22 Ekim 2024

Ticaret savaşları ve ABD’nin vergi silahı

ABD’de alınan gümrük vergilerini yükseltme kararı AB ve Türkiye dahil olmak üzere tüm ülkeleri etkiliyor ve dikkate alınmak zorunda

Donald Trump

Eski ABD Başkanı ve iki hafta sonra ABD’de yapılacak başkanlık seçiminde aday olan Donald Trump, geçen hafta 15 Ekimde Chicago’da yaptığı bir seçim konuşmasında şöyle dedi: 

“Bana göre sözlükteki en güzel kelime gümrük vergisidir (tarifesidir). Benim favori kelimemdir ve ben gümrük vergilerine inanırım.”

Garip bir ifade gibi gelebilir. Ama seçimi Trump kazanırsa, daha önce yaptığı gibi, gümrük vergilerini bir kez daha yükselteceğinin habercisi gibi görülebilir.  

Geçen hafta 17-19 Ekimde Hacettepe Üniversitesi Maliye Bölümü 38. Uluslararası Maliye Sempozyumu’nu düzenledi. Beni de konuşmacı olarak davet ettiler. Sempozyum, Rektörün desteği ve Maliye Bölümü Başkanlığının çabalarıyla gerçekten başarılı idi. 

Trump’ın gümrük vergisi ile ilgili garip sözlerini okuyunca, sempozyumda konuyla ilgili konuşmak istedim. Zaten üzerinde çalışmakta olduğum bir konu olduğu için, “Uluslararası ticaret savaşları ve vergi silahı” başlıklı bir sunum yaptım. 

Bu yazıda, son dönemde ABD’nin vergi silahını kullanarak özellikle Çin’e karşı başlattığı ticaret savaşlarını ve bu savaşlarda gümrük vergisini silah olarak kullanmasını ele alıyorum. Bu savaşların, örneğin, AB’yi ve Türkiye’yi nasıl etkilediğini de kısaca irdeliyorum.

Konular içinde elektrikli ulaşım araçları (EV) yer aldığından, kısaca TOGG ve Türkiye’deki diğer ulaşım araçları üreticilerinin durumuna da değiniyorum. Yazıda, 38. Maliye Sempozyumunda yaptığım sunumdan da bölümler yer alıyor.

Kısaca şunu söyleyeyim; ABD özellikle yeni teknoloji sektörlerinde başta Çin ile rekabette zorlanıyor ve ticaret açığı veriyor. Değişik bahanelerle, Dünya Ticaret Örgütü kurallarına aykırı da olsa, gümrük vergilerini yükseltiyor ve bu sanayilerde rekabetçi hale gelmeye çalışıyor.  

ABD’nin ticari savaşları ve vergi silahı

Askeri ve her tür savaşta olduğu gibi, uluslararası ticaret savaşında da silahlar kullanılır. Bu bağlamda ticarete, ithalata konulan vergi en önemli silahtır. Zaman zaman kotalar ve döviz kurları da ticarette silah olarak kullanılabilirler.

ABD, günümüzdeki askeri savaşlar içinde, önde veya arkada, hep yer alıyor. ABD’yi yakın zamanlardaki ticaret savaşlarında da genellikle görüyoruz. ABD’nin tarihine baktığımızda ticari savaşlara, diğer bir ifadeyle korumacılığa hep yatkın olduğunu anlıyoruz.

ABD, vergi silahını kullanarak 1800’lü yılların başından 2. Dünya Savaşı bitimine kadar ithalata yüksek gümrük vergileri uyguluyor. Zaman zaman gevşetse de, sanayisini sıkı biçimde koruyor.

Klasik iktisatçıların önerdiği “serbest ticaret”e izin vermiyor.

Gerekçesi de daha çok ülkenin kuzeyinde yer alan sanayisini korumak ve, daha önemlisi, “dünyanın önde gelen sanayileri ile rekabet edebilir hale getirmek.” 2. Dünya Savaşı sonunda ABD “serbest ticareti” savunur hale geliyor ve küresel yapılanmayı da buna göre öneriyor.

ABD’nin bu dönemde “serbest ticaretçi” olmasının nedeni, sanayilerinin artık dünyadaki sanayilerle  rekabet edebildiğini, daha düşük maliyetle üretim yapabildiğini görmesidir. (Yeri gelmişken; 1800’lü yıllarda Osmanlı’da sanayi yoktur ama, dönemin aydınlarının ve idarecilerinin önemli bölümü “serbest ticareti” savunurlar.)

2010’lu yıllara gelelim. 2016 başkanlık seçimi öncesinde, sırasında ve sonrasında özellikle Çin’e karşı Trump’ın gümrük vergisi yükseltme söylemi başlıyor. 2018 ve 2019’da Çin’den yapılan ithalatın önemli bölümü için ve tüm ülkelerden yapılan demir, çelik ve alüminyum ithalatı için gümrük vergileri yükseltiliyor. Diğer ülkeler içinde Türkiye de var.

2018 ve 2019 yıllarında ABD, Çin’den ithal ettiği ürünlerin değer olarak yüzde 60’dan fazlasının gümrük vergilerini yükseltiyor. Gümrük vergileri, çoğunluğu tek hane oranlardan, yüzde 25’e yükseliyor. Tong ve Zhang (2023)

ABD’nin Çin’den yaptığı ithalata ek vergi koyduğu sektörlerin ithalatı 2017 ile 2022 arasında yüzde 12,5 azalmıştır. Tong ve Zhang (2023). Ancak, aynı sektörlerin Çin dışındaki ülkelerden yaptığı ithalat önemli ölçüde artıyor. Bunlar genellikle diğer Asya ülkeleridir ve onların da Çin’den yaptığı ithalat yükseliyor.

Covid-19 küresel salgını ile bazı sektörlerde arz zincirleri kırılıyor. Bu kırılma yarı-iletken sektörü gibi yeni teknoloji sektörlerinde daha dikkat çekiyor. Bu kırılmaların da etkisiyle “yerli ve milli üretim” sloganı başta ABD’de ve, Türkiye dahil, her yerde daha çok duyuluyor.

1940’lardan sonra ABD’nin sloganı olan «serbest ticaret ile kalkınma ve büyümeyi bizzat ABD  unutuyor. Yüksek gümrük vergileri getiriyor. ABD’nin gerekçesi “haksız rekabet ve ulusal güvenlik” oluyor. Sonuçta küresel ticaret GSYH oranı olarak daralıyor.

Sektörel ticaret savaşları, gemicilik ve AB’nin vergileri

Toplam ticaret içinde payı en hızlı yükselen sektör, hem mallarda, hem hizmetlerde ICT (Bilgi ve İletişim Teknolojileri) sektörüdür. Asıl savaşlar da ICT ve yeşil üretime katkı yapan sektörlerdedir.

Şöyle ki, ABD Başkanı Biden, 2024 Mayıs ayında, Trump ile rekabet içinde, Çin’den yapılan elektrikli araçlar (EV) ithalatının gümrük vergisini yüzde 100’e, güneş panellerinin vergisini yüzde 50’ye ve EV pillerinin (batarya) vergisini de yüzde 75’e yükselteceğini açıkladı.

Bunu duyan Trump, seçim kampanyasında vergileri Biden’ın önerdiğinin iki katına (sırasıyla yüzde 200, yüzde 100 ve yüzde 150’ye çıkaracağını vurguladı. Biden vergileri 27 Eylül 2024’te yürürlüğe girdi.

Vergiler şu nedenlerle arttırılmış oluyor.

(i) Bu sektörlere verilen teşviklerin de devreye girmesiyle üretimin verimli olarak yapılması ve artmasına yönelik zaman kazandırmak için

(ii) Ticaret açıklarının kapanması için

(iii) başkanlık seçim yarışında siyaset malzemesi olarak kullanmak için.

Dikkat edelim;

(1). İthalat vergisi arttırılmış olan sektörler yeşil üretim yapan veya onlara girdi sağlayan sektörlerdir.

(2). Eğer Çin bu sektörlere sübvansiyon veriyorsa dünyada karbon miktarını azaltmaya yardım ediyor demektir. Yani Çin bir dışsallık sağlıyor demektir. Ceza alması gerekmez.

(3). Kaldı ki, en önemlisi, başta ABD olmak üzere bu tür sektörlere tüm dünya sübvansiyon ve destek veriyor.

Çin’in ilgili sektörlerde çok sübvansiyon verdiği ve bu sektörlerde atıl kapasite yarattığı söyleniyor. Çin’in yarattığı atıl kapasite varsa kendi sorunu olması gerekir.  

İlgili bir başka örnek gemicilik sektörüdür. Foreign Policy dergisindeki makalesinde Demarais  (Nisan 2024) şöyle bir soruyla başlıyor; “Her gün ABD limanlarına yanaşan binlerce gemiden kaç tanesi ABD’de yapılmıştır? Yanıt şaşırtıcı olabilir. Uluslararası taşımacılık yapan gemilerden ancak yüzde 1’i ABD yapımıdır.”

Bu noktadan hareketle gemi sektörü, işçi sendikalarının öncülüğünde, ABD Ticaret Temsilciliğine (TR) şöyle diyor; “ABD, yerli gemi yapımı sanayisini desteklemek zorundadır, bu sektörün zayıf durumu büyük sübvansiyonlarla desteklenen Çin’in adaletsiz uygulamalarından kaynaklanıyor.”

Böylece sektörden şu öneri geliyor; “Eğer uluslararası taşımacılık şirketleri Çin yapımı gemilerle ABD limanlarına yanaşırlarsa, önemli bir ücret ödesinler. Diğer ülke yapımı gemiler ödemesin.”

Hemen ertesinde Başkan Biden gemicilikte (yapımında ve ulaşımında) Çin uygulamaları için soruşturma başlatıyor.

Aynı yazar diyor ki; “Çin, EV, yarı iletkenler, piller ve güneş panelleri yanında gemicilik sektörüne de önem veriyor. Burada da bir gerginlik yaratılabilir....ve sektörün mavi yakalılarından destek ve oy alınabilir.” Bu inanılmaz.

AB de, ABD’nin peşinden, 2024 Ekim ayı başında vergi silahını çekti ve Çin'den ithal edilen EV’lere vergi artışı getirme kararı aldı. Oran yüzde 45’e kadar çıkacak, Kasım ayında başlayacak ve uygulama 5 yıl için olacak. AB Komisyonu şöyle diyor: ABD ve Kanada vergi oranlarını yükselttiler, bu nedenle Çin ihracatını şimdi AB’ye yöneltecek.

Ancak karara Almanya itiraz ediyor, çünkü Çin misilleme yapacağını açıkladı ve Almanya’nın Çin’e önemli otomobil ihracatı var. Oylama sonucu 10 gümrük vergisi lehine, 12 çekimser ve 5 vergi aleyhine oldu. Fransa, İtalya ve Polonya lehte oy verdikleri için vergi önerisi geçmiş oluyor. Ancak Çin ile görüşmeler sürecek.  

AB’nin vergi artışında da gerekçe yine Çin’in verdiği yüksek sübvansiyonlar ve haksız rekabettir. 

Yaklaşık 10 yıl önce AB’de Çin’in güneş panellerine vergi artışı getirilmedi ve şimdi bu konuda AB piyasasının yüzde 90’a yakını Çin’in elindedir.  

Diğer yandan, yüksek vergileri aşmak için Çinli otomobil üreticileri AB içinde üretim yapmak üzere girişim başlattılar. Ancak başlıca AB otomobil üreticileri bundan da korkuyorlar çünkü bu girişimler yerel otomobil üretimini geriletecektir.

Bu noktada belirteyim; ABD’de ve AB’de yükseltilen vergiler Çin’de üretilen araçlar içindir ve Çin dışındaki ülkelerden ithal edilenler aski vergi oranlarına tabidir. Bu nedenle Çinli üreticiler AB’de ve Türkiye’de üretim için başvuruda bulundular.

Türkiye’de TOGG ve diğer otomobil üreticileri

Türkiye’de üretim için başvuran iki Çin araç üreticisi var. Bunlar daha çok AB’ye ihracatı düşünüyorlar, ama elbette iç pazara da yönelecekler. Çinli üreticilerin üretimi özellikle EV’leri oldukça düşük maliyetle yaptıkları biliniyor. Bu durumda TOGG’un durumu ne olacaktır?

Son dönemde TOGG’un satış yapmakta zorlandığı ve bu nedenle çok düşük faizli krediler verdiği  ifade ediliyor. Bir de Çinli üreticilerin rekabeti gelince TOGG üretimi mutlaka olumsuz etkilenecek. Zaten TOGG ölçek olarak görece küçük bir kapasiteye sahiptir ve birim maliyeti yüksektir.

Türkiye’deki diğer araç üreticilerinin rekabeti de etkilenecektir. Ancak asıl sorun şöyle bir soru ile ilgilidir:

ABD’de Trump, sadece Çin’de üretimi yapılanlara değil, tüm ülkelerde üretilen Çin markalı EV’lere de aynı yüksek gümrük vergilerini uygulayacağını söylüyor. Benzer bir yaklaşımı AB ülkeleri de kabul ederse, Çin markalı EV’lerin Türkiye’den AB’ye ihracatı ve üretimi ne olacak?

Üstüne bir de Çin hükümetinin teknoloji paylaşımı konusunda getirdiği kısıtlamalar var. Tüm bunları dikkate alınca Çin markalarının yatırımı ve üretimi konusunda sorunlar yaşanabilir.

Görüldüğü gibi, ABD’de alınan gümrük vergilerini yükseltme kararı AB ve Türkiye dahil olmak üzere tüm ülkeleri etkiliyor ve dikkate alınmak zorunda.   


Kaynaklar

Demarais, Agathe (Nisan 2024) Forget About Chips - China Is Coming for Ships

Foreign Policy

Tong Hui ve Entian Zhang ( 2023) US - China Tensions and Trade Relocation: The Role of Financial Development. World Bank.


Ercan Uygur kimdir?

Türkiye'nin önde gelen ekonomistleri arasında yer alan Prof. Dr. Ercan Uygur, 1969'da ODTÜ'yü bitirdi. Mezuniyetinin ardından Devlet Planlama Teşkilatı'nda (DPT) 'uzman yardımcılığı' sınavına girdi. Ancak, Uygur'un da aralarında olduğu sınavda başarılı olan üç kişi göreve başlatılmadı.

Uygur, daha sonra sınavına girdiği Maliye Bakanlığı'nda göreve başladı. Bir yıl sonra iki yıllık lisansüstü öğrenim bursu için OECD'ye yaptığı başvuru, davet edildiği mülakatın ardından kabul edildi. İngiltere Warwick Üniversitesi'nde yüksek lisans eğitimi aldı. Doktorasını East Anglia Üniversitesi'nde yaptı; bu sırada bir yıl 'ekonometri' dersi verdi. 1977 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi (Mülkiye) İktisat ve Maliye Bölümü'ndeki 'ekonometri' kürsüsünde asistanlık sınavına girdi; aynı yıl bu kürsüde göreve başladı.

Doçentlik çalışmaları için 1981'de dokuz aylık Norveç Hükümeti bursu ile bu ülkeye gitti, Prof. Dr. Leif Johansen ile çalıştı. Türkiye'deki doçentlik sözlü sınavının yapılacağı gün, 1402 Sayılı Sıkıyönetim Kanunu ile iki jüri üyesi, Prof. Dr. Tuncer Bulutay ve Prof. Dr. Nuri Karacan üniversiteden uzaklaştırılınca yapılamayan jüri toplantısı yedi ay sonra gerçekleştirilebildi. 12 Eylül 1980 darbesini izleyen süreçte üniversiteden uzaklaştırılan Türkiye'nin önde gelen iktisatçılarından Prof. Bulutay'ın "Bizleri temsilen Mülkiye'de kalacaksın" dediği Uygur, 1983'te 'doçent' unvanını aldı.

1988'de Fulbright bursu ile ABD'ye gitti, Prof. Dr. Lawrence Klein ile LINK projesinde çalıştı. 1989'da 'profesör' unvanını aldı. 1994-2012 döneminde Koç Üniversitesi'nde yaz dersleri verdi.

Mülkiye'den 2010 sonunda erken emekli oldu. Mülkiye'de öğretim üyesiyken şu kurumlara danışmanlık yaptı: - İslam Ülkeleri İstatistik, Ekonomik ve Sosyal Araştırma ve Eğitim Merkezi (1986-1994) - Wharton Econometric Forecasting Associates (1988-1991) - T. C. Merkez Bankası (1988-1993 ve 1997-1998) - Devlet İstatistik Enstitüsü, TÜİK (1990-1996) - ILO / Uluslararası Çalışma Örgütü (proje danışmanı, 1990) - T. C. Hazine Müsteşarlığı (proje danışmanı, 1992-1993 ve 1997-1999) - Dünya Bankası (proje danışmanı, 1999, 2002, 2009, 2010-2011) - Birleşmiş Milletler ECE (proje danışmanı, 1999-2000) - Third World Network (2009)

Yeni Yüzyıl gazetesinde köşe yazarlığı (1995-1998), Mülkiye'de İktisat Bölümü Başkanlığı (1996-2008), Ankara Üniversitesi Bilim Kurulu üyeliği (2002-2010), Türkiye Ekonomi Kurumu Başkanlığı (2003 -2019), Ekonomi-Tek dergisi editörlüğü (2012-2020), Uluslararası Final Üniversitesi Rektör Yardımcılığı ve İİBF Dekanlığı (2016-2021) yaptı.

2011'de Uluslararası Ekonomi Birliği (IEA) Danışma Kurulu üyeliğine seçildi, bu görevi halen devam ediyor. 2012'de Kyoto Ödülü Danışma Kurulu üyeliğine davet edildi; editörlüğünü yaptıkları dahil olmak üzere Türkçe ve İngilizce 12 kitabı yayımlandı, 50'nin üzerinde bilimsel makale yazdı. Eylül 2021'den itibaren, Mülkiye'den öğrencilerinin kurup yönettiği T24'te köşe yazısı yazıyor. Prof. Dr. Ercan Uygur, 38 yıllık üniversite hayatını; 18 Mayıs 2017'de davet edildiği Mülkiyeliler Birliği Çarşamba Söyleşileri'nde Prof. Dr. Tuncer Bulutay'ın konuşması için koyduğu başlıkla özetliyor: "ODTÜ'de Öğrenci, Mülkiye'de Hoca…"

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Nobel Ekonomi Ödülü verilen çalışmalar ne diyor, Türkiye için ne mesaj veriyor?

Ödül alan üç yazarın çalışmalarından ortaya çıkan bir sonuç şudur: Hukukun, adaletin ve kurumların zayıf olduğu ortamlarda, toplum sisteme genellikle güvenmiyor, istismar edilip sömürülüyor ve sonuçta büyüme ve toplumsal ilerleme sağlanamıyor

Savaş ve enflasyon

Yargı kurumları, güvenlik kurumları, devlet okulları yanında merkez bankası, TÜİK gibi kurumlara güven yok. Bir savaş yaşamadık ama daha da beterini yaşamış gibiyiz. Yoğun bombalar altındaki Filistin’de enflasyon neredeyse Türkiye’ninki kadar

Bizim program ne yana düşer usta?

Hükümetin ve bazı yabancı kurumların yaptığı açıklamalardan anlaşılabileceği gibi, Türkiye’de 16 aydır uygulanan “program” ancak ortodoks olabilir. Zaten hükümet kendisinin yönettiği ve yönlendirdiği fiyatlarda sürekli artış yapıyor. Bu artışlar da diğer fiyat artışları için sinyal etkisi yaratıyor. Ancak, uygulanan programa ortodoks da diyemiyoruz

"
"