26 Mayıs 2019

Chernobyl: Sovyetlerin değil insanlığın felaketi

"Kocalarınızın, oğullarınızın naaşlarını size vermemiz imkânsız. Çok radyoaktifler ve Moskova'da bir mezarlığa özel yöntemlerle gömülecekler. Lehimli çinko tabutlarda, beton kaplı çukurlar içine. Bu belgeleri imzalamanız gerekiyor.” (Svetlana Aleksiyeviç, Çernobil’den Sesler)

Game Of Thrones üzerindeki tartışmalar süredursun, bir başka HBO yapımı Chernobyl IMDB listelerinde sessiz sedasız zirveye oturuyor. 26 Nisan 1986 tarihinde Çernobil Nükleer Santrali’nde meydana gelen patlamanın ardından yaşananları konu alan Chernobyl, beş bölümlük bir mini-dizi olarak kurgulanmış, bu yazı yazılana kadar ise üç bölümü yayımlandı. Yönetmenliğini, özellikle video klipleriyle bilinen, Johan Reck’in yaptığı dizinin senaryosunu ise Hangover serisinin yazarı Craig Mazin kaleme almış.

Böyle bakıldığında, biraz garip bir bileşim gibi duruyor. Ancak dizinin kalitesi, kısa sürede edindiği popülerliği haklı çıkaracak cinsten. Dönemin atmosferini yakalama konusunda ciddi bir başarı gösteren dizinin sanat yönetimi için, oldukça etraflı bir araştırma gerçekleştirilmiş. Pripyat başta olmak üzere, mekânlar aslına uygun bir şekilde inşa edilmiş. Askerlerin, itfaiye erlerinin, mühendislerin, işçilerin giyim kuşamları; karakterlerin görünümleri ustaca işlenmiş. Hikâyeler ve diyaloglar için de felaketi yaşayanların sözlü tarih belgelerine (özellikle Aleksiyeviç’in çalışmaları) başvurulunca, belgesele yakın bir yapım ortaya çıkmış.

 Bayraktarlığını Netflix’in yaptığı, soğuk savaş dönemini konu alan anti-komünist diziler furyasının ortasında Çernobil hakkında bir dizi yapılması, ister istemez bazı çekinceler doğuruyor. Sosyal medyada dizi hakkında yapılan değerlendirmelerde, dizinin anti-komünist bir söylemle kurgulandığı eleştirisi yapılıyor. Ama, ilginçtir ki, bunun tersi de oluyor. Bazı eleştiriler, dizinin Sovyet bakışını devraldığını, felaketin sorumlularının kahraman gibi çizildiğini, rejimin çürümüşlüğünün yeteri kadar resmedilmediğini yazıyor. Yeni bir Stalin’in Ölümü bekleyenler, diziyi topa tutuyor. 

Nükleer felaketin eskatolojik anlatısı 

Chernobyl, iki hat üzerinden ilerliyor diyebiliriz. Birincisi, o güne kadar benzeri gerçekleşmemiş bir nükleer felaketin yıkıcı potansiyelinin, bilimsel ve hatta eskatolojik bir anlatısı. Büyük bir coğrafyada, milyonlarca insanın ölmesi ve ekolojinin tamamen yok olması birkaç haftalık mesafede duruyor. Burada ulus, devlet ve coğrafya ortadan kalkıyor. Bir tür olarak insanlık, kendi eliyle yarattığı teknolojinin kurbanı konumunda buluyor kendisini. Günther Andres’in dediği gibi, nükleer ile yapabileceklerinin hayalini pekâlâ kurabilen insanlık, nükleerin kendisine yapabilecekleri konusunda hayal gücünü hiç çalıştırmadığının farkına varıyor. Teknolojik ilerlemenin büyüsüne kapılırken, korkma yeteneğini kaybediyor: “İnsanın, nükleer kıyamet çağında uyması gereken emir şudur: ‘Korkak olma, korkma cesaretini göster. Korkutma cesaretini de göster. Komşularına seninkine eşit bir korku ilet”. 

Chernobyl, tam da bu anlamda, “büyük resme” bakmamıza olanak sağlıyor. Çernobil, korkunç bir tiranlık altında gerçekleşen anakronik bir istisna değildi. İnsanlığın karşı karşıya olduğu tehlikenin cisimleşmiş hâliydi. Tehlike uzaklaşmış değil, varlığını sürdürüyor. Paolo Virno’nun, her teknolojik yenilik kazasını beraberinde getirir, çıkarımında gördüğümüz gibi, dünyanın dört bir yanında kazasını içerisinde saklayan tesislerin sayısı büyüyor. Üç asır önce icat edilen tren sistemini güvenli bir şekilde kullanmaktan aciz bir yönetimin nükleer santral yapmak istediği bir ülkenin vatandaşları olarak korkma cesaretini göstermemiz gerekiyor.

İşçi devletinin mezar kazıcıları

 Dizinin üzerinde ilerlediği ikinci hat ise, Sovyet sistemi ve onun felakete cevap verme tarzı. Sistem içerisinde işlerliğini sürekli kılmak zorunda olan ve kendisini sadece amirlerine karşı sorumlu hisseden aparatçiklerin dar zihinlerinin felaketin gerektiği gibi karşılanmamasında önemli bir etken olduğu kuşkusuz. Bunu öncelikle santralin yöneticisinin reaktörlerde bir sorun olmadığında ısrar etmesinde, sonrasında yerel parti yetkilisinin bayat bir söylev çekerek, şehri hiç kimsenin terk etmemesini salık vermesinde görüyoruz. Biçimi ne olursa olsun devlet, en yıkıcı felaketlerde bile öncelikli olarak kendi varlığını ve hiyerarşisini sağlama almak için çabalıyor.

Bu tablo anti-komünist bir söylem mi üretiyor? Var olan sistem sosyalizm olsaydı belki. Oysa, Marx ve Lenin posterleri altında sürekli toplantı yapan bürokratlar, Troçki’nin 1930’larda yazdığı gibi, tarihin ilk işçi devletinin mezar kazıcılarından başkası değil. Ayrıca, Michael Löwy’nin söylediği gibi, Çernobil’in sosyalizmle de bir alakası yok. Tam aksine, bürokrasinin Batının üretkenlik ideolojisine teslim olup, rekabet içerisinde ona bezenmesiyle birebir alakalı.  

İşçilerin diğerkâmlığında yaşayan devrim 

Bir kast olarak bürokrasi (ki sayıları yüzbinleri bulur), ülkenin üzerine kene gibi yapışmışken, tarihin ilk işçi devletinde yetişen işçiler insanlığın karşı karşıya olduğu felaketi önlemek için kendilerini feda ediyor. Bir bürokratın Tula maden işçilerinin karşısına çıktığı, tertemiz takım elbisesinin madencilerin elleriyle siyaha bulandığı sahne, eğlenceli olduğu kadar, saflar arasındaki uçurumu çizmek açısından önemli. 1917’nin mirasından 1986’ya bir şeyler kaldıysa, bunların bürokratların hesapçı kişiliğinde değil, nükleer atıkla dolu suya dalan, reaktörün altına tünel kazan işçilerin diğerkâmlığında yaşadığı bir gerçek.

 Bu tablo içerisinde, Hollywood’un klişelerinden idealist, itaatsiz ve dahi bilim insanı portresi olarak Valery Legasov (Jared Harris) karakteri biraz sırıtıyor. Amerikan izleyicisinin gözleri, karakterin kişiliğine yüklenmiş bir kahramanlık hikâyesi ararken, Mazin bunun için Legasov’u seçiyor, yanına bir de kurgu bir karakter olan Ulana Khomyuk’u katıyor. Ancak bu abartılı anlatım, dizinin genel atmosferini sarsmak dışında bir işe yaramıyor.

Chernobyl, gerek hikâye olarak, gerekse teknik açıdan iyi çalışılmış bir yapım. Klişeleri, kusurları geneline halel getirecek cinsten değil. Çernobil’de büyük bir lahidin altında var olmaya ve az da olsa sızmaya devam eden tonlarca nükleer yakıt, dizinin eski ve etkisizleşmiş bir dönemi anlatmadığını gösteriyor. Unutmamak gerekiyor ki, kahramanlar her beklendiğinde ortaya çıkmıyor.

Yazarın Diğer Yazıları

CNN Türk boykotu işe yarar mı?

CHP’nin boykot kararını iktidarın sözünü güçlendirmeme hamlesi olarak da okuyabiliriz. Geç kalınmış bir karar olsa da, bu davet boykotunun CHP’lileri aşan bir kapsama erişmesi, CNN Türk’ün medya alanındaki temel işlevini faş eden ve bunu kadükleştiren bir etki yaratacaktır

Şehir, BİSAV ve üzgün İslamcılar

Sanırım, Şehir Üniversitesi’ne ve ardından BİSAV’a bu şekilde el konulması, AKP’nin "kültürel iktidar olamadık" yakınmasının ardında herhangi bir kültür politikasının olmadığını herkese açık şekilde göstermiştir

Bir gösteri olarak "tartışma" programları

Bu programlarda birçok şeyin olduğunu, ancak tartışmanın olmadığını söyleyebiliriz. Ülkenin mevcut vaziyetinde bu programların işlevi, kamuoyunu ilgilendiren meselelerin gerçekten tartışılması değil, iktidarı ilgilendiren meselelerin ne kadar hayati veya doğal olduğunun kanıksatılması