03 Ocak 2024

Soykırım kurbanının soykırım suçlusuna dönüşmesi

İsrail hükümeti Yahudi toplumu için yaşamsal önem taşıyan “Nazi soykırımı” kurbanı olma meşruiyetine ihanet etti. Uluslararası Adalet Divanı’nda soykırım davasında yargılanacak. Soykırım yaptığı belirlenirse, soykırım kurbanı soykırım sorumlusu olacak. İsrail ve Yahudi lobisi soykırım kurbanı olma meşruiyetini eskiden olduğu etkinlikte kullanabilecek mi?

1945 sonrasında doğan kuşak olarak İkinci Dünya Savaşı’nı yaşamadık. Ama İkinci Dünya Savaşı’na giden yolda neler yaşandığını, savaşın nasıl büyük bir yıkıma ve insani trajediye yol açtığını, acıyı hissederek öğrendik. Nazi rejiminin yükselişini anlamaya ve günümüz için ders çıkarmaya çalıştık. Faşizmin akıllara durgunluk veren vahşetini aklımıza not ettik. Totaliter rejimlerin çirkin yüzünü gördük. İnsan toplumunun bundan ders aldığını, artık demokrasi kültürüne ve hukukun üstünlüğüne sahip çıkacağını varsaydık. Saflık işte!

Savaş sonrası uluslararası güvenlik mimarisi

80 yıl öncesinin siyasi aklı, daha savaş sürerken sonrasında geliştirilebilecek düzeni planladı. Savaşın bitiminde merkezinde Birleşmiş Milletler’in yer aldığı güvenlik mimarisinin temelini attı. İnsanlığa büyük acı getiren savaş felaketinden gelecek kuşakları korumak amacıyla, insan onuruna, insan haklarına, adaletin korunmasına ve normatif yükümlülüklere saygının güvence altına alınacağı koşulların yaratılmasını amaçladı.

Uluslararası insan hakları ve mülteci hukukunu geliştirdi. Denetim mekanizmaları oluşturdu.

19. yüzyıldan itibaren gelişen uluslararası insani hukuku (savaş hukukunu) 1949 Cenevre Sözleşmeleri ile güçlendirdi.

Uluslararası hukuku ihlal eden devletlerin yargılanacağı Birleşmiş Milletler’in temel yargı organı Uluslararası Adalet Divanı’nı kurdu. Birleşmiş Milletler Antlaşması’nın XIV. bölümü, Divan’ın yetkilerini tanımlar ve tüm üye devletlerin Antlaşma’nın ekini oluşturan Divan’ın Statüsü’ne taraf olduğunu belirtir.

Ayrıca, devletlerin dışında, uluslararası hukuku ihlal eden bireylerin de yargılanabilmeleri amacıyla 1998’de Roma Statüsü’nü kabul etti ve Uluslararası Ceza Mahkemesi’ni kurdu.

Soykırım vahşetinin yeniden yaşanmasına ön alabilmek amacıyla 1948’de “Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi”ni (Soykırım Sözleşmesi) kabul etti. Sözleşme 1951’de yürürlüğe girdi.

Tüm bu gelişmeleri, oluşturulan yapıları ve işleyişlerini önceki yazılarımda ayrıntılı olarak anlatmıştım.

Bu arada, yakalanabilen Yahudi soykırımı suçlusu Naziler 1946’da Nürnberg’de kurulan özel mahkemede yargılanıp mahkum oldular.

Suç ve terörizm ile mücadelede hukuka uyum yükümlülüğü

Tüm devletleri bağlayıcı nitelik taşıyan uluslararası hukuk, devletlerin suç ve terörizm ile mücadelesini yasaklamaz, tersine, bu mücadeleyi destekler. Suç ve terörizm, caydırılmalı, önlenmeli, olmadıysa failler yakalanarak yargılanmalı ve uygun cezaya çarptırılmalıdır.

Bir koşul var; bu sürecin insan onuruna ve insan haklarına saygı temelinde yürütülmesi. Yani, yaşam hakkının, işkence ve kötü muamele yasağının, adil yargılanma hakkının, kanunsuz ceza olmaz ilkesinin ihlal edilmeden suçun ve terörizmin caydırılması, önlenmesi, olmazsa faillerin yakalanarak adalete teslim edilmesi gerekir.

Aralık ayında Gazze'de çekilen ve sosyal medyada yayılan fotoğraflarda İsrailli askerlerin, bir grup insanı iç çamaşırlarına kadar soyulmuş, diz çöktürülmüş ve gözleri bağlanmış halde gözaltına aldığı görüldü. 

Bağımsız yargı dışında, yürütme ve ona bağlı silahlı güçlerin yargılama ya da cezalandırma yetkisi yoktur, olmamalıdır, yoksa adalet sağlanamaz. Gerçekte bu yükümlülükler, suç ve terörizm ile sonuç alıcı mücadelenin olmazsa olmaz koşullarıdır.

Uluslararası hukuk, devletlere ülkesinin güvenliğini sağlama ve kendini savunma hakkı tanır. Ama bu hak sınırsız ve koşulsuz değildir.

Uluslararası ve iç çatışmalar için de uluslararası insani hukuk geliştirildi. Kimlerin hedef alınamayacağı, hangi silahların kullanılamayacağı tanımlandı. Bu yükümlülüklere uymamanın sonuçlarının saldırı, savaş suçu, insanlığa karşı suç ya da soykırım olacağı belirlendi.

“Nazi soykırımı” benzeri bir vahşetin yeniden yaşanmaması için 1948 Soykırım Sözleşmesi oluşturuldu. Hangi eylemlerin hangi koşullarda soykırım kapsamında değerlendirileceği, buna yetkili yargı organının karar verebileceği benimsendi.

Uluslararası toplumun hedeflerine uygun bu standartları geliştiren devletler, özgür iradeleri ile sözleşmelere taraf olarak bunlara uyum yükümlülüğünü üstlendiler. Şimdi uluslararası hukuku tanımamanın, geliştirilen ve taraf olunan normatif yükümlülükleri ihlal etmenin kabul edilebilir bir gerekçesi olabilir mi?

Uluslararası çatışmalara doğru açıdan bakış ihtiyacı

Bu bağlamda güncel iki örneği inceleyelim; Rusya-Ukrayna ve İsrail-Filistin.

Rusya-Ukrayna

Rusya, Ukrayna Devlet Başkanı Yanukoviç’i ülkeden ayrılmak zorunda bırakan gelişmeler sonrasında 2014’te Kırım’ı işgal etti ve ilhak ettiğini açıkladı. Uluslararası toplumun büyük bölümü ilhakı tanımasa da fiili durum yaklaşık on yıldır değişmedi.

Rusya 24 Şubat 2022’de Ukrayna’ya karşı askeri operasyon başlattı. Doğu Ukrayna’yı Kırım ile birleştiren kuşak üzerinde etkin denetim sağladı. Uluslararası toplumun büyük bölümünün tepkisine ve Batı’nın desteği ile Ukrayna’nın karşı saldırısına karşın durumun görünür gelecekte değişmesi olası görünmüyor. Ukrayna’nın savunma kapasitesi beklenen düzeye ulaşamıyor, Batı’nın desteği zayıflama eğilimi gösteriyor, Rusya’nın askeri yeteneklerinin sürdürülebilir olduğu anlaşılıyor.

Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısının uluslararası hukukun vahim ihlali olduğunu, hiç bir gerekçenin bu saldırıyı mazur göstermeyeceğini, çatışmaların hemen durdurularak diplomasi zemininde çözüm aranması gerektiğini birçok kez vurguladım.

Öte yandan, izleyen adımların neler olabileceğini ve olası çözüm formüllerini belirleyebilmek için, buraya nasıl gelindiğini anlamaya çalışmanın da kaçınılmaz olduğunu görmek gerekir.

Rusya-Ukrayna çatışması 24 Şubat 2022’de başlamadı. İncelemeye bu tarihte başlarsanız, gerçekçi bir hedef belirleyemez ve kalıcı barışı oluşturamazsınız. 24 Şubat 2022’ye nasıl gelindiğini anlamak gerekir.

Ukrayna’nın Uluslararası Adalet Divanı’nda Rusya’ya karşı 1948 Soykırım Sözleşmesi kapsamında 26 Şubat 2022’de açtığı davaya ilişkin yargılama sürüyor. Bu davada başvurunun içeriği bakımından nasıl bir sonuç alınabileceği konusunda fikir yürütmek zor. Yargılama sürecini izleyeceğiz. Öte yandan, Rusya Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne taraf olmadığından, Ukrayna kurulacak özel bir mahkemede yargılanmasını sağlamak amacıyla uluslararası toplumun desteğini sağlamaya çalışıyor. Bu konuyu önceki bir yazımda izah etmiştim.

İsrail-Filistin

İsrail, 7 Ekim 2023’te gerçekleşen, 11 Eylül 2001 saldırısı ile karşılaştırılabilecek boyutlardaki Hamas terör saldırısı üzerine, Hamas’ın yönetiminde olan Gazze’ye karşı saldırı başlattı.

Öncelikle vurgulayalım. Hamas’ın 7 Ekim terör eylemi ve sivilleri rehin alması, hiç bir koşulda mazur görülemez, kınanmalıdır. Hamas’a bunun hesabı sorulmalıdır.

Buna karşılık, İsrail üç aydır Gazze’de uluslararası hukukun her alanında önceden örneği görülmemiş ölçüde vahim ihlalleri neredeyse tüm uluslararası topluma meydan okuyarak acımasızca sürdürüyor. Çocuk ve kadınlar dahil sivilleri vahşice katlediyor, hastaneleri yerle bir ediyor, tüm yerleşim yerlerini yaşanamayacak duruma getiriyor, yüz binlerce insanı yerlerinden ediyor ve açlığa mahkum ediyor ... Bunları “kendini savunma hakkı” kapsamında ya da “terörist Hamas’ı yok etmek” amacıyla yaptığını öne sürüyor!

İsrail’in operasyonları uluslararası yükümlülüklerinin vahim ihlalidir. Birleşmiş Milletler Antlaşması’nın, uluslararası insani hukukun, insan hakları hukukunun, mülteci hukukunun tanımladığı tüm yükümlülükler; bunların ötesinde tüm insani değerler; uluslararası toplumun gözleri önünde ihlal edilmektedir.

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, daimi üyesi Amerika’nın İsrail’e koşulsuz desteğine bağlı vetosu nedeniyle işlevsiz kaldı. Birleşmiş Milletler hukuken bağlayıcı karar alamadı. Birleşmiş Milletler Antlaşması’na göre veto yetkisi olsa da, bu durumda kullanılan vetonun Birleşmiş Milletler’in uluslararası barış ve güvenliğin kalıcı olarak sağlanmasına yönelik temel felsefesine aykırı olduğu kuşkusuz.

Bunun üzerine toplanan Birleşmiş Milletler Genel Kurulu acil özel oturumunda çok büyük çoğunlukla kabul edilen siyasi ağırlığı olan ateşkes kararına karşın, saldırılar acımasızca sürüyor.

Öte yandan, İsrail’in mevcut koşullarda kabul edilemez gerekçeler ile üç aydır dünyanın gözü önünde devam ettiği katliamların “soykırım” boyutuna ulaştığının değerlendirilmesi gerektiği de yadsınamaz bir gerçektir.

İsrail, 1967’den bu yana 57 yıldır Filistin topraklarını işgali altında tutuyor. Zaten 7 Ekim öncesinde de işgalini sürdürdüğü Batı Şeria’da ve Gazze’deki son dönemde şiddetini artırarak tırmandırdığı uygulamaları uluslararası hukukun ihlalini oluşturuyordu. İşgal altındaki Filistin halkı mülteci konumunda açık hava cezaevinde “apartheid” rejiminde yaşamaktaydı. Şimdi Gazze’deki insanlık dışı uygulamalar ve katliamların bunu farklı ve çok daha yüksek bir eşiğe ulaştırdığı tartışmasız bir durum.

Burada vurgulamak istediğim, İsrail’in Hamas’ın 7 Ekim’de gerçekleştirdiği terör eyleminden bu yana yürüttüğü operasyonun başlangıcını 7 Ekim’de değil, çok daha öncesinde aramalıyız.

Sorunun gerçek başlangıcı;

- İsrail’in Filistin topraklarını işgalidir.

- “Büyük İsrail” hayali peşindeki İsrail’in “iki devletli çözüm” önerisini kabul etmemesi ve öldürmeye çalışmasıdır. Çünkü, “iki devletli çözüm”, “büyük İsrail” hedefinin karşı tezidir.

- İsrail’in uluslararası hukuka ve Birleşmiş Milletler kararlarına karşın yerleşimleri genişleterek sürdürmesi, Filistin halkını artan şekilde baskı altında tutmasıdır.

- “İki devletli çözüm” seçeneğini reddeden ve “büyük İsrail” hedefine sarılan İsrail yönetimi için iki seçenek kalmaktadır: Batı Şeria ve Gazze’yi etnik temizlik yoluyla tümüyle İsrail’e bağlamak; kalan Filistin halkına “apartheid” uygulamak.

Bunları Yahudi lobisinin güdümündeki Amerika’nın koşulsuz desteğine; ayrıca, Batı’nın ve bölge ülkelerinin ilkesiz siyasi tutumlarına dayanarak sürdürebilmektedir.

Çıkış yolu; Birleşmiş Milletler kararlarında tanımlanan iki devletli çözüm formülü konusunda uzlaşı sağlanmasıdır.

Bu neredeyse herkesin bildiği bir gerçek, sır değil.

Barış ve güvenliğin teminatı, uluslararası hukukun üstünlüğünün güvence altına alınmasıdır. Bu hedefe ulaşılmasının düşmanlarından birinin “ikiyüzlülük” olduğunu daha önce de vurgulamıştım; işine geldiğinde bir saldırıyı kınarken, diğerini desteklemek; bütünlükten ve tutarlılıktan yoksun siyasi tutum izlemek ...

Siyasi hırsların insani değerlerin önüne geçmesinin, çıkarlar-değerler dengesinin çıkarlar lehine bozulmasının sonucu bu. İsrail’in vahim saldırılarını “kendini savunma hakkı” kapsamında destekleyenlerin, medyada görüntüleri izlediklerinde yüzleri kızarıyor mudur acaba?

Orta Doğu’da barış;  küresel güvenlik, istikrar ve sürdürülebilir kalkınma hedeflerine yönelik ilerlemenin anahtarlarından biridir.

Orta Doğu’da barışı tartışmak istiyorsanız, 7 Ekim 2023’ten çok daha gerilere, 1967’ye, 1948’e, hatta 20. yüzyılın başlarına kadar uzanmanız gerekir.

Bu konuda Global İlişkiler Forumu ve Ankara Politikalar Merkezi ortaklığında 18 Aralık 2023’te gerçekleştirilen çevrimiçi toplantıya katılan Chicago Üniversitesi Siyaset Bilimi Profesörü John J. Mearsheimer’i izlemenizi tavsiye edebilirim. Katılmadığınız düşünceleri olabilir, yine de konunun çok boyutlu olarak değerlendirilmesine katkıda bulunabilir.

Soykırım

Soykırımın insanlığa karşı suçların en vahimini oluşturduğu tartışmasız.

1948 Soykırım Sözleşmesi, bu suçun önlenmesi, olmazsa cezalandırılması için uluslararası hukuk temelini oluşturuyor. 152 devletin taraf, henüz onaylamamış olsalar da 41 devletin imzalamış olması, Sözleşme’nin küresel olarak kabul gördüğünün göstergesi.

Sözleşme, bir ulusal, etnik, ırksal veya dinsel grubun barış veya savaş zamanında ortadan kaldırılması amacıyla hangi eylemlerin soykırım kapsamında değerlendirileceğini tanımlıyor.

Soykırım yargısının, suçun işlendiği ülkedeki yetkili mahkeme ya da uluslararası yetkili bir mahkeme tarafından verilebileceğini hükme bağlıyor. Uluslararası Adalet Divanı’nın bu tanıma uygun bir uluslararası yargı organı olduğunu biliyoruz.

Sözleşme’nin VI. maddesindeki bu tanımlama, soykırım yargısının bir başka kişi ya da kurum, yürütme ya da yasama birimleri tarafından verilemeyeceğinin de güvencesi.

Hukuka saygı duyan herkes gibi, ben de “İsrail’in yaptıkları soykırım boyutunda ele alınmalıdır” derken yargıda bulunmuyor, bunun Uluslararası Adalet Divanı’nın yetkisi olduğunu vurgulamakla yetiniyorum.

Güney Afrika’nın İsrail’e karşı soykırım iddiası ile 29 Aralık 2023’te Uluslararası Adalet Divanı’nda açtığı davaya ilişkin gelişmeleri izleyeceğiz.

Uluslararası Adalet Divanı İsrail’in fiilerinin soykırım olduğuna karar verirse (uluslararası hukuk öğrenimi yapmış emekli bir diplomat olarak 1948 Sözleşmesi hükümlerine ve mevcut verilere göre kararın bu yönde olabileceğini düşünüyorum), tarihte bir ilk gerçekleşmiş olacak:

SOYKIRIM KURBANI SOYKIRIM SUÇLUSUNA DÖNÜŞECEK.

Ne İsrail, ne de Yahudi lobisi, “soykırım kurbanı” olmaktan kaynaklanan meşruiyeti eskiden olduğu etkinlikte öne süremeyecek.

Erdoğan İşcan kimdir?

Birleşmiş Milletler İşkenceye Karşı Komite üyesi ve İstanbul Kültür Üniversitesi öğretim görevlisi Büyükelçi (E) Erdoğan İşcan, çeşitli düşünce kuruluşlarının çalışmalarına katkıda bulunuyor.

İşcan, Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde (ODTÜ) siyaset bilimi, uluslararası ilişkiler ve uluslararası hukuk öğrenimi yaptı. Ekim 1978’de Dışişleri Bakanlığı’na girdi. Diplomaside 40 yılı aşan hizmeti sonunda Nisan 2019’da emekli oldu. Ekim 2019’da Birleşmiş Milletler İşkenceye Karşı Komite üyesi olarak seçildi.

Türkiye’yi 2005-2009 döneminde Ukrayna’da ve 2009-2011 döneminde Güney Kore’de (aynı zamanda Kuzey Kore’ye de akredite) Büyükelçi, son olarak 2014-2018 döneminde Strazburg’da Avrupa Konseyi Nezdinde Büyükelçi/Daimi Temsilci olarak temsil etti.

Önceki görev yerleri: Doha, Frankfurt, Bonn, Viyana (silahsızlanma müzakereleri), Londra (Başkonsolos), Cenevre (Birleşmiş Milletler Daimi Temsilci Yardımcısı).

Ankara’da son olarak Dışişleri Bakanlığı genel siyasi işlerden sorumlu Müsteşar Yardımcısı (2013-2014), daha önce çok taraflı siyasi işlerden sorumlu Genel Müdür (2011-2013), Avrupa Konseyi ve İnsan Hakları Direktörü (2001-2005) olarak görev yaptı.

İşcan’ın diplomasi kariyeri boyunca bağımsız olarak sürdürdüğü uluslararası pozisyonlar şöyle:

- Kadına Yönelik Şiddet ve ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi (İstanbul Sözleşmesi) Taraf Devletler Komitesi Başkanı (2015-2018).

- Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi eğitim, kültür, spor, gençlik ve çevreden sorumlu Raportör Grup (GR-C) Başkanı (2017-2018).

- Demokrasi kültürü ve insan hakları alanında çalışan Norveç Kuruluşu “European Wergeland Centre” Yönetim Kurulu Üyesi (2017-2018).

Yazarın Diğer Yazıları

Siyaset işkence yasağına sahip çıkmalı

Geçmişte ve bugün birçok ülkede siyasetin isterse işkence yasağına sahip çıkarak hızlı ve görünür ilerleme sağladığı biliniyor. “İşkenceye sıfır tolerans” ilkesinin yalnız sözde değil, uygulamada da gerçekleşmesi, demokratik istikrarın kalıcı olmasını sağlayacaktır

BM Komisyonu: Filistin’de ve İsrail’de uluslararası hukuk ihlal edildi

Uluslararası Ceza Mahkemesi Savcısı’nın haklarında talep ettiği tutuklama müzekkerelerinin onaylanması durumunda, İsrail Başbakanı ve Savunma Bakanı yargılanmak üzere aranıyor durumuna düşecekler ve Roma Statüsü’ne taraf ülkeleri ziyaret edemeyecekler

İsrail Soykırım Sözleşmesi’ni aştı

Uluslararası hukuk İsrail’in yarattığı vahşeti tanımlamakta yetersiz kaldı. Yeni bir normatif yapı ihtiyacı bile tartışmaya açılabilir. UAD ve UCM kararları yönlendirici olacak. Hukuk üstünse cezasızlık olmaz. Cezasızlık varsa hukuk üstün değildir. Bakalım uluslararası siyaset hukukun üstünlüğünü tanıyacak mı?

"
"