10 Temmuz 2024
Enflasyonla mücadele uzunca bir süredir ekonomi gündemindeki en önemli başlık; ancak daha uzunca bir süre de gündemdeki yerini koruyacağa benziyor. Bu mücadelede para ve maliye politikalarının uyum içinde çalışması da kritik önemi haiz. Sayın Mehmet Şimşek de yaptığı her açıklamada bunun altını çiziyor. Karşı karşıya kalınan makroekonomik tablonun gerektirdiği ciddi bir acı reçete de var kuşkusuz. Toplumun tüm kesimleri -kimi az kimi daha fazla- uygulanmaya gayret edilen politikaların etkilerini derinden hissediyor. Uygulanan politikalar neticesinde göstergelerin yavaş yavaş olumluya döndüğünü de belirtmemiz gerekiyor.
En son açıklanan enflasyon verisi üzerinden Sayın Şimşek'in yaptığı "Dezenflasyon süreci başladı. (…) Finansal istikrar, sürdürülebilir cari açık, rezerv birikimi ve gri listeden çıkış gibi birçok alanda elde ettiğimiz başarıyı programımızın ana hedefi olan dezenflasyonda da belirgin bir şekilde göreceğiz. Fiyat istikrarına ulaşana kadar programımızı kararlılıkla uygulayarak kalıcı refah artışını sağlayacağız" açıklamasını bu açıdan da okumak lazım. Kalıcı refah artışına ulaşmak için önümüzde hayli çetin bir yol olduğunu da akıldan çıkarmadan…
Biz bu noktada bütçe dengesi/mali disiplin ve vergi politikasına biraz daha yakından bakalım…
1 Ocak 1993'te yürürlüğe giren Maastricht Antlaşması, AB üyelerinin ekonomik ve parasal birliğe geçişte aralarındaki farklılıkların giderilmesi için bazı koşullar belirlemişti. Bu kriterlerden birisi de mali disiplin anlamında son derece önemli, buna göre "üye ülkenin bütçe açığının GSMH'ya oranının yüzde 3'ü geçmemesi" gerekiyor. Mali disiplin anlamında 2000'li yılların ilk on yılında büyük bir ilerleme kaydeden Türkiye -AB üyesi birçok ülkenin aksine- bu kriteri yıllardır tutturabilen ender ülkelerden birisiydi. 2020 uzun yıllar sonra, bütçe açığının GSMH'ya oranının yüzde 3'ü geçtiği ilk yıl oldu. O zamandan bugüne de kriteri tekrar tutturmak mümkün olamadı. Mali disiplinin, uygulanan ekonomik programın en önemli yapıtaşlarından biri olduğu muhakkak. O nedenle hem kamu harcamaları hem de vergi politikası bağlamında atılacak adımlar dikkatle seçilip uygulanmalı.
Vergi politikası, "maliye politikasının" en kuvvetli araçlarından birisi kuşkusuz. Diğer maliye politikası araçları olan "kamu harcamaları ve borçlanma"ya kıyasla vergi politikasının daha çok yönlü bir enstrüman olduğunun altını da kuvvetli çizgilerle çizelim. Cari açıkla mücadeleden istihdam politikalarının oluşturulmasına, ekonomik büyümenin yönetilmesinden ihracatın finansmanına, sosyal devlet ilkesinin amaçlarının sağlanmasından kamu harcamalarının sağlıklı finansmanına kadar oldukça geniş bir yelpaze karşısındayız. Özetle, enflasyonla mücadelenin bu denli kritik olduğu bir dönemde, vergi politikasını, salt kamu finansmanı için ek kaynak yaratan bir araç olarak düşünmemek gerekiyor. Yaşanan büyük deprem felaketinin süregelen mali etkileri, EYT düzenlemesi nedeniyle ortaya çıkan büyük kaynak ihtiyacı ve enflasyonun kamu harcamalarını da yarattığı dramatik artış, vergi politikasında ağırlığın ciddi manada "gelir sağlama fonksiyonuna" doğru kaymasına yol açmış gibi görünüyor.
Yakın zamanda TBMM'ne inecek ve kuvvetle muhtemel yasalaşacak olan müstakbel vergi paketindeki temel düzenleme başlıkları da buna işaret ediyor:
Bunlara 2023'te genel oranı yüzde 18'den yüzde 20'ye; indirimli oranı da yüzde 8'den yüzde 10'a çıkartılan KDV'yi ve kanuni oranı yüzde 20'den 25'e (banka ve finans kesimi için yüzde 30'a) çıkarılan kurumlar vergisini de eklememiz lazım.
Elbette bütçenin kaynak ihtiyacı kritik önemde; ancak atılacak vergi politikası adımların makroekonomik politikalarla uyumu da gözetilmeli. Aksi halde enflasyonla mücadele yolunda başarılı olma ihtimalimizin de ciddi manada azalacağını kendimize itiraf etmemiz elzem.
Vergi gelirlerimiz içinde "dolaylı vergilerin" ağırlığı uzun süredir dikkati çeken bir sorun. 2024 ila 2026 yılları arasını kapsayan Orta Vadeli Program'da (OVP) yer alan "Gelir, kurumlar, katma değer vergileri kanunları ile vergi usul kanununun, vergilemede adalet, eşitlik, öngörülebilirlik ve şeffaflık ilkeleri temelinde, vergi tabanının genişletilmesine ve gönüllü uyumun artırılmasına destek veren, sade ve kolay uygulanabilir bir yapı oluşturulmak amacıyla güncellenmesi yönünde düzenlemeler hayata geçirilecek, orta vadede doğrudan vergilerin payı artırılacaktır." politika önermesi de tam bu konuya dikkat çekiyor. Genel tabloya baktığımızda dolaylı vergileri bütçe vergi gelirlerimizin yıllar itibariyle en az yüzde 60'ını karşıladığını görüyoruz. Bu yapının sağlıklı ve sürdürülebilir olduğunu söylememiz oldukça zor. Hele ki enflasyonist dönemlerde!
Enflasyonist dönemlerde nispi (oransal) dolaylı vergilerin bütçe vergi gelirleri üzerinde ciddi müspet bir etkisi olduğu öteden beri söylenegelir. Zira fiyat artışları ile vergi hasılatı da otomatik olarak artacak ve bütçe gelirleri bundan olumlu etkilenecektir. Kısa vadede doğru gibi görünen bu önermenin, orta ve uzun vadede daha yıkıcı sonuçları olabileceği de sıklıkla dikkatten kaçırılır. Enflasyonist dönemlerde uygulanan makroekonomik politikalarla iç tüketimin yavaşlatıldığı bir tabloda, yukarıdaki politik önerme de işlevsiz hale düşecektir. Hatta ekonomide enflasyonla birlikte bir durgunluk (stagflasyon) dönemine girilirse, dolaylı vergi hasılatı daha radikal şekilde düşecek ve kamu harcamalarını finanse etmek için borçlanma motivasyonu da artacaktır. Karar vericiler için, böyle bir durumun faizler kanalı ile tekrar enflasyonu körükleyeceği de akıldan çıkarılmamalıdır.
"Doğrudan vergi gelirlerinin" bütçe içindeki payını dolaylı vergilere kıyasla arttırmak elbette oldukça önemli ve gerekli bir politika; ancak bu payı -son dönemde tartışıldığı üzere- (ciro üzerinden) salınacak bir asgari kurumlar vergisi ile arttırmaya gayret etmek de sıhhatli değil. Yatırımcılara yıllardır sunduğumuz neredeyse tüm teşviklerimizin "vergisel" teşvikler olması, şirketlerin operasyonel maliyetlerine yönelik (istihdam, enerji, kredi maliyetleri vb.) teşviklere gereken önemi vermememiz ve -vergi harcaması olarak- toplam bütçe vergi gelirlerimizin neredeyse yüzde 25'ine ulaşan çarpık indirim, istisna ve muafiyet uygulamalarımız doğrudan vergi sistemimizi çökertmiştir/işlevsizleştirmiştir diyebiliriz. Bunun üzerine bir de GSYH'nın yüzde 30-35'ine dayandığı düşünülen "kayıtdışı ekonomiyi" eklersek tablonun daha da dramatikleştiğini söyleyebiliriz.
Elbette kurumlar ve gelir vergisi mükelleflerinin -teşvikler, indirim, istisna ve muafiyetler nedeniyle aşınan- efektif vergi oranlarını belli düzeye çekecek adımlar atılabilir; ancak bunun yolu mükelleflere "işletme zararda olsa dahi, cironun yüzde 2'si üzerinden" kurumlar vergisi ödetmek olmamalıdır. Anayasal "ödeme gücü ilkesini" dikkate almayan bu adım yasalaşırsa, yaratacağı muhtemel makro ekonomik sonuçlarına da hazır olunmalıdır.
28 Aralık 2023 tarihinde Resmî Gazete'de yayımlanan 8001 sayılı Cumhurbaşkanı Kararı, enflasyonla mücadelede vergi politikasının kullanımı bağlamında oldukça önemli bir kilometre taşını temsil ediyor. Karar'la birlikte 1 Ocak 2024 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere, sigaralara uygulanan nispi ÖTV oranı da yüzde 63'ten yüzde 57'ye indirilmiş; maktu ÖTV de paket başına 1,1043 TL'den 4,8058 TL'ye arttırılmıştı. Vergi gelir ihtiyacının bu kadar ciddi hissedildiği bir dönemde bu nispi ÖTV indirimi aslında bize çok daha sofistike bir vergi politikasını işaret ediyor. Merkez Bankası'nın (TCMB) 2024 I. Çeyrek Enflasyon Raporu'na bakalım; "Yeni vergi yapısıyla ilerleyen dönemde enflasyonist baskı daha sınırlı olacaktır. (...) AB ülkelerine yakınsamayı hedefleyen bu düzenleme, dezenflasyona geçiş döneminde maliye ile para politikası arasındaki eşgüdüm açısından da örnek oluşturmuştur.[1]". TCMB'nin bugüne kadar yayımladığı çeşitli çalışmalar ve önceki bazı enflasyon raporlarında vergi politikasının enflasyon üzerindeki etkilerine satır aralarında değinilmesine rağmen ilk defa 2024 I. Çeyrek Enflasyon Raporu'nda oldukça kuvvetli bir para ve maliye politikası uyumu vurgusu yapıldığı dikkati çekiyor. Özetle 8001 sayılı Kararı'la birlikte, enflasyonla mücadelede vergi politikasının kullanımı bağlamında önemli ve sofistike bir adımla karşı karşıyayız.
Yukarıda sözünü ettiğimiz "sofistike" vergi politikası adımını anlayabilmek için öncelikle "mali çarpan" mekanizmasını izah etmemiz gerekiyor. "Mali çarpan, üretici fiyatı ya da maktu vergilerdeki bir birimlik artışın nihai satış fiyatına ne oranda yansıyacağını ifade etmektedir.[2]" Bu ifadeyi biraz daha açalım; örneğin yüksek oranda nispi vergi içeren bir vergileme modelinde, maliyet artışları ile perakende satış fiyatları arasında mali çarpan nedeniyle doğrusal olmayan bir ilişki oluşuyor ve her türlü maliyet artışı perakende satış fiyatına çok daha yüksek oranda yansıyor.
Mali çarpanı aşağıdaki şekilde formüle edebiliriz:
Paylaştığımız bu formülün temel önermesini "bir malın üzerindeki nispi vergi ve paylar arttıkça o mala ilişkin mali çarpan da büyüyecektir." şeklinde özetleyebiliriz.
Bir örnek verelim, mali çarpanın 8 olarak hesaplandığı bir malın maliyetinde 1 TL'lik bir artış olduğunu varsayalım. Bu 1 TL'lik artışın perakende fiyata yansıması -mali çarpan mekanizması nedeniyle- 8 TL olacaktır. Diğer bir anlatımla, böyle bir sistemde maliyetteki 1 TL'lik artışın doğrudan perakende fiyata 1 TL olarak yansıması mümkün değildir. Aynı malın üzerindeki nispi vergi yükünün azaltıldığını ve mali çarpanın 5'e düştüğünü varsayalım; bu durumda 1 TL'lik maliyet artışının perakende fiyata yansıması sadece 5 TL olacaktır.
8001 sayılı Cumhurbaşkanı Kararı ile enflasyon sepetindeki ağırlıkları yüzde 5 civarında olan, sigaralara ilişkin "mali çarpan" 7,5'ten 5,2'ye düşürülmüştür. Diğer bir anlatımla, yeni durumda bu ürünlerdeki 1 TL'lik bir maliyet artışı bu ürünlerin perakende satış fiyatına 7,5 TL yerine 5,2 TL olarak yansıyacaktır.
Sigara vergileme politikasındaki bu değişikliği irdelediğimizde, sigara üzerindeki vergi yükünün yeni düzenleme ile yüzde 81,7'den yüzde 82,6'ya çıktığı da dikkati çekmektedir. Diğer bir anlatımla, atılan adımla birlikte ürün üzerindeki nispi (oransal)/maktu vergi kompozisyonu değiştirilirken, vergi yükü de düşürülmemiş; aksine bir miktar da artırılmıştır.
Özetle, kamu harcama finansmanı için vergilerin hayati bir önemi haiz olduğu bu dönemde, önemli bir vergilendirme modeli değişikliğine gidilmiş, maktu ÖTV artırılıp nispi ÖTV oranı indirilmiş ve toplamda vergi yükü ve vergi geliri de artırılmıştır. TCMB'nin 2024 I. Çeyrek Enflasyon Raporu'nda vurguladığı gibi AB ülkelerine yakınsamayı da hedefleyen bu uygulama ile yapısal sorunların giderilmesi için önemli bir adım atılmış olsa da ülkemizde sigaralara uygulanan yüzde 57 oranındaki nispi vergi, yüzde 27 olan AB ortalaması ile kıyaslandığında hâlâ çok yüksek seviyededir. Ekonomik zorluklarla mücadelenin ön plana çıktığı yıllarda bu tarz yapısal düzenlemelere ihtiyaç daha da önem kazanmaktadır. 2008 global krizi sonrasında 28 AB ülkesinden 22'sinin, sigara vergilendirmesinde buna benzer düzenlemeler yaparak nispi vergi oranını yüzde 27 seviyesine kadar düşürdüğünün altını çizelim. Bu yolla, sigara vergilendirme sistemi çok daha öngörülebilir hale gelmiş ve mali çarpan da düşürülerek vergi yapısının enflasyon etkisi minimize edilmiştir.
Son dönemdeki AB uygulamalarına bakıldığında enflasyon seviyesi AB ortalaması üzerinde seyreden Portekiz, Belçika, Romanya gibi ülkelerde mali çarpanı düşürecek yapısal reformların devam ettiği görülmektedir. Örneğin; 1 Ocak 2024'ten itibaren geçerli olacak şekilde Portekiz nispi vergi oranını yüzde 12'den yüzde 1'e, Belçika ise yüzde 37'den yüzde 34'e düşürmüştür.
Dolayısıyla, ülkemizde 1 Ocak 2024 itibariyle hayata geçirilen bu olumlu vergi politikası adımının enflasyonla mücadele yolculuğunda önümüzdeki dönemde de devam ettirilmesi oldukça mühimdir.
Yukarıda da değindiğimiz üzere, enflasyonist dönemlerde nispi yani fiyat üzerinden alınan dolaylı vergilerin bütçe vergi gelirleri üzerinde müspet bir etkisi olduğu düşünülse de enflasyonla mücadele edilen bu günlerde hem TCMB'nin Enflasyon Raporunda vurguladığı hem de yukarıda izah etmeye gayret ettiğimiz üzere; nispi vergilerin "mali çarpan" mekanizması üzerinden enflasyonu arttırıcı özellikleri olması nedeniyle daha yıkıcı sonuçları olacağı dikkatten kaçırılmamalıdır. Zira, vergi gelirindeki ihtiyacı daha optimal ve öngörülebilir bir yöntemle gidermek karar verici kurumların inisiyatifindedir; böyle bir durumda maktu vergilerde yapılacak artış ile üreticilerin fiyatlandırma stratejilerinden bağımsız olarak bu ihtiyaç giderilebilir, tüm maliyetlerin fiyata katlanarak yansımasına neden olacak nispi vergi ise düşük tutulabilir.
Yüksek mali çarpan dolayısıyla artan enflasyonun bütçe giderlerine olumsuz etkisine de dikkat çekelim. Devlet de harcama yapmak zorunda olan bir ekonomik aktör olarak enflasyondan ciddi şekilde etkilenir. Enflasyondaki en küçük yukarı yönlü kıpırdanma bile bütçe harcamalarında milyar TL'lerle ifade edilebilecek büyük sapmalara neden olabilmektedir. Enflasyonda meydana gelecek 1 puanlık artışın, TÜFE ile güncellenen kalemlerden sadece personel giderleri ve emekli maaşları dikkate alındığında dahi bütçede yarattığı ek yük yaklaşık 50 milyar TL olarak dikkate alınabilir.
Özetle, yüksek nispi vergilerin, enflasyonu artırarak hem ekonominin genel dengesini bozdukları hem de -artan enflasyon kanalından- bütçe giderlerini artırarak, yaratmaları beklenen enflasyon kaynaklı ek vergiden çoğu zaman daha fazla kamu harcamasına neden oldukları ortaya çıkmaktadır.
Para ve maliye politikalarının bütüncül şekilde, birlikte ve uyumlu çalışmadığı bir ekonomik sistemde, TCMB tarafından konulan enflasyon hedeflerinin tutturulmasının imkansıza yakın olduğunu söylemek mümkün. Vergi politikasının amacının da bu hedef dikkate alınarak şekillendirilmesi hayati önemde. Kısa vadede vergilerle yaratılacak ek hasılata odaklanmak daha doğru görünse de makroekonomik dengeleri ve politikaları gözetmeyen bir vergi politikası bizi orta ve uzun vadede daha yüksek enflasyonla, zayıf bir büyüme patikasıyla, daha bozuk dış ticaret dengesi ve istihdamda büyük kayıplarla karşı karşıya bırakacaktır.
Genel tabloya bakıldığında, -büyük oranda nispi olarak uyguladığımız- dolaylı vergilerin yıllar itibariyle bütçe vergi gelirlerimizin en az yüzde 60'ını karşıladığı dikkat çekmektedir. Dolaylı vergilerin bu denli ağırlıkta olduğu bir sistemin sürdürülebilmesi birçok makroekonomik soruna davetiye çıkarmakta ve bütçe disiplinini de ciddi mahiyette tehdit etmektedir. Doğrudan vergilerin bütçe içindeki payının artırılması için mevcut gelir ve -yakın dönemde artırılan- kurumlar vergisi oranlarını yükseltmek veya ciro/hasılat üzerinden belli bir oranda asgari kurumlar/gelir vergisi almak elbette isabetli politika tedbirleri olarak görünmemektedir. Bu vergilerin, bütçe vergi gelirleri içindeki payının artırılması için kayıt dışı ekonomi ile kararlı mücadele, kayıtlı mükellef sayısının -tüm ücretliler dahil- arttırılması ve elbette -OVP'de de vurgulanan- mevcut istisna ve muafiyet yapısının tekrar masaya yatırılması daha kalıcı ve sürdürülebilir bir mali iklim yaratacaktır. Kuşkusuz yaratılacak bu mali iklim para ve maliye politikası uyumunda da önemli bir kilometre taşını temsil edecektir. Hem gelecek dönemlerde vergi politikaları şekillendirilirken hem de yakın dönemde TBMM inecek vergi paketi tartışılırken yukarıda değindiğimiz hassasiyetlere uyumlu politikalar oluşturulması hem enflasyonla mücadele, hem bütçe vergi gelirlerinin öngörülebilirliği, hem uluslararası iyi uygulama örneklerine yakınsama hem de para ve maliye politikalarının uyumu bağlamında büyük faydalar sağlayacaktır.
[1] TCMB 2024 I. Çeyrek Enflasyon Raporu, https://www.tcmb.gov.tr/wps/wcm/connect/d1d133fa-694e-4a92-8aaa-3e592786d04b/enf_2024-I_tam.pdf?MOD=AJPERES&CACHEID=ROOTWORKSPACE-d1d133fa-694e-4a92-8aaa-3e592786d04b-oT6KBfV, (26.03.2024)
[2] TCMB 2024 I. Çeyrek Enflasyon Raporu, sf.42, https://www.tcmb.gov.tr/wps/wcm/connect/d1d133fa-694e-4a92-8aaa-3e592786d04b/enf_2024-I_tam.pdf?MOD=AJPERES&CACHEID=ROOTWORKSPACE-d1d133fa-694e-4a92-8aaa-3e592786d04b-oT6KBfV, Erişim: 26 Mart 2024
Emrah Akın kimdir? Emrah Akın Ankara’da doğdu. Lisans eğitimini Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde Kamu Yönetimi alanında tamamladı. Yüksek lisansını ABD’de Boston Üniversitesi’nde Finansal Ekonomi alanında yaptı; aynı dönemde, Harvard Üniversitesi’nde İşletme Ekonomisi alanında da öğrenim gördü. Maliye Müfettişliği, Ankara Vergi Dairesi Başkanlığı Grup Müdürlüğü görevlerinin ardından 2011’de Ekonomi Bakanlığı Bakan Özel Danışmanlığı görevine atandı. 2013 yılında kamudaki görevinden ayrılarak uluslararası danışmanlık ve denetim şirketi KPMG’ye katıldı ve şirket ortağı olarak birçok danışmanlık ve denetim projesi yönetti. Halen, uluslararası denetim ve danışmanlık şirketi BDO’nun şirket ortağı olan Emrah Akın, Yeminli Mali Müşavir ve Bağımsız Denetçi unvanlarını haizdir. |
Tahsisli vergi uygulamasının, devletin bütün gelir ve giderlerinin tek bir bütçe içinde toplanmasını ifade eden “Bütçe Birliği” ilkesi ile bu ilkenin doğal sonucu olan ve bütçe içindeki hiçbir gelirin hiçbir gidere tahsis edilememesini işaret eden “adem-i tahsis” ilkesi ile uyum içinde olduğunu söylemek pek mümkün değil
OVP'de de vurgulanan, "doğrudan vergilerin vergi gelirleri içindeki payının arttırılması" politikası sadece mali açıdan değil; dolaylı vergilerin enflasyon üzerindeki baskısı bağlamında da kritik önemde görünüyor
Bu ürünlerdeki vergileme modelimiz enflasyonu fazlasıyla tahrik ediyor. Bununla da kalmıyor, enflasyondaki her 1 puan artış kamu giderlerinde de 15-16 milyar TL artış yaratıyor. Yani yüksek dolaylı vergi koyarak bütçe gelirlerimizi arttırmaya çalışırken; enflasyon kanalı ile de bütçe giderlerimizi şişiriyoruz
© Tüm hakları saklıdır.