25 Mart 2020

Umut | İçerden Bilgi: "Koronavirüs" bize ne yapıyor? Bilim bize ne söylüyor? Ruh sağlığımızı nasıl koruyacağız? 

Travma diliyle söylemek gerekirse, anormal duruma normal tepkiler gösteriyoruz

Bizler Pandemi konusunda çoğunlukla anormal davranmıyor veya hissetmiyoruz. Psikolojimiz bozulmadı veya delirmiyoruz… Anormal olan bizim davranış ve duygularımız değil. Anormal olan durumun kendisi.

"Covid-19 bizi 'ham!' diye yemek isteyen bir aslan gibi evimizin etrafında dolaşıyor. Kafamızı dışarı uzatırsak koparabilir. Aşırı dikkatli olmamız, her hareketimize azami özen göstermemiz gerekli, hiç boşluk bırakmadan hep "alarm" durumunda olmalıyız; olmalıyız ki düşman (canvar-aslan) bizi ve ailemizi kapmasın. Kaçmamız lazım, savaşa da biliriz belki, yoksa ölü taklidi mi yapalım? 

Ama hayatı da sürdürmemiz lazım, yemek getirmeli, çocuklarımızı, ailemizi, kendimizi doyurmalı ve hepimizin asgari ihtiyaçlarını karşılamalıyız. Büyük beklentilerimizden, lükslerimizden, acil olmayan ihtiyaçlarımızdan, duygusal bazı ihtiyaçlarımızdan tamamen vazgeçebiliriz. Bu geçici bir tehlike zamanı. Ama ölmeden ve en az zararla bu dönemi geride bırakabilmeliyiz. İnsanlık için var olan challenge’lardan biri daha."

Biz bunu biliyoruz.

Büyük fırtınalar koptuğunda, meteor çarptığında, yanardağlar patladığında, depremler olduğunda, veba yayıldığında, savaşlar çıktığında, dinazorlar göç ederken evlerimizin/mağaralarımızın dibinden geçtiğinde, kıtlık olduğunda, aşırı kuraklık ve kavurucu sıcaklar olduğunda, metrelerce kar yağdığında öğrendik. Atalarımız bunların hepsini ve daha fazlasını yaşadı. Biz bu hikâyeyi biliyoruz aslında. Hepsinin altından kalktık zamanında. Ama öyle ama böyle. Hep birlikte yok olmadık. Bunun da altından kalkacak, hem de bunca yüzyılın bilgi birikimiyle, zekamızla, yapay zekamızla, hem de bu teknolojiyle daha rahat kalkacak insan. Eve servis sistemi dinazorlar tepemizdeyken yoktu, dünya birbiriyle iletişim halinde değildi, önlemler alınamıyordu. Tıp ve fen bilimleri, ilim, irfan, teknoloji bunca gelişkin değildi, çareler bulunamıyordu. O zamanlardan bugünlere bazı farklarımız var, bir çoğumuzun evleri sıcak, dayanışma içindeyiz, çok kalabalığız, yardım isteyebiliriz, iletişim teknolojileri inanılmaz gelişti. Başarabiliriz. Başardık, yine başaracağız. 

Ama içerdeki organik tarafımız elbette her defasında ölmekten korkacak, kaygı duyacak ki kendini koruyacak yaratıcılıklarından uzaklaşmasın. Dikkatli olacak ki önemli bir ayrıntıyı atlamasın. Çok rahat olmayacak veya herhangi bir "fani" konuya fazla konsantre olmayacak ki dışardaki tehlikeye dair bir şey kaçırmasın. Bu bütün memelilerde benzer bir düzenekte sürüyor. Bu sayede hayatta kalıyoruz. Sürüngenlerde de başka bir uyarı ve önlem sistemi var, bir türlüsü bizde de mevcut ama fazla bilimsel bir dil kullanmadan bu yazıyla barışarak söylemek istediklerimi tamamlamak istiyorum. Zira hiç birimizin konsantrasyon düzeyi, derin konuları takip etmek için elverişli değil şu anda. Ama neden?

Hepimiz farklı derecelerde korkuyoruz, endişeliyiz, öfkeliyiz, şaşkınız, adeta bir film izliyor gibiyiz. 

Hepimizin dikkati dağınık, konsantrasyonda zayıflıklar gösteriyoruz, huzursuzuz, evimizde sıcacık ve birlikte zamanlar geçirip, görece (çoğunluk için söylüyorum) daha az mecburi işle ilgileniyoruz ama buna rağmen huzurlu ve rahat değiliz. Kafamız karışık, evde oturmaktan sıkıldığımızı, çalışmamaya alışkın olmadığımızı, ailece birlikte böyle uzun zaman geçirmeye alışkın olmadığımızı veya yalnız olmaya bu kadar alışkın olmadığımızı düşünerek durumumuza sebepler bulmaya çalışıyoruz, ki her biri bir ölçüde doğru. Ama sadece bunlar değil. Biz bir "şekli, cismi, etkisi belirsiz" ve görünmez bir düşmandan korunmaya çalışıyoruz, her allahın günü ve bütün bir gün. Uykumuzda bile.

Bize ne oluyor? (Meraklısına azcık bilimsel bilgi)

Tüm canlıların hayati tehlike karşısında (insan dışındakiler için her tehlike hayati tehlikedir, insanlar için başka dolaylı denilebilecek tehlikelerden de söz edebiliriz), korkması ve kendini korumaya çalışması doğal bir durumdur. Herhangi bir X durumun tehlike olarak algılanması ile birlikte bedenimizde otomatik bir kaç sistem devreye girer. Bu sistemler sinir sistemimize, kimyasallarımıza, beynimizde belli bölgelere etki eder. Böylece hayatta kalmamız için otomatik bir devre açılır. Amaç şudur: Hemen önlem almak ve hayatta kalmak için sırasıyla uygun bir kaç yolu denemek. Bakınız burada "düşünmek" eylemi adına neredeyse hiç bir şey yoktur.

Bir tehlike (varsayalım ki bir aslan) bize doğru yaklaştığında, bizim olacaklar, etkileri, sonuçları vs hakkında hiç düşünmememiz gerekir. (Örneğin aslan soldan bana doğru koşuyor, hmm birazdan beni sol kolumdan yakalayıp, havada bir tur döndürüp yere vurur, orda ben hareketsiz kalınca da ısırmaya başlar…) Fazla düşünmememiz gerekir çünkü tehlike karşısında böyle geniş bir vaktimiz yoktur! Bunu düşünmekle zaman kaybetmememiz hemen otomatik bir aksiyon almamız gerekir. Düşünmesek bile rastgele hareket edemeyiz, tehlikeyi arttıramayız, sağa sola sıçramayız, taklalar atmayız, belli üç reaksiyondan birini göstermeye programlıyız. Ya savaşırız ,ya kaçarız ya da donarız (ölü taklidi yaparız). 

Bunlar bu otomatik sistemin bir parçasıdır. Bunu yapabilmek için X’in bir tehlike olarak algılanması, sonra beynimizdeki badem büyüklüğündeki amigdala adı verilen endişelenme ve korkma radarımızın bu tehlikeyi havada yakalaması, sempatik sinir sistemimizin devreye girmesi ve bu üç reaksiyondan birini göstermek için bedeni hazırlaması gerekir.. 

Bu sırada bir grup bilgi de "gerçekten tehlike var mı diye bir bakalım yine de" diye prefrontal loba (analiz, sentez, muhakeme, karar verme, değerlendirme ve benzeri ileri düzey bilişsel işlemlerin yapıldığı beyin bölgesi) gider.

Prefrontalden gelecek cevabı beklemeden bedenimiz savaşmaya, kaçmaya veya donmaya hazırlanmıştır bile. (Bunlar bir kaç saniyeden daha kısa sürelerde olur.) Kan dolaşımı, kalp atışı, kollar, bacaklar, burun delikleri dahi.. her şey hazır. Bu arada adrenalin ve kortizol hormonlarının salınımı başlamıştır. Tehlike radarımız amigdala vücuda şöyle seslenmiştir: "Ölebileceğin kadar tehlikeli bir şey vaaaaaarrr!!! Hemen önlem alllll!"

Bundan sonra tehlike gerçek veya değil önemini yitirir, biz büyük bir adrenalin ve kortizol salınımıyla, bedenimizin yüklendiği savaşma veya kaçma enerjisiyle hazırızdır. Aslanla savaşsak da, aslan yanımızdan geçip gitse de, aslında aldanmış olsak o aslan değilse bile (panik atak dediğimiz durumu açıklayan aldatmaca bu son yazdığımda yatar) bizim eski halimize dönmemiz zaman alacaktır. Yani prefrontal lob değerlendirmesinden çıkan sonuç, "yahu o aslan değilmiş irice bir kediymiş boşuna korkmuşuz, güvendeyiz" şeklinde bile olsa, pat diye eski sakin-stabil halimize geri dönemeyiz. 

Bunun için de "para-sempatik sinir sistemi" diye başka bir sinir sistemi devreye girer ve bizim bütün artı semptomlarımızı yavaş yavaş geri çeker. Kan dolaşımı normalleşmeye başlar, elimiz kolumuz boşalır, nefes alışverişimiz normalleşmeye başlar, kendimizi biraz da yorgun hissederiz. Ve bir süre sonra savaşmadığımız halde savaşmışız gibi bir yorgunlukla ve üstelik hafif bir "alert" halde kalarak bir stabil hale geliriz. Alert durum ise "o aslan mıydı değil miydi, yine gelir mi?" önlemini alabilmemiz için, yani bizi koruması için bir süre daha sürer. Belki bir kaç gün... Arada yüksek bir ses duyduğumuzda, yeniden hafifçe heyecanlanırız, bazen sempatik sinir sistemi yeniden devreye girer, sonra anlarız ki boşuna telaşlanmışız, yeniden bir yorgunluk. Ve konsantrasyonumuz zayıflar. Bu tehlike sinyalini sık sık alıyorsak, ha bire tehlike var mı yok mu? diye kontrole yaparız.

Psikolojimiz bozulmadı ve delirmiyoruz!

Bütün bunları niye anlatıyorum? Çünkü bütün bunlar dışında aslan korkumuzu, bir kaza geçirme korkumuzu veya bir virüs kapıp hastalanma korkumuzu yaratan başka bir sistemimiz yok. Çünkü bütün insanlara ve hatta memelilere olan şey aynısı. Yani hepimiz aynı geminin ödü patlamış yolcularıyız. Elbette hayvanlardan bir ölçüde farkımız bilgiyi alıp işleyerek, duygularımızı bu bilgilere göre bir ölçüde kontrol edebiliyor olmamız. Ancak "tamam, bütün okumaları yaptım, eğer evde durursam bana bir şey olmayacak" desek bile arada heyecanlanmaya, korkmaya, umutsuzluk ve çaresizlik hissetmeye hem kendimiz hem diğer insanlar üzerinden devam edeceğiz. Sistemi tamamen devre dışı bırakmak mümkün değil. Ama bilincimiz ve doğru bilgiler yardımıyla panik yapmaktan uzak rasyonel bir stabil duruma gayret edebiliriz. Yapılması gerekenleri yapmak, önlemler alıp bir ölçüde sakinleşmek ve olana uyum sağlamak da insana özgü beceriler.

Bizler Pandemi konusunda çoğunlukla anormal davranmıyor veya hissetmiyoruz. Psikolojimiz bozulmadı veya delirmiyoruz. Hepimiz korkuyoruz. Hepimiz kaygılanıyoruz. Hepimiz öfkeleniyoruz. Hepimiz üzülüyoruz. Hepimiz şaşırıyoruz. Hepimiz güvende değilmiş gibi hissediyoruz. Hepimizi belirsizlik huzursuz ediyor. Hepimiz bir filimin içinde hissediyoruz. Çünkü atalarımızdan kalan bir düzeyde bilinçdışı malzemeye sahip olsak da bugün bunu biz tecrübe ediyoruz. Anormal olan bizim davranış ve duygularımız değil. Anormal olan durumun kendisi. Travma diliyle söylemek gerekirse, anormal duruma normal tepkiler gösteriyoruz. 

Ne yapacağız? 

Durumumuzda bir anormallik yok. Bunu anlamak önemli bir adım olabilir. 

Gün içinde defalarca birer uyaran, tehlike çanı, mesaj, tweet, haber programı ile sürekli bu sinir sistemimizle oynanıyor. Dolayısıyla bir türlü stabil olmuyoruz. Sürekli camdan aslan geliyor mu, yakın mı, gitti mi? diye bir heyecanlanıp, bir sakinleşiyoruz. Bu hem sinir sistemimiz hem de bağışıklık sistemimiz için çok yorucu. Uzak durmayı bilinçili bir şekilde planlamak için çaba sarfetmek gerekiyor. Ama bunu yapabilir, belli rutinlerimizi sürdürmeye gayret edebilir, belki de yeni rutinler oluşturabiliriz. 

Bütün bunlar olurken herkesin benzer bir rutini olmadığını da hatırlatayım. Bazılarımız için bahsettiğim bu ortalama koşullar çok ileride. Örneğin sağlık çalışanları, market çalışanları, eczacılar, temizlik görevlileri, kargo çalışanları, hâlâ şirketlerden, işyerlerinden çalışmak zorunda kalan insanlar, o gün kazandığı ile akşam evine ekmek götürenler, dışarı çıkması riskli olan kısıtlanmış bireyler, bir işi olmayanlara sokakta yaşayanlar, imkanları çok kısıtlı veya hiç olmayanlar… 

Veya bu kısıtları yaşamları boyunca yaşamakta olan insanlar, kronik hastalar, kısıtlı bireyler, dünyanın ve ülkemizin bir çok yerinde açlıktan, yoksulluktan, adaletsizlikten kısıtlanmış olanlar…. 

Size yüzlerce öneride bulunmayacağım sanırım. İnsanın kendi kendine evinde kaldığında ne yapacağını söylemek bana fena halde kapitalist örüntünün bir başka hali gibi geliyor. Belki biraz düşünürsünüz, belki biraz sıkılırsınız. Sıkılalım. Düşünelim. Daralacaksak daralalım. 

Her zamanki önerilerim var tabi, müzik dinlemek gibi. Sanatla ilgilenmek, kendinizi duygu ve düşüncelerinizi ifade etme araçları ve alanları yaratmak gibi. Onun dışında her bizi öznel olan yaşamlarımızda ortak önerilerim şöyle olabilir. Kendimize yakınlaşalım. İlişkilerimize yakınlaşalım. Gerçek bir şeylere herkesin ihtiyacı var; gerçek bir sohbete, dertleşmeye, biraz durmaya, herkesin kendisiyle bir ilişki kurmaya ihtiyacı var bana kalırsa. Kendiyle ilişkisi iyi olanlar için zaman biraz daha farklı akabiliyor; olmayanlar için zulüm de olabilir. Belki kendinizle yeniden karşılaşmak için iyi bir zaman bu. Belki dünyada olan biteni düşünmeye, belki değişmeye iyi bir zaman olabilir, bilemiyorum. Hepimizin deneyimi birbirinden farklı olacak. O yüzden kişisel gelişim çılgınlığının bizi getirdiği bu noktadan bari bu sefer uzaklaşıp, ne yapacağımızı kendimiz bulalım. 

Ama bir öneri vereceksem eğer, bize ne kesinlikle iyi gelir biliyor musunuz? 

Dayanışma ve fiziksel mesafeye rağmen yakınlaşma. Şefkat, akıl ve vicdan elbirliğiyle birleşme. 

* * *

(Dün bu yazıyı yazacağıma söz verdiğim halde yazamamış olmamı merak etmiş olanlarınız oldu. Bu ilgiye sonsuz müteşekkirim. Aslında ben de sözümden neredeyse hiç caymayan biri olsam da dünkü ruh halimle kendime bir izin vermem gerekti. Her birimiz gibi ben de bazı günler daha çaresiz hissediyorum, üstümüze çokça gelen konular altında. Başka bir toplumsal meseleye dair bir yazı yazmam gerekti dün, milli eğitimle ilgili ve bu umut yazısı için iyi bir gün olmadığını düşündüm, ve biraz umutsuz hissetmiştim. Ama bugün iyi bir gündü.)

Konu umut oldu mu ben susayım Nazım söylesin gerisini…

 Umuda bin kurşun sıksa da ölüm

Unutma umuda kurşun işlemez ölüm 

Alsa da bizi çukuruna ölüm

Unutma ki fidanlar çukurda büyür gülüm. 

Nazım Hikmet Ran


Bir Covid-19 hikâyesi | İçeriden bilgi: Korona testim negatif çıktı ama…

Korona tüneline girdik | İçeriden bilgi: Bazı gerçekleri kayda geçirelim

Yazarın Diğer Yazıları

Seçmenin cevabı: Seçimin psikolojik analizi 101

14 ve 28 Mayıs seçimleri, özellikle muhalefetteki siyasi partilere sert bir dille ve yüksek volümle seslendi: Değişin!

Utancımı duyan var mı? | Afetzedelere ve çaresiz tanıklara, psikolojik ilk yardım

Bu hafta uzaktakilerden veya bölgeden en çok duyduğum, gördüğüm okuduğum, yüksek düzeyde hissedilen utanç duygusu ve yoğun bir yardım etme isteği ve sorumluluğu. Bana kalırsa yaşadığımız utanç ve sorumluluk duygusunun üç sebebi var. Bir, bu kadar kötülük karşısında iyiliğe olan ihtiyacımız; iki, yaşamda kalmanın ve şanslı tarafta olmanın getirdiği suçluluk duygusu ama en önemlisi de utanması ve sorumluluk alması gereken kişilerin utanmaması ve sorumluluk almaması. Onların sahip olmadığı utanç sorumluluk duyguları sanırım bizde ikame ediyor

Kadın cinsel(siz)liği

Bakmaya bile cesaret edemediği, orada, aşağılarında başına bela olacak bir organın içine, nasıl olacak da bir erkeğin penisi girecektir? Yüzyıllarca kalınlıktaki kapıları kırarak hem de. Cinsellik budur kızım!