10 Aralık 2023

Musul Valisi Tepeyran'ın petrol mücadelesi: Ham petrolü dalından koparamayan Wilhelm II

1898 yılında, Musul Valisi Ebubekir Hazim Tepeyran'ın müthiş bir öngörü ve titizlikle ile başlattığı Osmanlı petrolünün hikâyesi, Padişah II. Abdülhamid ve sonrasında İttihat ve Terakki yönetimlerinin beceriksiz ve kısa vadeli siyasi ve ekonomik politikalarıyla hayal kırıklığıyla sonuçlanmış, büyük umutlar beslenen petrol iyi niyetli ve gayretli yöneticilere rağmen emperyalist devletlere tepsi üzerinde servis edilmiştir

Osmanlı'nın kadim şehri Musul'u 1900'lü yılların başlangıcındaki haliyle en iyi anlatanlardan biri dönemin Valisi Ebubekir Hazim Tepeyran'dır. Ülkenin neredeyse her köşesinde yıllarca valilik ve yöneticilik yapan Tepeyran, anılarında Musul'da bulunduğu dönemden bahseder. Şehri ve yaşadığı olayları, o dönemde karşılaştığı insanları anlatır. Adeta resimleyerek bir tablo gibi okurlarına sunar.

Ebubekir Hazim Tepeyran

Tepeyran, 1898 yılı Şubat ayının on sekizinde Senegal isimli oldukça yaşlı bir gemiyle yeni atandığı Musul'a doğru yola çıktığında, uzun yolculuğunda ilk durağı İskenderun olacaktır. Urfa üzerinden gittiği Musul'da 1901 yılının sıcak Haziran ayına kadar görev yaparken, petrolün değerlendirilmesi ve şehrin güvenliği gibi konularda oldukça önemli girişimlerde bulunur. Çalışmaları ile tarihe not düşer.

Musul Vilayeti, Ebubekir Hazim Tepeyran'ın Vali olarak görev yaptığı dönemde, imparatorlukta yalnız petrol diyarı değil her türlü değerli maden ve ürünün bulunduğu, çıkarıldığı ve yetiştirildiği çok önemli bir idari merkezdir. Erimiş bir altın gibi değerli olduğu için, petrolün pırıltılı şöhretinin vilayetin diğer doğal kaynaklarını gölgede bıraktığı söylenir. Bu emsalsiz şehrin yüzyıllarca ihmal edilerek, değeri biçilemez doğal kaynaklarından faydalanılmamış olması, aydın yöneticilerine rağmen güçsüz kalan imparatorluğun ilgisizliğine bağlanabilir. Bu değerli servet daha sonra düveli muazzama, yani büyük devletler arasındaki ekonomik savaşın, belki de Birinci Cihan Savaşı'nın nedeni olacaktır. Önce Almanlar sonrasında İngiliz ve Fransızlar petrolün peşine düşerek, her fırsatta Musul ve çevresini Osmanlı'dan nasıl koparacaklarının hesabını yapacaklardır.

1914 yılı Ağustos ayında Osmanlı İmparatorluğu'nun kiminle aynı safta yer alacağını da bu şartlar belirlemiştir. Vali Ebubekir Hazim Tepeyran anılarında bu konuda İstanbul'un gözünü açmaya çalıştığını ancak, tüm gayretine rağmen başarılı olamadığını yazar. Saray'ın Alman'lara olan hayranlığı ve aşkının, bu büyük uyarının gözden kaçırılmasının en büyük nedeni olduğunu düşünüyorum.

1908 yılında, II. Meşrutiyet ilan edilmeden önce Osmanlı ülkesinde keşfedilmiş ve keşfedilecek petrol ve diğer doğal kaynakların işletilme imtiyazı önceden padişahın özel hazinesine, Hazine- i Hassa'ya alınmış olduğundan, işletilmeleri yıllık ikişer, üçer yüz lira gibi komik bedellerle mültelzim denilen aracılara ihale edilerek yapılırdı. Petrol, mültelzim denilen taşeronlarca oldukça ilkel yöntemlerle, neredeyse elle temizlendikten sonra mahallinde on beş kilosu yirmi kuruş gibi yok pahasına satılırdı. Karşılaştırmak gerekirse, o günlerde İstanbul'a Romanya ve Rusya'dan gelen petrolün kilosunun on beş kuruş olduğunu Tepeyran'ın anılarından öğreniyoruz.

Musul petrolü yeterince rafine edilmediğinden yakıldığında çok ağır bir koku bırakır, verimli olmamasından dolayı da çadırlarda yaşayan aşiretler ve mahalli belediyeler (sokak fenerleri için) dışında alıcı bulamazdı. Bu arada, Rus ve Romen petrolleri, kelek denilen nehir kayıklarıyla Diyarbakır'dan getirilirken, Cizre ve yakınlarında sık sık Hamidiye Süvari Alaylarının saldırısına uğrar; Musul'da on beş kiloluk tenekesi altmış kuruştan ucuza satılamazdı. Hamidiye alaylarının bu hırsızlığı sadece petrol taşımalarına yönelik değildi. Neredeyse bütün ticari ürünler, benzer şekilde bu haydutların saldırı ve çalma girişimlerine maruz kalır, fiyat kontrolü nedeniyle fahiş fiyatlarla pazarlarda müşteri beklerdi.

Vali Tepeyran, valiliğinin daha ilk günlerinde bu işe el atarak Musul petrolünün değerlendirilmesi için çareler aramaya başlayacaktır. Göreve geldiğinde ilk işlerinden biri, şehrin ileri gelenleri ve zenginlerini toplayıp, durumu anlatmak ve sonuç alacak kararların önünü açmak olur. Sonunda, yörenin doğal kaynağının hak ettiği şekilde değerlendirilip, hizmete sunulması amacıyla bir şirket kurularak ciddi bir adım atılır. Yapılan toplantılarda sadece Osmanlı vatandaşlarının katıldığı, ayrıca hiçbir hissesi olmamasına rağmen şirket kazancının üçte birinin Padişah hazinesine aktarıldığı bir model geliştirilerek, durum ivedilikle İstanbul'a iletilir. İstanbul'dan kısa sürede gelen yanıt olumludur.

1899 yılı içinde, Vali Tepeyran ve arkadaşları yoğun bir çalışmaya girişerek hisse bedelini bir lira olarak belirlerler. Altmış bin lira sermayesi olan ortaklık yapısıyla, büyük umutlarla şirket kurulmakta iken hiç beklenmedik bir olay gerçekleşir. Almanya'nın İstanbul'daki Genel Konsolosu Bay Istemrih'in başkanlığında bir heyet Musul'a gelir. Konsolos'un görevi, Alman İmparatoru II. Wilhelm'e Padişah Abdülhamid tarafından bir jest olarak verilen Berlin - Bağdat Demiryolu "Bagdadbahn" ve yakın çevresinde keşif yapılmasıdır. Bu keşif sırasında tarımsal, ticari ve ekonomik incelemeler yapacak olan Konsolos, duruma göre demiryolu hattının her iki yanında alınacak imtiyazın sınırlarını belirlemekte tam yetkili kılınmıştır.

Gelen heyette Prusya Demiryolları Direktörü ve Selanik - Dedeağaç tren hattını yapan mühendis Von Kap da bulunmaktadır. Heyet üyeleri Musul'da Vali Tepeyran'ı ziyaret ederek Dahiliye Vekilinden (İçişleri Bakanı) aldıkları tavsiye mektubunu iletirler. Konsolos Istemrih Musul'da bir haftadan fazla kalmayarak Bağdat'a gideceklerini, kendilerine istedikleri bilgilerin acilen temin edilmesini Vali'den ister. Bu talebin karşılayacağını sözünü alınca çok mutlu olur. Heyet üyeleri görüşmeler sırasında, Sivas, Mamuretü'l Elazığ ve Diyarbakır'da on günden fazla beklemelerine rağmen, yetkililerden istedikleri bilgileri alamadıklarından yakınmışlardır.

Bağdat'a gitmelerinden bir gün önce aynı heyet Vali tarafından bir akşam yemeğinde ağırlanır. Yemek sırasında, odanın pencere pervazında, perdenin kenarında duran mavi renkli petrol numunelerini tesadüfen gören Von Kap bunların ne olduğunu sorunca, Vali Tepeyran bu şişelerin Musul Vilayeti içindeki en kaliteli sekiz kaynaktan getirilen petrol örnekleri olduğunu açıklayacaktır. Ayrıca Dicle nehrine en yakın yerde küçük bir rafineri kurmak için bir şirket kurmak üzere olduklarını söyler. Von Kap şişeleri birer birer dikkatle inceledikten sonra bir tanesini Vali Tepeyran'a doğru yönelterek, "Bakınız, bunun rengi ne kadar mavi ve berrak. Dünyanın hiçbir yerinde doğal halde bu derece berrak bir petrol görülmemiştir" diyecektir.

Diplomatik bir ortamda, konukların ev sahibi ve diğer konukların yanında kendi dillerinde konuşmaları çok büyük bir nezaketsizlik olmasına rağmen, misafirler aralarında bir süre oldukça yüksek bir sesle Almanca konuşurlar. Heyecanlı oldukları gözden kaçmamıştır.

Bu heyet Bağdat'a gittikten dört veya beş hafta sonra, İstanbul'dan, Padişah'ın Başmabeyn Başkatibinden (Padişah Özel Kaleminden) Vali Tepeyran'a şöyle bir mektup gelecektir:

"Valilik Makamına,

Bağdat Vilayetine bağlı Mendelli kazasında da petrol ve neft yatakları bulunduğu anlaşıldığından, sonradan yapılacak işlemlere zarar verilmemesi için yürütülmekte olan petrol şirketi kurulması çalışmalarından vazgeçilmesi hususunda Padişahımızın kararını sizlere bildiriyorum."

Vali Tepeyran, bu kahredici haber sonrasında tüm Musul halkının çok üzüldüğünü anılarında yazar. Alman heyetinin İstanbul'a dönmesi ertesinde, Berlin - Bağdat Demiryolu sözleşmesi ve şartlarında önemli değişiklikler yapılırken, demiryolu hattının her iki tarafında yer alan yirmişer kilometrelik bölgelerde, önceden keşfedilmiş ve daha sonra keşfedilecek madenlerin işletilmek üzere bir imtiyazla Almanlara verileceği bilgisi gelmiştir. Bu haber Musul ve çevresinde şaşkınlık yaratır.

Vali Tepeyran Musul'daki görevini tamamlayıp, İstanbul'a döndüğünde Sadrazam Said Paşa'yı makamında ziyaret eder. Üzüntülerini bildirerek hemen konuyu açar. Sözleşmenin ulusal çıkarlara aykırı olduğunu söyler ve iptalini önerir. Tepeyran'ı önemsemez bir şekilde dinleyen Sadrazam Said Paşa: "Vali Bey, bu sözleşme alelade bir sözleşme değildir. Çünkü Padişah tarafından imtiyaz verildikten sonra yapılmıştır. Şimdi düzeltme için neresine dokunulursa daha zararlı şartlar oluşur ve metne sokulur, kaş yapmak isterken, göz çıkarılır" der.

Sadrazam Said Paşa

Alman İmparatoru II. Wilhelm, Osmanlı İmparatorluğu'na 1898 yılında yaptığı ziyarette en büyük meyveyi, ham petrolü dalından koparmaya çalışmıştır.

II. Abdülhamid'in Almanlara verdiği bu imtiyazla ilgili müzakerelerde önemli bir rol üstlenen Deutsche Bank Genel Müdürü Arthur von Gwinner artık büyük bir sorumluluk altına girmiştir. "Bagdadbahn" olarak isimlendirilen "Berlin - Bağdat Demiryolu ve Yakın Bölgelerde İmtiyaz Projesi", benzer konu ve projelerde İngiliz, Fransız ve Ruslar kadar tecrübeli olmayan Almanları işin nasıl yapılacağı konusunda ürkütmeye başlamıştır. İşin finansmanı kocaman bir soru olarak belirmiştir.

Gwinner'a göre bu hattın yapımı ancak ve ancak Osmanlı yönetimi yeterli mali teşviği verir ve Londra'dan yeterli finansman sağlanırsa mümkün olabilecektir. Hemen Londra'ya giderek, İngiliz yatırımcılar Barings ve Ernest Cassel'in liderliğini yaptığı İngiliz sermaye grubuyla toplantı yapmayı planlar. Ancak hiç beklenmedik bir gelişme olur. İngiliz basınında o günlerde yer alan Türk aleyhtarı yayınlardan dolayı İngiliz Dışişleri Bakanı Lansdowne korkarak, projeden uzak durduğunu açıklar. Süreç aniden durmuştur. Hazinenin batılı kreditörlerin elinde rehin olmasından dolayı Osmanlı Maliyesinden Almanların beklediği teşviklerin çıkması da artık hayal olmuştur. Ama Almanlar yılmayacaktır. Musul'un İngilizlerin imtiyaz bölgesinde olduğunu bildiklerinden, Deutsche Bank 1904 yılında Musul ve Bağdat bölgesi için Padişah'tan ek petrol imtiyazları alma yoluna gider. O dönemde, petrol alanları hâlâ Padişah'ın özel hazinesi ile ilişkili olduğu için Abdülhamid de oldukça heyecanlıdır. Petrol hakkında oldukça bilgi sahibi olduğundan, büyük bir gelir beklentisi içindedir. Daha 1880'lerde Maliye Bakanı Agop Paşa Musul'a gönderilerek, gelecek vaat eden petrol kaynakları belirlenmiş, Hazine- i Hassa'ya kaydedilmiştir. Padişah, elle kazılarak yapılan petrol sondajlarına göre, modern sondajlama ekipmanları ile daha çok petrol çıkarılacağının farkındadır. Ama işler beklenildiği gibi gitmez. Deutsche Bank Genel Müdürü Gwinner'in gönderdiği iki uzmanın 1905 yılında yaptığı araştırma sonuçları iyi çıkmayınca Abdülhamid durumdan çok rahatsız olur. Deutsche Bank'ın imtiyazı beklemeye alınır.

Almanlar bu defa daha kolay bir yolu seçerek Romanya'ya yönelirler. Steaua Romania Şirketi 1903 yılında Deutsche Bank ve Wiener Bankverein'e devredildiğinden, Rumen Bakanlara gereken bahşişler dağıtılarak petrol arama, işleme, depolama ve nakil konularında yeni bir holdingle yola devam ederler.

1904 Haziran'ında Europaische Petroleum - Union Şirketi EPU kurularak faaliyete geçer. Bu şirketle, otuza yakın Amerika, Avusturya, Belçika, İngiltere, Danimarka, Hollanda, Fransa, Almanya, Romanya, Rusya ve İsviçre kökenli finans, dağıtım, üretim ve satış şirketi birbirine kenetlenmiş adeta bir ağa dönüşmüştür. Londra'daki ortaklarının elindeki pazarlama şirketlerini kısa zamanda British Petroleum BP isimli yeni bir şirket altında birleştireceklerdir. 

II. Meşrutiyet ve sonrasındaki gelişmeler

1908 yılı öncesinde Deutsche Bank ve D'arcy Exploration (Anglo- Persian Company) şirketine Hazine- i Hassa'dan birbirleriyle çakışan imtiyazlar verilmiştir. Ancak, Padişah'ın yakın adamlarıyla iyi ilişkiler kuran Almanlar, karşılığında kısa bir sürede İngilizlere göre bir adım daha öne çıkmayı başarırlar. Almanlar projelerine yeniden dört elle sarılırlar.

II. Meşrutiyet sonrasında, İttihat ve Terakki iktidarı ile yönetim modeli dahil her şey değişecektir. Padişahın şahsi malı konumundaki Hazine- i Hassa Vekaleti mülkleri önce Ticaret ve Ziraat Bakanlığına, sonra da Maliye Bakanlığına devredilir. Yeni yönetim çıkaracağı borçlanma senetleri için teminat gösterecek kaynak ararken aradığını bulmuştur. Bundan böyle iş bitirmek için kişisel bağlantıların hiçbir önemi kalmayacaktır. Kontrolün Maliye Bakanlığı'na geçmesiyle birlikte ortaya çıkan yeni gelişmeler Ortadoğu işlerine ilk defa bulaşan Amerikalıları da cezbedecektir. Amerikalı iki cesur girişimci, Bruce Glasgow ve Tuğamiral Colby Chester 1909 sonlarında ülkeye gelerek, birkaç yıl önce Almanların yaptığı cazip teklifinin aynısını Maliye Bakanlığına sunarlar. Ancak, her iki yatırımcının sermaye ve şirket yapısının belirsizliği daha fazla ilerlemelerine engel olacaktır.

İttihat ve Terakki döneminde, ilişkilerin gittikçe artması sonucunda Musul yakınlarında, Aynılgazel'deki petrol yatakları Almanlara bir yıllığına kiralanır. Finansmanı Deutsche Bank sağlamıştır. Almanlar daha da ileri gitmeye başlamıştır. Bu gelişmeler üzerine İngilizler büyük tepki gösterirler. İngilizlerle görüşmelerde bulunmak üzere Maliye Bakanı Cavid Bey Londra'ya gönderilir. Cavid Bey yakından tanıdığı konunun uzmanı Calouste Gulbenkyan'ı yanında danışmanı olarak götürmüştür. Sadrazam Sait Halim Paşa'nın kısa bir süre sonra, Cavid Bey'i acil olarak İstanbul'a çağırması üzerine müzakereleri Osmanlı yönetimi adına yetkilendirilen Gulbenkyan yürütecektir. Artık Gulbenkyan ön plana çıkmaya başlamıştır.

İttihat ve Terakki’nin Maliye Bakanı Cavid Bey

1909 yılının Temmuz ayında Calouste Gulbenkyan, Frederick Lane ve Henri Deterding Osmanlı topraklarında 75 yıllık petrol ithalat ve dağıtım tekeli için İttihat ve Terakki yönetimine bir plan sunarlar. Planda elde edilecek kârın yüzde 40'ının Osmanlı Hükümetine bırakılması öngörülmektir. "Regie Co- Interessee Du Petrole de l'Empire Ottoman" adı verilecek olan bu şirket Tütün Reji İdaresine benzer bir konumda planlanır. Petrol ürünlerinden alınacak ithalat vergisi, verilecek 1,5 milyon Osmanlı Lirası tutarındaki krediye teminat olarak gösterilmiştir. Ancak, gerek Osmanlı yönetimi ve gerekse İngilizlerin önceki imtiyazlara ilişkin taahhütler nedeniyle tereddüt etmeleri, yatırımcı Ernest Cassel'in projeye isteksiz kalmasına neden olacaktır.

Gülbenkyan bu defa, kısa bir süre önce kurduğu Türkiye Milli Bankasını (Turkish National Bank) TNB devreye sokmaya karar verir. Yatırımcı Cassel de ikna olmuştur. Robert Money isimli uzmanını Musul ve Bağdat'a gönderir. İş ciddiye binince, Deutsche Bank Genel Müdürü Gwinner de eski petrol haklarının karşılığında Türkiye Milli Bankası TNB'nin önerdiği petrol girişiminden hisse almak için girişimde bulunacaktır. Artık işler yolunda gitmektedir.

Yeni petrol girişiminde, Anglo- Saxon Petroleum (Royal Dutch- Shell Ortaklığı) ve Deutsche Bank'ın her birine yüzde 25, Türkiye Milli Bankası TNB'ye yüzde 50 (Gulbenkyan'ın yüzde 15 hissesi dahil) pay verilir. Gulbenkyan 1911 Ekim ayı içinde yeni bir petrol sözleşmesinin taslağını hazırlar. Ertesi yıl Türkiye Petrol Şirketi TPŞ kurulur. Jön Türk hareketinin popülerliği ismin Osmanlı yerine Türkiye olarak biçimlenmesini sağlamıştır.

Gulbenkyan'ın tedbirli davranır. Sözleşmeye koyduğu bir madde ile TPŞ ortaklarını, Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde yapılması düşünülen petrol faaliyetlerinde, Türkiye Petrol Şirketinin izni ve onayı olmadan hiçbir şekilde yer almamaları konusunda sınırlar.

1912 yılının Ağustos ayında Türkiye Petrol Şirketi konusunda İngiliz Dışişleri Bakanlığına bilgi verildiğinde, Bakanlık Anglo- Persian Şirketine de hisse verilmesi konusunda ısrarlı olacaktır. İngilizler Gülbenkyan'ın yüzde 15'lik hissesinden rahatsızdırlar. Bu hisse oranının düşürülmesi için lobi faaliyeti yürütürler.

Hisseler üzerindeki müzakereler aylarca sürer. Sonunda 19 Mart 1914 tarihinde yeni hisse yapısı açıklanır. Deutsche Bank ve Royal Dutch- Shell yüzde 25'er, Anglo- Persian yüzde 50 ortaklık payı sahibi olurlar.*

Sonunda ortak amaçta anlaşan İngiliz ve Alman Büyükelçiler Osmanlı Maliyesinin gümrük vergilerinin artmasını gerekçe göstererek Mezopotamya petrolleri için ortak bir talepte bulunurlar. Bu çabalarının karşılığını, Osmanlı Sadrazamının imzasıyla gelen 28 Haziran 1914 tarihli mektupta bulacaklardır. Musul ve Bağdat vilayetlerinin petrol imtiyazları iki ülkeye verilmiştir.

Osmanlı arşivleri Osmanlı Sadrazamının bu imtiyazı zaman kazanmak için verdiğini yazar.** Gerçekte, verilen bu imtiyazda, yasal haklar ve sözleşme koşulları belirlenmemiştir. Sadece geleceğe yönelik umut vardır.

Bazı görüşlere göre, Türkiye Petrol Şirketi'nin Birinci Dünya Savaşı sonrasındaki başarısının ardında bu imtiyaz yatmaktadır. Ancak, yakın bir zamanda yine Haziran ayı içinde (28 Haziran 1914) Avusturya veliahdı Prens Ferdinand'ın Saraybosna'da öldürülmesinin ardından çıkan ve dört yıl sürecek İlk Cihan Harbi'nden sonra her şey altüst olmuştur.

Savaş bittiğinde, Osmanlı İmparatorluğu Mondros Mütarekesini imzaladığında değişen çok şey vardır. Savaşı Almanlar kaybedince, Almanların Türkiye Petrol Şirketindeki hisseleri dondurularak İngiliz hükümetine emanet edilir. Daha sonra devreye giren Gülbenkyan, bu hisselerin savaş tazminatı olarak Fransa'ya verilmesini önerecektir. Fransa, Orta Doğu'daki petrol arenasında artık yerini almaya başlamıştır.

Bu dönemde Osmanlı'nın Rus istihbaratından öğrendiği Sykes - Picot anlaşması, İngiltere ve Fransa arasında imzalanır. Petrol alanlarının emperyalistler arasındaki paylaşımı şekillenmek üzeredir. İngilizler, Bağdat ve Kerkük'ün ardından Mondros Mütarekesinin 7'nci maddesi hükmüne dayanarak 8 Kasım 1918 tarihinde Musul'a girerek, şehri işgal ederler. Artık Osmanlı devleti kalmamıştır. Mezopotamya'da Irak adı verilen, İngiliz egemenliğindeki yapay devlet kurulur. İngilizler, Osmanlıya karşı savaşan yandaşları Faysal'ı Irak devletinin başına geçirirler. 1921 yılında kral olan Faysal 1933 yılına kadar ülkesini yönetecektir.

Birinci Dünya Savaşı sonrasında, Müttefik kuvvetler Gulbenkyan'ın önerisini uygun görerek, Deutsche Bank'ın Türk Petrol Şirketindeki hisselerini Fransız hükümetine devrederler. San Remo Anlaşması gereği Amerikan şirketlerinin Türk Petrol Şirketi'ne katılmaları da engellenerek, Avrupalıların yabancı petrol kaynaklarına kolayca erişimini sağlanır. Orta Doğu petrolünün dünya pazarlarına kolayca satabilmelerinin önü açılmıştır.

24 Mart 1925 tarihinde Türk Petrol Şirketi Irak Hükümeti'nden yeni bir imtiyaz alır. Bu defa Amerikan, İngiliz ve Fransız Şirketleri petrol arama konusunda ciddi bir işbirliği seferberliğine girişirler. 30 Haziran 1927 günü kazılan Baba Gurgur'dan 14 Ekim sabahı petrol fışkırmaya başlar. Günde 95 bin varil petrol elde edilmeye başlanmıştır. Sonrası malum.

31 Temmuz 1928 günü Belçika'nın Ostend şehrinde Türk Petrol Şirketinin hisseleri dört büyük şirket arasında dağıtılır:

- Anglo- Persian Oil Company (Bugünkü adıyla BP),

- Anglo- Saxon Oil Company (Günümüzdeki adıyla Royal Dutch- Shell),

- Compagnie Française de Petrole (TOTAL),

- Near East Development Corporation (New Jersey Standart Oil ve diğer Amerikan şirketleri.

O günlerde Türkiye Petrol Şirketi ortağı ülkelerin hiçbiri Orta Doğu'da oluşacak sınırlardan tam olarak emin değildir. Tam o sırada Gulbenkyan devreye girer. Coğrafya bilgisi çok iyi olan ve bölgeyi iyi tanıyan Gulbenkyan kırmızı bir kalem alarak Orta Doğu petrol bölgesinin sınırlarını kabaca çizer.*** Bu çizimden dolayı anlaşmaya "Red Line Agreement" Kırmızı Çizgi Anlaşması adı verilir.

1929 yılında, Kerkük'te petrolün keşfinin hemen sonrasında Türk Petrol Şirketinin adı da "Irak Petrol Şirketi" IPC olarak değiştirilir.

1932 yılında Dicle'nin doğusundaki Irak Petrol Şirketinin IPC faaliyetleri yeniden belirlenerek, ülkenin kuzey batı kısmındaki yataklar Musul Petrol Şirketi adı altında yeni bir konsorsiyuma devredilir. 1938 yılında da Basra Petrol Şirketi Güney Irak'ta faaliyete geçer. 1973 yılı gelindiğinde Saddam Hüseyin tüm bu şirketleri kamulaştırarak Irak devletinin adına millileştirecektir. 

1898 yılında, Musul Valisi Ebubekir Hazim Tepeyran'ın müthiş bir öngörü ve titizlikle ile başlattığı Osmanlı petrolünün hikâyesi, Padişah II. Abdülhamid ve sonrasında İttihat ve Terakki yönetimlerinin beceriksiz ve kısa vadeli siyasi ve ekonomik politikalarıyla hayal kırıklığıyla sonuçlanmış, büyük umutlar beslenen petrol iyi niyetli ve gayretli yöneticilere rağmen emperyalist devletlere tepsi üzerinde servis edilmiştir.


* Kimilerine göre Anglo- Persian Şirketinin yüzde 50 hisse alması oldukça abartılıdır. Şirket 1909 yılında kurulmuş, İran'ın güneyinde 1901 yılında petrol imtiyazı almasına rağmen, o tarihten bu yana hiçbir ciddi faaliyet yapmamıştır. Kurucusu D'arcy elindeki hisseleri satmak için çok uğramış, dayanacak gücünü kaybettiği sırada Burmah isimli bir İskoç Şirketi petrol aramaları için gereken sermayeyi sağlayarak, faaliyetlerinin devamı için destek olmuştur. Anglo- Persian Şirketi sonunda İran'da Mescid'i Süleyman şehrinde petrol bulmasına rağmen, diğer kuyuları ve Şattülarap üzerindeki Abadan rafinerisi oldukça zorlu koşullar altındadır. Yatırımı yapan Burma Şirketi mevcut durumdan çok rahatsızdır. İngiliz Deniz Kuvvetlerinin tedarikçi olarak ikna edilmemesi halinde Anglo- Persian her an batacak durumdadır. İngiliz hükümetinin zamanında müdahelesi işleri yoluna koymuştur. İran petrolü İngiliz donanmasının garantisi altındadır. (MR FIVE PERCENT, Jonathan Conlin)

** Osmanlı Arşivleri, 1914 yılında Osmanlı kabinesinde yapılan değerlendirmelerde 1910 tarihli İmtiyaz Kanununun ardından bu iki petrol yatağının açık artırma ile satılmasının düşünüldüğünü gösteriyor. Zaman kazanma düşüncesi ağır basıyor. (MR FIVE PERCENT, Jonathan Conlin)

*** Gülbenkyan ailesi, Malta göçmeni bir ailenin çocuğu Frederick Lane ile 1898 yılında kurdukları Russian Industrial and Mining Company ile petrol işine ilk defa girerler. Lane'nin hayatı Gülbenkyan'la değişik iş ortamlarında kesişmiş, devamlılığını sürdürmüştür. Gülbenkyan'ın Osmanlı İmparatorluğunun tamamında petrol imtiyazı elde etme hayali karşılığında Lane; "Türkiye'de petrol arama imtiyazının tek sahibi olmanın çok geniş kapsamlı ve belki de çok değerli olduğunu kabul ediyorum, ama bu değeri anlamak için çok para harcamak gerekir; ne olursa olsun petrol çıkarma hedefiyle gidilen yerlerdeki tecrübeleri düşünürseniz, birkaç istisna dışında, toprağa gömülen paranın topraktan kazanılandan çok daha fazla olduğunu göreceksiniz." …" ya bir şirket için spekülasyon yapıp, hisse fiyatını yükselterek, o sırada kendi hisselerinizi satmak, ya da petrol bulmak gibi çok düşük bir olasılığa güvenip, hisseleri tutmak." ifadelerini kullanacaktır..

Gerçek dostluklarına rağmen Lane, diğer birçok projede birlikte çalışsalar da, Gülbenkyan'ı bu işte yalnız bırakır. Onun Gülbenkyan'a gönderdiği mektubu aslında Türk Petrol Şirketi hakkında geleceğe yönelik düşünceleri olduğunu göstermektedir. Gülbenkyan Türk Petrol Şirketi sonrasında çok büyük yatırımlar yapacak, Lane'in öngörüsünün aksine karşılığını on yıl yerine 22 yıl da alacaktır. (MR FIVE PER CENT, Jonathan Conlin, Çeviren Ayşe Başçı)


KAYNAKÇA 

1- MR FIVE PERCENT- THE MANY LIVES OF CALOUSTE GULBENKYAN, THE WORLD'S RICHEST MAN- JONATHAN CONLIN

2- BAY YÜZDE BEŞ- DÜNYANIN EN ZENGİN ADAMI KALUST GÜLBENKYAN'IN FARKLI HAYATLARI- JONATHAN CONLIN/ ÇEVİRİ: AYŞE BAŞÇI

3- EBUBEKİR HAZİM TEPEYRAN,HATIRALAR- YAYINA HAZIRLAYAN.FARUK ILIKAN

4- 1918 YILI. SAVAŞ BİTERKEN AZERBAYCAN, PETROL VE BAKÜLÜ 26'LARIN HİKAYESİ- ENVER GÜNEY- T24, 20 ŞUBAT 2022.

5- TURKISH PETROLEUM COMPANY- TPC- ONUR AKDOĞAN (HTTPS://HICLIK.NET/AUTHOR/ONURAKDOGAN/)

Enver Güney kimdir?

Enver Güney 1956 yılında Kars'ta doğdu. Ankara Bahçelievler Deneme Lisesi'ni 1973 yılında tamamladı. 1977 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden mezun oldu.

1978 yılı Nisan ayında çalışmaya başladığı Maliye Bakanlığı'nda 1988 yılı sonlarına kadar Maliye Müfettişi ve Maliye Başmüfettişi olarak görev yaptı.

Amerika Birleşik Devletleri Vanderbilt Üniversitesi'nde ekonomi üzerine yaptığı yüksek lisansını tamamlamasının ardından Ahmet Kurtcebe Alptemoçin'in Maliye Bakanlığı döneminde Bakan Özel Danışmanı olarak atandı. 1988-1991 yılları arasında Maliye Bakanlığı Gelirler Genel Müdürlüğü'nde Daire Başkanı olarak çalıştı.

İzleyen dönemde, Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığı'nda Serbest Bölgeler Genel Müdür Yardımcılığı (1991-1993), Serbest Bölgeler Genel Müdürlüğü (1993-1994) görevlerini yürüttü. Bu görevi sırasında ‘Türk Serbest Bölge modeli'ni yeniden yapılandırdı.

Müsteşarlığın ikiye ayrılmasından sonra, Hazine Müsteşarlığı Yabancı Sermaye Genel Müdürlüğü'ne atanarak 1994-1997 yılları arasında üç yıl Genel Müdür olarak görev yaptı.

Kamuda çalıştığı dönemde OECD Mali İşler ve Çokuluslu Şirketler-Uluslararası Yatırımlar komitelerinde Maliye Bakanlığı ve Hazine Müsteşarlığı'nı temsil etti. Bu dönemlerde, çevre ile ilgili konuların uluslararası maliye ve muhasebe literatürüne girdiği ilk kurum olan Birleşmiş Milletler Ekonomik ve Sosyal Konseyi Muhasebe Standartları Komitesi'nde iki dönem Türkiye'yi temsilen daimi üye olarak görev yaptı.

Hazine'yi temsilen Enerji Bakanlığı Enerji Fonu Kurulu üyesi olarak da görev aldı. Özelleştirme öncesinde Sümerbank (bankacılık) Yönetim Kurulu üyeliği ve Soma Elektrik A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanlığı görevini yürüttü.

Özel sektöre geçtikten sonra 1997 ile 2001 yılları arasında Denizbank Yönetim Kurulu üyeliği ve Zorlu Holding - Vestel'de Dış İlişkiler Koordinatörlüğü görevlerinde bulundu. 

Kısa bir süre yeminli mali müşavir / proje ve yatırım danışmanı olarak çalıştı; 2005-2007 yılları arasında Türkiye Barolar Birliği Sosyal Yardım ve Dayanışma Fonu Yönetim Kurulu üyeliği yaptı.

Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu "DEİK" bünyesinde yer alan Türk-ABD, Türk-Kanada, Türk-Letonya, Türk-Arjantin, Türk-İngiliz ve diğer ülkelerle kurulan iş konseylerinde yürütme kurulu üyesi ve başkanı olarak uzun yıllar çalıştı.

2005-2019 yılları arasında Uni-Mar Enerji Yatırımları A.Ş.'de Genel Müdür ve Yönetim Kurulu üyesi olarak görev yaptı.

"An Empirical Study of the Ratchet Effect on Money Demand for Selected Countries" başlıklı kitabı 1993 yılında Hazine ve Dışticaret Müsteşarlığı Ekonomik Araştırmalar ve Değerlendirmeler Genel Müdürlüğü tarafından yayımlandı.

Enerji, vergi, dış ticaret ve yatırım politikaları, tarih ve uluslararası ilişkiler üzerine çeşitli dergi ve gazetelerde çeviri ve yazıları yayımlandı. 2020 yılından itibaren T24 Haftalık'ta yazan Enver Güney evli ve iki çocuk babası.

Yazarın Diğer Yazıları

Suriye’de yakın dönemde yaşananlar: 1 Mart Tezkeresi’nin gelişmelere etkisi ve sonrası?

2011 yılına gelindiğinde, tarım sübvansiyonlarının önemli ölçüde azaltılması ve yüksek enflasyon Suriye’de orta sınıfın ciddi ölçüde geçim derdine düşmesine neden olacaktır. 2008-2011 arasındaki dönemde küresel ısınmadan kaynaklanan büyük kuraklık felaketin ilk habercisidir

Roman Stashkov'un zoraki diplomatik görevi

Brest-Litovsk Barış Anlaşması, Lenin’in devriminin bitiş çizgisi olarak adlandırılır. Anlaşma boyunca izlediği yol ve politika, onun bireysel mücadelesinin ve gücünün göstergesidir. Lenin bu konuda hiçbir uzlaşmaya yanaşmamıştır. Onun belirlediği koşullar ve sınırlar dışında, devrim için belirlediği yoldan hiçbir fedakarlık yapılmadan yola devam edilir. Bu kararlı tutumu ve inatçılığı, Bolşeviklerin diğer devrimci partilerden ayrışmasına ve parti içinde birçok önemli görüş ayrılığına neden olur. (Orlando Figes-A People’s Tragedy)

Amerika'nın ilk koloni önderlerinden John Smith, Kızılderililerden önce Türklere esir düştü

Kaptan John Smith, henüz 21 yaşındayken Türklerle çarpışır ve esir düşer. Kaçmayı başarıp, İngiltere’ye döndükten sonra Amerika’nın ilk kolonileşme mücadelesinin tam içinde yer alır. Virginia’daki ilk keşif yürüyüşü sırasında bu defa yerlilere esir düşer ve kabile şefinin kızı Pocahantas sayesinde hayatta kalmayı başarır. Yaşamı kitap ve filmlere konu olur.

"
"