’iydi aynı zamanda.

Bazı müzik eleştirmenlerinin eklektik, modern ve fransız notalı olarak tanımladığı bu seçkiyi hazırlama fikri ona bir şekilde teklif edilmiş, bunu tek başına yapmak için yeterince iddialı olmadığını söylemişti Lagerfeld. Ama müzik, “etrafını saran bir çeşit iklim”di; üzerindeki etkisini analiz etmiyor, yeniyi bulmasına itmesinden zevk alıyordu.

Albümde “I Feel Just Like A Child” parçasıyla yer alan, Folk müzikteki yeni hipi akımının başını çeken Devendra Banhart, daha sonra “Diamonds Are A Girl’s Best Friend” cover’ıyla Lagerfeld’in bir kitap, kısa film ve fotoğraflardan oluşan multi medya ürünü “Room Service” projesinde de katkıda bulunmuştu.

Apple Music ve Defile Soundtrack’leri

Armoni ve beat büyücüsü Lagerfeld’in Chanel’in Paris’teki İlkbahar 2015 şovunu, “Strictly Ballroom”, “Romeo + Juliet” ve “Moulin Rouge” gibi filmlerin yönetmeni olan Baz Luhrmann dev bir operaya benzetmişti.

Lagerfeld, ilk uluslararası Chanel şovunu gerçekleştirmek için Havana’ya gittiğinde, Kübalı şarkıcılar Lisa-Kaindé ve Naomi Díaz’ı devreye sokup izleyicilerine serenad verdirtmişti.

Paris’teki Grand Palais’de gerçekleşen Chanel Sonbahar-Kış 2017/18 Ready-to-Wear şovunun müziği hala dillerde. Ortasına devasa bir füzenin yerleştiği salonda şovun finalinde çalan Elton John’un “Rocket Man”i moda tarihinin unutulmaz müzikleri arasında yerini aldı. Son olarak da Lagerfeld’in doğduğu şehir Hamburg’daki “Elbphilharmonie”de gerçekleşen “Métiers d’Art 2018” şovundaki müzik, salonun Oliver Coates yönetimindeki daimi ensemble’ı “Ensemble Resonanz”a emanet edildi.

Müziğe en az modaya verdiği önem kadar değer biçen moda evi Chanel’in şovlarında çalan, Lagerfeld’in 1990’dan beri birlikte çalıştığı ses tasarımcısı Michel Gaubert ile birlikte kürate ettiği müzikleri, artık Apple Music aracılığıyla dinleyebiliyoruz. 

“Chanel Show Soundtracks” serisi geçmiş şovlarda çalan listelerden oluşuyor. Bir kısmını markayla yakınlıkları bilinen, Pharrell Williams, Sébastien Tellier, Ibeyi ve Caroline de Maigret gibi ünlü isimlerin imzasını taşıyan “compilation”ları duymadıysanız, mutlaka dinlemelisiniz.

Chanel şovlarındaki müzikler kadar, mağaza telefonlarında bekleme sesi olarak çalan müzikler de rastgele seçilmedi. Chanel’in kült parfümü “Chanel No5”in reklam filminde çalan müzik, telefonlarının bekleme müziği oldu uzun süre. 1971 yapımı “Grease” filminde John Travolta’nın söylediği “You’re the One That I Want” şarkısı, orijinalinden tamamıyla farklı, melankolik, büyüleyici ve duygu yüklü bir versiyonla karşıladı arayanları.

Almanya’nın en ünlü kahve sütü markası “Glücksklee”nin sahibi bir baba ve klasik müzik aşığı bir anneden resmi olarak 10 Eylül 1933’de doğan Lagerfeld, müzikle bu kadar iç içe olsa da, evde yalnızken, evin içinde ses olmasından nefret etmiş biri de oldu aynı zamanda. Müzik bulunduğu yerdeyse, sesini kısmış, başka bir odaya geçtiğindeyse, zil sesini en minimuma getirdiği telefonların sesini bastıracak kadar açmayı tercih etmiş, anlattıklarına bakılırsa.

Hayatını incelediğinizde anlıyorsunuz ki her zaman her şeyin hayal ettiği gibi olması için çabalamış. Gözü çirkin olanı görmek istememiş, onu heyecanlandıran yeni bir şeyden de gözünü ayıramamış. Son zamanlarda verdiği röportajlarda gezegenin daha çirkin ve karanlık zamanlara ilerlediğini kabul ediyor. Küresel ısınmayla ilgili obsesifleşmeyi anlayabiliyor ama her şeyin siyaseten doğruculuk uğruna yapılmasından da nefret ediyor. 68’de Paris meydanlarında ‘yasaklamak yasaklandı’ diye bağıran insanların günümüzde ciddi pozisyonlarda refah hayat sürerken işaret parmaklarını kaldırıp her şeyi yasaklamak istemelerini hiç mi hiç kabul etmiyor...

Lagerfeld’in konuşmalarda, röportajlarda ifade ettiği ve akılda kalan bazı sözleriyle yazımı sonlandırmak istiyorum:

”Benim markam denen şey benden başkası değil, ne yapayım, kafamı mı değiştireyim, bir çeşit Charlie Chaplin oldum işte.”

“Andy Warhol’un insanları röntgencilik üzerinden yanlış yola soktuğunu düşünüyorum, ben böyle biri olmadım.

”İnsanın sürekli başarısız olma korkusu yaşamasını doğru bulmuyorum. Lise diplomam olmadan, sanat okuluna gitmeden de her şey yolunda gitti”.

“Bazen insan kendi vizyonunun tek doğru vizyon olduğuna itimat etmeli. Hayat mottom bu, ikinci seçenek yok.”

“Ben sorular sormam cevaplar veririm.”

“Kendilerini yokeden insanlara hayranlık duyuyorum ama ben o konuda yetenekli değilim. Kurtarıcı da değilim.”

“Herkes kendi kaderinin ustasıdır.”

 

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Suç iki yüzlü olanda, sizde değil!..

İki yüzlülüğü parmakla göstermek, netliğe ve huzura kavuşmak için dolaysız bir seçenek gibi görünür. Dayanışma fakiri bir dünyada terk edilmiş insanlar arasında kendini terk edilmiş olarak tanımlayarak dengede görünme şansı sunar

Instagram kimliğin için tatilde ne yaptın?

Özellikle tatilde ihtiyaç var tanıklığa.. Ne aşk, ne eğlence tanık olmadan yaşanmış sayılmaz. Bu tanıklığın dümeni yine Instagram’da; özellikle de müzikli yerlerde. Havaya doğrultulan ya da burna sokulan cep telefonları yoksa, o eğlence yaşanmış sayılmıyor…

Yeni afyon: Kaynanadili ve Plantasia

YouTube’da milyonlarca tık alan kült klasiği “Mother Earth's Plantasia” albümüyle Mort Garson, “How To Make A Plant Love You” isimli yeni çıkan kitabıyla Summer Rayne Oakes, “Millenial” kuşağının yükselen zevk ve ihtiyaçlarına cevap veriyor…

"
"