Son yıllarda sığınmacı, mülteci ve göçmen hareketleri tüm dünyada giderek yoğunlaşıyor. Bu hareketler birçok ülkede özellikle seçimlerde önde gelen gündem maddesidir. Avrupa ve Kuzey Amerika ülkelerinde bu hareketleri engellemek için vizeler, hatta vize başvuruları sınırlanıyor.
Bu da yetmiyor, yine AB’de ve ABD’de sığınmacıların ve mültecilerin geri gönderilmesi için programlar tartışılıyor. ABD’de yeni seçilmiş Başkan Trump’ın Ocak 2025’te iktidarı devraldığında sığınmacıları ve göçmenleri nasıl geri göndereceği konusunda değişik senaryolar var.
Sığınmacılar ve mülteciler konusu sosyal, ekonomik ve siyasi yönleriyle elbette Türkiye’yi de yakından ilgilendiriyor. Üstelik Türkiye bu göç hareketlerinin hem alanı, hem vereni durumunda.
Türkiye’ye gelenleri özellikle Suriyeli ve Afganlar bağlamında haklı olarak çok tartışıyoruz ama, Türkiye’den gidenler de çok önemli bir konudur, Türkiye’nin kanayan bir başka yarasıdır. Verilere bakınca, “Türkiye neden bu duruma düşürüldü” sorusu saplanıp kalıyor. Aşağıda ilgili verileri ortaya koyup tartışıyorum.
Konu şöyle dikkatimi çekmişti. Önce İtalya, sonra Polonya ve başka ülkeler kendi üniversitelerine kabul edilmiş, hatta kayıt ücretlerini de ödemiş binlerce Türk öğrencinin vize başvurusuna, aylar süren gecikmeler sonrasında, onay vermediler. Öğrenciler o ülkelere giriş yapamaz dediler.
Sığınmacı riski taşıyanlar
Türk öğrencilerin vize başvurularına neden onay verilmediği, neden eğitim haklarının engellendiği ve mağdur edildikleri sorusuna AB ülkeleri çoğunlukla şöyle yanıt veriyorlar: “Sığınmacı (veya ilticacı) olma riski var.” T24 (1 Aralık 2024).
Yapılan bu haksızlığa ve mağduriyete öğrenciler isyan ettiler, ediyorlar, ancak ellerinden de birşey gelmiyor. Bu konuda resmi muhatap Milli Eğitim Bakanlığı olmalı. Bu bakanlık, eğitimi din temeline oturtmak ve tarikatlara gelir ve istihdam yaratmakla çok meşgul. Mağdur öğrencilerle ilgilenir mi?
Tarikatlar dine, müslümanlığa farklı yorumlar getiren, bir bölüşüm çekişmesine giren gruplar. Milli Eğitim Bakanlığı bazı tarikatları destekleyerek dinde tartışmalar ve gruplaşmalar mı yaratmak istiyor? Osmanlıda eğitim birliği tarikat tartışmaları nedeniyle olamadı, çöktü. Bu mu isteniyor?
Milli Eğitim Bakanlığına da tarikat tartışmaları için bir görev mi verildi acaba? Bir de şu soru var: Neden birçok öğrenci yurt dışında daha iyi eğitim alacaklarını düşünüyor? Eğitim kurumlarımız, üniversitelerimiz neden bu kadar zayıflatıldı?
Konunun başka resmi muhatapları Dışişleri Bakanlığı ve YÖK olmalı. Dışişleri Bakanlığının önde gelenleri Suriye’de cihatçı HTS’nin önde gelenleriyle kahve içiyorlar. Suriye’deki değişimden “zafer payı” çıkarıp itibar kazanacaklar, öğrenci mağduriyetlerine ayıracak zamanları yoktur. Rusya ve İranla varılan anlaşmaların tersine ABD ve İsrail ile aynı gemiye binip ne yöne giderler acaba?
Sığınmacılar konusunda yanıt bekleyen çok soru var. Örneğin, sığınmacı ve mülteci hareketlerinin hangi siyasi, sosyal ve ekonomik nedenleri var? Bu bağlamda, sığınmacılar ve mülteciler neden bazı ülkelere daha çok yöneliyorlar? Bu sorulara aşağıda kısaca yanıt vermeye çalışıyorum.
Eğitim hakları engellenen Türk öğrenciler, AB ülkelerinin kendilerine açıkça farklı davrandığını söylüyorlar. Bu yazıda bana düşen, bu farklı ve ayrımcı davranışı açıklamaya çalışmak. Özellikle bazı ülkelerin neden “iltica riski” var dediğini anlamaya çalışmak.
Bu soruya yanıt vermek üzere AB ve OECD ülkelerinde sığınmacı verilerini incelemeye çalıştım. Ama önce konuyla ilgili UNHCR (BM Mülteciler Yüksek Komiserliği) kavramlarını hatırlayalım.
Sığınmacı (asylum seeker), ülkesinde savaş, çatışma, politik baskı, eziyet gördüğü, veya görme riski olduğu için ülkesini terk etmek zorunda kalan ve başka bir ülkeye sığınan kişidir.
Mülteci (refugee), sığınmacı olduğu resmen kabul edilmiş ve belgelenmiş kişidir; belgeleme sığınılan ülkenin resmi kurumları ve/veya UNHCR tarafından yapılır. Mülteci, yasal koruma ve maddi yardım hakkına kavuşur.
Göçmen (immigrant), ülkesini terk edip daha iyi koşullar olduğu için başka bir ülkede yaşamayı tercih eden kişidir. Taşınabilir varlıklarını ve ailesini genellikle yeni ülkesine götürür. İstediği zaman eski ülkesine dönebilir. Yeni ülkede ikamet izni vardır, vatandaş da olabilir.
Suriyeli, Afgan ve Türk sığınmacılar
Yukarıdaki tanımlara göre sığınmacılık, mülteciliğin ilk aşamasıdır. OECD’nin derlediği verilere göre, 38 OECD üyesi ülkeye 2013 yılında 566 bin sığınmacı başvurusu yapılmış. Bunun yüzde 19,4’ü Almanya’ya, yüzde 14,9’u ABD’ye olmuş. Aynı yıl Türkiye’ye yapılan sığınmacı başvuru sayısı toplamın yüzde 7,9’udur.
Sonraki yıllarda sığınmacı sayısı hızla artmış, tüm OECD ülkelerine 2022’de 2 milyon 94 bin kişi, 2023 yılında 2 milyon 725 bin kişi başvurmuştur. 2023’te ABD’nin toplam içindeki payı yüzde 43,2; Almanya’nın payı yüzde 12,1’dir. Suriyeliler sınırdan geçtiklerinde anında korumaya alındıkları için Türkiye’de tanım gereği Suriyeli sığınmacı yoktur.
Türk vatandaşlarının başlıca AB ve OECD ülkelerine yaptıkları sığınmacı başvurularına bakalım. AB’de en çok sığınmacı başvurusu iki büyük ekonomiye, Almanya ve Fransa’ya olmaktadır.
Bu iki ülkenin sığınmacı ve mülteci işgücüne ihtiyacı ve talebi vardır. Sığınmacılar bu nedenle bu iki ülkeye, daha çok da Almanya’ya yöneliyorlar. Almanya’ya (2023’te) en çok sığınmacı başvurusu yapan ilk beş ülke Tablo 1’de sıralanmıştır.
Tablo 1: Almanya’ya Başvuru Yapan Sığınmacı Kişi Sayısı
Tabloda görüldüğü gibi, sıralamada Türkiye Suriye’nin ardında ve Afganistan’ın önünde ikinci sırada yer alıyor. Bu sıralamada dikkat çeken, mutsuzluk veren birkaç nokta var.
1) Sığınmacı ihraç eden ilk beş ülkenin tümü müslüman ülkelerdir.
2) Suriye, Afganistan, Irak, hatta İran yakın zamanda savaş veya yoğun iç veya dış gerginlik yaşamış ülkelerdir. Türkiye bunları yaşamadı, ama neden listenin ikinci sırasında? Sorunu ne?
Türkiye’de sığınmacı tanımında yer alan savaş ve çatışma olmadığına göre, geriye politik baskı ve eziyet kalıyor. Vatandaşlarımız politik baskı ve eziyet görüyor öyleyse. İktidardaki hükümetin bu konuda bir açıklama yapması gerekmez mi? Sığınmacı olurlarsa olsunlar mı diyor hükümet? Böyle bir anlayışı nasıl kabul edelim?
3) Türkiye’nin ihraç ettiği sığınmacı sayısı çok hızlı artıyor. Nedeni nedir? Örneğin 2015’te yalnızca 1500 sığınmacımız var. 2016 ve sonrasında 8-10 binlere çıkıyor. Bu hızlı artış, FETÖ darbe girişimi sonrasına geliyor.
Peki 2021 sonrasına ne diyeceğiz? Bu dönem, ekonominin ters yüz edildiği ve birlikte siyasi baskıların da arttığı bir dönemdir. Baskılarla ekonomi, sosyal ve siyasi yapı düzelmez.
AB’de ikinci en çok sığınmacı başvurusunun olduğu ülke Fransa’dır. Tablo 2’de Frans’nın aldığı sığınmacı başvuruları yer alıyor. Ülke sıralaması ve gelişmeler aynen Almanya’da olduğu gibidir. Türkiye’den giden sığınmacılar Afganistan ve Gine’nin ardından üçüncü sırada.
Türkiye’nin Fransa’ya sığınmacı başvurularında hızlı yükselişi yine 2021 ve sonrasında oluyor. Bu hızlı yükseliş için Almanya bağlamında söylediklerimiz aynen geçerlidir. Burada sıralamadaki ülkeler biraz farklı; Fransa’nın Afrika bağlantısı nedeniyle iki Afrika ülkesi de var.
Tablo 2: Fransa’ya Başvuru Yapan Sığınmacı Kişi Sayısı
Sığınmacı başvurusu bakımından AB’de Avusturya, Hollanda, İsveç de üst sıralarda yer alıyorlar. Üst sıralarda AB üyesi olmayan Kanada, İsviçre gibi ülkeler de var. Avusturya verileri Tablo 3’te, İsviçre verileri de Tablo 4’te yer alıyor.
Tablo 3: Avusturya’ya Başvuru Yapan Sığınmacı Kişi Sayısı
Tablo 4: İsviçre’ye Başvuru Yapan Sığınmacı Kişi Sayısı
Hangi tabloya bakarsak bakalım, sonuç aynı. Avusturya’ya sığınmacı başvurusunda Türkiye üçüncü sırada, İsviçre’ye yapılan başvurularda ise Türkiye ilk sırada. Türkiye, Hollanda’ya yapılan başvurularda ikinci sırada. Kanada’da ise dördüncü sırada.
Sonuçta Türkiye vatandaşları, sığınmacı başvurusu yapanlar içinde en üst sıralarda yer alıyor. Türkiye’nin Suriye, Afganistan, Irak, Eritre, Somali, Gine gibi ülkeler ile aynı listeler içinde yer alması ve sıralamada hızla tırmanması görenleri ürkütüyor olmalı.
Eğitimi çok zayıflatan, daha çok baskı ve eziyet yapan siyasi iktidar elbette bu sonucun sorumlusudur. Peki AB ülkeleri Türklere, özellikle Türk öğrencilere farklı davranmakta, ayrımcılık yapmakta haklı mıdır? Kesinlikle hayır. İnsan haklarına aykırı davranıyorlar.
Şu noktanın da altını çizmek gerekir. AB ve OECD ülkeleri, eğitimi desteklemek üzere, yüksek öğretime yönelen öğrenci adaylarına daha kolay sığınmacı ve mülteci hakkı vermeyi ilke edinmişlerdir. Bu nedenle, sığınmacılığı bahane ederek Türk öğrencilere ayrımcılık yapmaları kabul edilemez.
Hükümetin bu konulardan haberdar olup olmadığını da bilmiyoruz. OECD, eğitimi bir ülkenin beka sorunu olarak görüyor. Türkiye’de ise iktidar, eğitimi kendi bekasının sorunu olarak görüyor. Vatandaşların, ülkenin geleceğini değil, kendi geleceğini düşünüyor.
Kaynaklar
T24 (1 Aralık 2024) AB vize politikaları Türk öğrencileri mağdur etti!
https://t24.com.tr/haber/ab-vize-politikalari-turk-ogrencileri-magdur-etti,1200079
Ercan Uygur kimdir?
Türkiye'nin önde gelen ekonomistleri arasında yer alan Prof. Dr. Ercan Uygur, 1969'da ODTÜ'yü bitirdi. Mezuniyetinin ardından Devlet Planlama Teşkilatı'nda (DPT) 'uzman yardımcılığı' sınavına girdi. Ancak, Uygur'un da aralarında olduğu sınavda başarılı olan üç kişi göreve başlatılmadı.
Uygur, daha sonra sınavına girdiği Maliye Bakanlığı'nda göreve başladı. Bir yıl sonra iki yıllık lisansüstü öğrenim bursu için OECD'ye yaptığı başvuru, davet edildiği mülakatın ardından kabul edildi. İngiltere Warwick Üniversitesi'nde yüksek lisans eğitimi aldı. Doktorasını East Anglia Üniversitesi'nde yaptı; bu sırada bir yıl 'ekonometri' dersi verdi. 1977 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi (Mülkiye) İktisat ve Maliye Bölümü'ndeki 'ekonometri' kürsüsünde asistanlık sınavına girdi; aynı yıl bu kürsüde göreve başladı.
Doçentlik çalışmaları için 1981'de dokuz aylık Norveç Hükümeti bursu ile bu ülkeye gitti, Prof. Dr. Leif Johansen ile çalıştı. Türkiye'deki doçentlik sözlü sınavının yapılacağı gün, 1402 Sayılı Sıkıyönetim Kanunu ile iki jüri üyesi, Prof. Dr. Tuncer Bulutay ve Prof. Dr. Nuri Karacan üniversiteden uzaklaştırılınca yapılamayan jüri toplantısı yedi ay sonra gerçekleştirilebildi. 12 Eylül 1980 darbesini izleyen süreçte üniversiteden uzaklaştırılan Türkiye'nin önde gelen iktisatçılarından Prof. Bulutay'ın "Bizleri temsilen Mülkiye'de kalacaksın" dediği Uygur, 1983'te 'doçent' unvanını aldı.
1988'de Fulbright bursu ile ABD'ye gitti, Prof. Dr. Lawrence Klein ile LINK projesinde çalıştı. 1989'da 'profesör' unvanını aldı. 1994-2012 döneminde Koç Üniversitesi'nde yaz dersleri verdi.
Mülkiye'den 2010 sonunda erken emekli oldu. Mülkiye'de öğretim üyesiyken şu kurumlara danışmanlık yaptı: - İslam Ülkeleri İstatistik, Ekonomik ve Sosyal Araştırma ve Eğitim Merkezi (1986-1994) - Wharton Econometric Forecasting Associates (1988-1991) - T. C. Merkez Bankası (1988-1993 ve 1997-1998) - Devlet İstatistik Enstitüsü, TÜİK (1990-1996) - ILO / Uluslararası Çalışma Örgütü (proje danışmanı, 1990) - T. C. Hazine Müsteşarlığı (proje danışmanı, 1992-1993 ve 1997-1999) - Dünya Bankası (proje danışmanı, 1999, 2002, 2009, 2010-2011) - Birleşmiş Milletler ECE (proje danışmanı, 1999-2000) - Third World Network (2009)
Yeni Yüzyıl gazetesinde köşe yazarlığı (1995-1998), Mülkiye'de İktisat Bölümü Başkanlığı (1996-2008), Ankara Üniversitesi Bilim Kurulu üyeliği (2002-2010), Türkiye Ekonomi Kurumu Başkanlığı (2003 -2019), Ekonomi-Tek dergisi editörlüğü (2012-2020), Uluslararası Final Üniversitesi Rektör Yardımcılığı ve İİBF Dekanlığı (2016-2021) yaptı.
2011'de Uluslararası Ekonomi Birliği (IEA) Danışma Kurulu üyeliğine seçildi, bu görevi halen devam ediyor. 2012'de Kyoto Ödülü Danışma Kurulu üyeliğine davet edildi; editörlüğünü yaptıkları dahil olmak üzere Türkçe ve İngilizce 12 kitabı yayımlandı, 50'nin üzerinde bilimsel makale yazdı. Eylül 2021'den itibaren, Mülkiye'den öğrencilerinin kurup yönettiği T24'te köşe yazısı yazıyor. Prof. Dr. Ercan Uygur, 38 yıllık üniversite hayatını; 18 Mayıs 2017'de davet edildiği Mülkiyeliler Birliği Çarşamba Söyleşileri'nde Prof. Dr. Tuncer Bulutay'ın konuşması için koyduğu başlıkla özetliyor: "ODTÜ'de Öğrenci, Mülkiye'de Hoca…"
|