06 Şubat 2023

Anksiyete ve eleştirellik krizinde bir muhalif seçmen

Seçimlere 3 ay kala, muhalif seçmenin bir anksiyete krizi yaşamakta olduğunu düşünüyorum. Ve bu da, seçimi muhalefetin kazanacağı gerçeğini görmemizi engelliyor

Anksiyete nedir: Bir riskin, var olduğundan çok daha şiddetli olduğunu düşünüp aşırı bir olumsuzluğa kapılmak. En azından bir tür anksiyete bu. Seçimlere 3 ay kala, muhalif seçmenin bir anksiyete krizi yaşamakta olduğunu düşünüyorum. Ve bu da, seçimi muhalefetin kazanacağı gerçeğini görmemizi engelliyor.

Ne demek istediğimi şöyle açayım. Seçimler uzun süreçler, bir yıl, bir buçuk yıl alıyor, ve bu süreçlerde de bir sürü gelgitler oluyor. Psikolojik güç zaman zaman iktidarın zaman zaman muhalefetin tarafına kayıyor, her iki taraf da hatalar yapıyor. Benim burada anksiyeteden kastettiğim şey şu. Muhalefetin yaptığı her hatada, veya iktidarın attığı her taktiksel zekice adımda, “aha işte oldu bitti, gene Reis kazandı, biz kaybettik” sarmalına koca ülkedeki muhalefet 4 saat içerisinde giriveriyor. “Erdoğan kaybedeceği seçime girmez” diye bir sözün ortaya çıktığı bir ülkeden bahsediyorum. Yani, muhalif seçmenin hem muhalefet ve kendisine güvenmediği, hem de iktidara olduğundan çok çok fazla güç atfettiği bir psikoloji bu.

Tabii ki bunun maddi bir temeli var, kaybedilen o kadar seçim var. Bunun yanında, seçimi kaybedersek yaşayacağımız yıkımın haklı korkusu da var. Ama işler çok değişti. İktidarın en güçlü zamanında yüzde 52 aldığını unutmayalım, böyle bir ekonomik, toplumsal ve siyasi kriz içerisinde Erdoğan’ın yüzde 50’nin üzerine çıkması, bence mümkün değil. Anket sonuçları tüm muhtemel adayları aylardır önde gösteriyor. İktidarın ekonomiyi düzeltme hamleleri işe yaramıyor, aksine seçim yatırımları enflasyonu körüklüyor. Ekonomistler, önümüzdeki üç dönemde ekonominin daha da kötüleşeceğini söylüyorlar, dolayısı ile iktidarın seçmen kararını döndürebilme ihtimali çok düşük.

Ama tüm bu durum karşısında muhalif seçmende aşırı bir umutsuzluk, ve bir sürü insanda da Erdoğan nasıl olsa gene kazanır algısı mevcut. Ama, ben bu anksiyetenin kendiliğinden tetiklenmediğini düşünüyorum. Bence bunu tetikleyen şey - bu noktadan sonra yazacaklarım çok eleştirilebilir - muhalefeti eleştirmeye doyamamamız. Potansiyel tüm adayları ve muhalif tüm partileri o kadar ama o kadar çok yerin dibine geçiriyoruz ki. Kemal Kılıçdaroğlu’na sabah uyanınca bismillah deyip saydırmaya başlıyoruz, Kılıçdaroğlu aday olmasın, Ekrem İmamoğlu olsun diyoruz, Ekrem İmamoğlu kalkan balığı yiyince cancel ediyoruz, Nagehan Alçı’yı davet eder, infaz ediyoruz, Mansur Yavaş zaten sağcı, bir taraftan o olsun istiyoruz bir taraftan Allah korusun. Muhalif gazetelerdeki köşe yazılarını okuyorum,  her şey o kadar kötü, muhalefetteki herkes o kadar beceriksiz ki, seçimi çoktan kaybetmişiz. Bir bunları okuyorum, sonra anketlere bakıyorum, ya diyorum burada bir tutarsızlık var. Bir tek Selahattin Demirtaş, vallahi helal olsun, bıkmadan usanmadan sürekli pozitif basıyor.

Lütfen şunları yanlış anlamayın. Ne eleştirileri sunan köşe yazarlarının (zaten hemen herkes), ne de Twitter’daki muhalif kullanıcıların iyi niyetinden şüphem yok. Daha da önemlisi, sundukları eleştirileri yanlış bulduğum da yok, okuduğumda yüzde 80’ini haklı buluyorum. Her şeyi geçtim, sosyal bilimciyiz, bizim işimiz zaten eleştirmek, hataları söylemek. Ama, arkadaşlar, vallahi yeter, billahi yeter, muhalefeti iktidardan daha fazla muhalifler yerin dibine geçiriyor, zaten iktidar nasıl eleştirebilir, anca hakaret edebiliyorlar. Muhalefet hakkındaki çoğu analiz, mantıklı, doğru, ahlaki, siyasi (sinizm yapmıyorum) ama arkadaş bu kadar da negatif olunmaz ki. Üstelik, yapılan eleştirilerin, 6’lı Masa’nın adaylık seçimi ile ilgili kararlarını etkileyeceğini varsaymak büyük bir hata. Yani, X aday olsun diye Y’yi yerin dibine sokmanın, X’in adaylık şansını artırdığını düşünmemek lazım. 6’lı Masa, anketlere bile bakmıyor, orda bir siyasi denge var. Bunu olumlu bulduğum için söylemiyorum tabii ki, ama Y’yi yerin dibine sokmak, X’in değil, AKP’nin işine yarıyor. Seçime kalmış 3 ay, potansiyel tüm adayları yerin dibine geçirmeyi artık bırakmamız lazım, kim aday olursa da, artık tek hedefimiz seçimi kazanmak olmalı, 3 ayda bundan daha başka bir şey yapılamaz. Lütfen artık biraz modumuzu değiştirelim, biraz enerjiyi yükseltelim, coşkuyu verelim, kazanacağız, geliyoruz, oldu bu iş, diyelim. Bu modu bu enerjiyi oluşturmak aslında tabi ki muhalefet partilerinin görevi, onu da biliyorum, ama ben sizlere birer Gezici olarak sesleniyorum. Biz neler yaptık, biz tüm bu partilerden daha ilerideydik, moralliydik, enerjiktik, komiktik, neşeliydik, umutluyduk, biz neler yaptık. Bırakalım artık “aday şu olursa şöyleydi”, “şöyle olmadığı için her şey bitti”, “öldük bittik” laflarını. Bizim artık muhalif seçmen olarak toplumsal bu anksiyeteye bir dur deyip, pozitif bir şekilde ön almamız gerekiyor. Talep etmemiz gereken şey aday her kim olursa olsun, tüm potansiyel adayların tüm partilerin bir arada bir kampanya gerçekleştirmesi. Yani artık aday kim olursa olsun kazanacağız, bundan emin olalım, yeter ki Millet İttifakı bir arada dursun, HDP’ye de hak ettiği gibi davransın.

Herkese bol enerjili umut dolu bir seçim kampanyası ve harika bir post-AKP Türkiye’si diliyorum.

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Karşı propaganda başladı: Muhalefet ne yapmalı?

Karşı propaganda kampanyasına karşı, karşı-karşı söylem geliştirmek muhalefetin işi. Burada ne denmeli üzerine bazı önerilerim olacak

Covid-19 önlemlerine kimler uymuyor?; Türkiye'de bir kamu sağlığı tehdidi olarak erkekler ve ataerki

Hepimiz etrafımıza baktığımız zaman, bazı insanların önlemlere daha çok uyduğunu, bazılarının ise bunları ciddiye almadığını görüyoruz. Covid-19 önlemlerini umursayıp umursamamak neye göre değişiyor? Bu soruya cevap bulabilmek için, istatistiksel bir analiz gerçekleştirmeye karar verdik

Covid-19 ve ev ofis sömürüsü: Dünyanın tüm beyaz yakalıları, birleşin!

Beyaz yakalı arkadaşlarıma sesleniyorum. Ne kadar eğitimli olursanız olun, maaş karşılığında haftalık 40 saat (inşallah!) emeğinizi satıyorsunuz ve o maaşı almazsanız da geçinecek başka bir şeyiniz yok. Dolayısı ile cuma günleri tiyatroya, temmuz ayında da Selimiye’ye gidiyor olabilirsiniz ama sizler de işçisiniz.