22 Mart 2020

Bir Covid-19 hikâyesi | İçeriden bilgi: Korona testim negatif çıktı ama…

"Türkiye'de neden Covid-19 yok? Gerçekten yok mu?" tartışması bile henüz yapılmıyordu, o günlerde çok değil üç hafta evveldi. Ve hatırlarsanız ilk vaka açıklanana kadar da (doğal olarak) dünyada olanlara ve ülkemizde olacaklara dair bu günlerdeki gibi bir algımız yoktu...

"Pek iyi değilim galiba" eşiğim çok yüksek olduğu için, hastalık da sinsice sürüp, iki günde hızlı bir yükseliş yaptığı için, "İlaca rağmen bu ateş düşmüyor mu nedir, hadi oğlum bir hastaneye gidelim..." sözlerimle başladı hepsi.

Taksi, hastane, acil servis, muayene, 39,9 derece ateş, kan tahlili, serumlar, röntgen, oğlanla ateşli halden doğru gülüşmeler, influenza negatifmiş, kısa süre içinde değişen yüz ifadeleri, acil servis ekibinin tamamına aniden takılan maskeler, eldivenler ve servisteki hareketlilik…

- Didem Hanım, crp olması gereken en üst aralıktan 25 kat daha yüksek.

+ Efendim?

-Test negatif yani domuz gribi değilsiniz; idrarda ve akciğer röntgeninizde de bir belirti yok. (Varmış)

+ Benim göğsüm çok ağrıyor, çok halsizim ve çok üşüyorum, ateşim…

-Hmm. Peki yakınlarda yurt dışına çıktınız mı?

O gece atar topar hastaneye yatışımı yaptıklarında benim henüz bir teşhisim yoktu. Oralarda bir günden fazla kalacağımdan da haberim yoktu. Eldeki veriler atipik bir duruma işaret ediyordu bir onu anlamıştım. Öksürük var mı? -Hayır. Burun akıntısı? -Hayır. Boğaz ağrısı? -Pek az. Hmm, peki ne zaman çıktınız yurt dışına, nereye gittiniz? -Ama döneli üç hafta oldu doktor hanım. Değildir o.

Hastaneye yatış

İmzalayarak izin alıp, evden birkaç parça eşya almaya geliyorum; oğlanı birkaç saat evvel "birazdan gelirim sen git uyu çocuğum, yarın okul var" diye eve yollamışım. Uyuyor, eve döneceğim demiştim oysa ki. Döndüm ama yine gitmem gerekiyor hemen. Başucuna bıraktığım notta sakince durumu anlatıyorum. Uyanır uyanmaz da konuşacağız. Son bir sigara içiyorum (hakikaten sonmuş). Arkadaşım beni bekliyor, sabaha karşı olmuş neredeyse, hastaneye geri dönüyoruz. Kaçamam da damar yolu açılmış bir defa. 

Sabah damardan tedavi başladığı halde, henüz teşhis yok, endişeli halde doktorlar ziyarete geliyor, konsültasyonlar sürüyor, tomografi, kan tahlilleri vs tam olarak hatırlayamadığım durumlar.. Ailem ve arkadaşlarım ziyarete geliyor, hem ateşim var, hem halsizim, hem de gülüyoruz. Bir tuhaflık var, ne olduğum belli değil, ama odaya maskesiz sokmuyorlar, gelen giden doktorlar bana bir değişik bakıyor, biri en sonunda "niye gittiniz ki yurt dışına"diyerek neredeyse haykırdığında (kendi kaderine haykırdığını sonradan öğreniyorum) biraz daha anlıyorum durumu.

Akşam üzeri doktor geliyor, tüm gün süren kararsızlığını üzerinden atmış bir tonda teşhiste netleştiğini söylüyor, odada arkadaşlarım da var. "Atipik ve ağır bir zatürre bu, hastanede tedavi edeceğiz. Çok dikkat edeceğiz… Bilinen tüm virüs testlerini de yaptık hepsi negatif".

E, İyi. (İyi mi gerçekten? Size nerden geldi bu zatürre? diyordu daha bu sabah, ama neyse, iyi)

Doktor, o kadar net ve kesin bir açıklama yapıyor ki, sanki kendi kendine kafasındaki bütün soruları bırakması gerektiğini söylüyor. Açıklamayı bize mi kendisine mi yapıyor bilmiyorum. Ben zaten ateşle mücadele ediyorum gececi hemşirelerle birlikte. 

Sabah aynı doktorum vizite birkaç doktorla birlikte fırtına gibi giriyor. (Belli ki gece boyu araştırmış, kafasındaki sorular bütün bu net tavrına karşın susmamış ve içine sinmeyen bir şey var.) 

-Didem Hanım, biz ihtimal yüzde 1 bile olsa size Covid-19 yeni tip Korona testi yapacağız. Hiç endişe etmeyin pozitif çıkmayacak. (Uzunca bir anlatım, beni rahatlatmak için izahlar, oysa ki ben kendini hekimlere emanet etmiş bir hastayım zaten, sorun da çıkarmam ki, Korona zaten değilimdir, ülkede hiç yok, ilk vaka ben mi olacağım yani?..) 

-Peki tabi. Yapın, ben de eminim çıkmayacak, ama yapın...

Bilim kurguydu, çabucak gerçek oldu

Burada okuyucuya aydınlatıcı bir bilgi vermek, aslında okuyucunun da bildiği bir şeyi ona hatırlatmak gereği duyuyorum. Çünkü algımız son birkaç hafta içinde inanılmaz bir hızla değişti. Bana bunlar söylendiğinde ve tartışıldığında 26-27-28 Şubat 2020 günleriydi. Yani bundan üç hafta evvel Korona hayatımızda "bilim kurgu filmi" gibiydi. Bu söylenenler bir gün olabilir ama daha çok uzaktaydı.

Türkiye'de neden Covid-19 yok? Gerçekten yok mu? tartışması bile henüz yapılmıyordu, takip eden günlerde başlamıştı. Ve hatırlarsanız ilk vaka açıklanana kadar da (doğal olarak) dünyada olanlara ve ülkemizde olacaklara dair bu günlerdeki gibi bir algımız yoktu. Çok uzaktı bize bunlar. Çin'de filandı. Biraz daha dikkatliler için, İtalya'da da fena başlamıştı. Bizde olmayınca anlaşılmayan durumlar yaşanıyordu, dünyanın kimi yerlerinde. Üzülüyor, korkuyor ve hızlıca unutuyorduk. Umursamazlıktan da değil, bizim derdimiz bize yetiyordu. Yeni bir dert istemiyorduk.

Tam bu dönemde, sonuçlanması iki gün süren Korona test sonucumu bekleme süresi benim için başlangıçta zorluğunu yaşadığım hastalığın ve izolasyonun hüznünün yanında önemsiz bir detay olsa da; zamanla oğlum, ailem, dostlarım, arkadaşlarım, çalışma arkadaşlarım ve sürekli temasta olduğum insanlar için endişeli bir süreç haline gelmişti. Dolayısıyla benim için de. Onları düşünüyordum. İki konu olmalıydı akıllarında endişelenecek. Bana "bir şey" olması ve kendilerine de bir şey olması. Ben Korona virüsü aldıysam, hepsi karantinaya alınacaktı. İzolasyonun verdiği yalnızlıkla da büyük bir hüzün kaplamıştı içimi. Yüksekte seyreden moralim artık sarsılmaya başlamış, ateşin ve bu belirsizliğin etkisiyle bir gecede duygusal olarak çökmüştüm.

Doktorların virüs testi yapmadan önce beni uyardıkları tek konu, "testiniz pozitif çıkarsa sizi Kartal Devlet Hastanesi'nde karantinaya alacaklar, tedaviniz orada yapılacak, burada kalamazsınız; negatif çıkarsa da Ankara ve Sağlık Bakanlığı tarafından sağlığınız bir süre takip edilecek, sizi sık sık arayacaklar", olmuştu. Ona da tamam. 

Beni Ankara'dan bir defa aradılar, o da test yapıldığı gün, bir çok soru sordular, yurt dışında nereye gitmiştim, ne zaman hangi hava yoluyla, hangi şehirlere gitmiştim? Nerde çalışıyor ne işle uğraşıyordum, kimlerle yaşıyor… kısaca ne yiyor ne içiyordum? Anlamlı sorularla bana kendimi güvende hissettiren bir konuşma yaptılar. Ancak sorun şuydu ki İstanbul'da (üç hafta önce) test kiti olmadığı için benden alınan örnek (burundan alınan sürüntü) Ankara'ya gidecek, test orada işlem görecekti. Zaman ilerledikçe ve test sonucu beklenen süreden geciktikçe doktorlar, hastane personeli, ailem, arkadaşlarım birkaç yüz kişi gergin bir bekleyiş içinde bekliyorduk.

Ben tabi iki gündür yalnızdım ve artık kötü senaryolar da düşünmeye başlamıştım. Ne de olsa ilk vaka olacak kadar şanslıysam (!) bu hastalıktan ölmeyi de hak edecek kadar şanslı olacaktım. Bu aşamada, ateşli, yorgun ve zatürre ile mücadele eden yalnız bir hasta olduğumu da hatırlatayım. Her şeyi düşünüyorsunuz böylesine izole olunca bir odada. Hasta ve yalnız yan yana gelmemesi gereken iki kelime. (Gerçek bir karantinayı düşünemiyorum)

Hastanede epey bir hareketlilik vardı, ilk günün masum maskelerinin ve moral vermeye ve geçmiş olsuna gelen ziyaretçilerimin yerini odaya getirilen elektronik aletler, özel tansiyon, oksijen ve ateş ölçerler, benimle ilgilenen hemşirelere giydirilmesi şart koşulan ve gitgide daha acayipleşen kostümler almıştı. Kimse odama giremiyor, kapısından bile bakamıyordu, bir arkadaşım ve ağabeyim benim için getirdiklerini hemşirelere bırakırken bana uzaktan el sallayacak kadar izin almışlardı, çok duygulanmıştık karşılıklı.

Hastanede, bana bir hayrı olmasa da, bir ölçüde popüler bir hastaydım, herkes "the hasta"nın durumunu merak ediyordu. Bir çok doktorun görüşü alınmıştı, küçücük dünyamızda bir WhatsApp yazı grubundan bir doktor arkadaşımın görüşünün bile alındığını öğreniyordum. Benim için oldukça sürreal zamanlardı. Henüz ne olduğunu içerden anlayamıyor, sadece dışardan izleyebiliyordum. Ama elbette uslu bir kız olarak bekliyordum odamda sessizce, ateşimle mücadele içinde, biraz üşüyerek, titreyerek biraz da hüzünle. Kendimi biraz küçük görüyordum. İnsan çaresiz kalınca küçülüveriyor. 

Hep olduğu gibi komik anılarım da vardı. Acayip aletlerle dolan odama en son hamleyi, astronotvari giyinmiş bir erkek görevlinin, "bana özel tıbbi malzeme çöp kutusunu" sadece başını içeri sokarak, "şunu şöyle bıraka…." diyerek içeriye doğru ittirmesiyle yaptığını söylemem lazım. Gülüyordum, bu olanları anlatıyordum da ama içten içe dışlanıyordum da basbayağı. Korkuluyordu benden. Cüzzamlı hastaydım ortaçağdaki, yakılmayı bekliyordum, ama hemşireler beni kurtaracaklardı bu kötülerin elinden…Hemşire arkadaşlar gerçekten çok iyi destektiler, "biz hiç inanmıyoruz Korona olduğunuza" diyip bana gerçekten moral veriyorlar, ben de onlara "korkudan bir tek gözleriniz açıkta kalmış ama naber?" diyerek takılıyordum.

Elveda bana özel tıbbi atık çöp kovası

En sonunda oldukça geciken haber geldi, kendimi bilgisayarımdan dizi izlemeye vermiştim. İki hastane yetkilisi bey geldi, elimi kaldırıp aniden "hayırlı haber verin lütfen" dedim. "Hayırlı vereceğiz, negatif" dediler, "ohh" dedim, gülüştük. O an en çok ailem için sevinmiş olabilirim. Üzerimden bir yük kalktı temasta olduğum herkese dair. İnsan garip bir suçluluk da hissediyor çünkü. Bulaştırdıysam diye. 

"Yalnız ateş düşürücü vermeyeceğiz, çünkü Ankara ateşinizi ve iyileşme seyrinizi takip etmek istiyor. Eğer iyileşme beklendiği gibi olmazsa yeniden test uygulayacaklar" dediler. Tek test yeterli olmayabiliyor. Biraz burulduysam da yine de sevinmeye devam ettim. birkaç gün daha aşırı yükselmeden seyreden ateşli halime dayanmak zorunda kaldım. Şüphe tedavinin önüne geçti. Korona virüsü taşımadığıma, sadece(!) ağır zatürre olduğuma maaile, eş- dost-akraba ve tüm hastane personeli sevindik, tedaviye devam edildi.

Bu moralle, damardan ve ağızdan verilen çeşitli ve isabetli antibiyotiklerle ateşim yavaş yavaş düşmeye başladı. birkaç gün içinde maskeler normal hale döndü, hemşire ve doktorumun yüzü gülmeye başladı, önce odamdaki elektronikler çıkarıldı, ziyarete izin çıktı, en son maskeler de atıldı. Hastane ilk Korona virüs deneyimini benimle yaşadı. Sigortam da. Hazırlıklı olmadıkları halde doktorumun süreci hafif tereddütle ve üstün dikkatle yürütmesi sonucu, doğası bozulmuş bir antibiyotik süngeri olarak 9 günün sonunda hastaneden çıkıp evdeki nekahet dönemime geçtim. 

Bu arada çöp kovası en son çıkarıldı. Hep birlikte güldük ve kendisiyle vedalaştık. Ankara'dan da bir daha hiç aranmadım.

Evdeki nekahet dönemi çabucak yorulmalarla, yatarak, aile, arkadaş desteğiyle sürerken ise ülkede Korona görülmeye başladı. Korona gerçek olmaya, korkutmaya, panikletmeye, üzerimize doğru gelmeye başladı. Oysa ki ben daha iyileşip dışarılara çıkacak, baharı yaşayacaktım. Yahu ben zaten 20 gündür karantinadaydım…

Zihnim olanları idrak etmeye çalışırken beklenen gün geldi, on gün sonra kontrole gidecek, zorlansam da yediğim karnabaharlar ve hayat boyu ağzıma koymadığım birkaç sebze ciğerimi iyileştirmiş mi? diye bakacaktık. Doktor iyileşmekte olan ciğerimden ve kan değerlerimden çok memnun kaldı. Ve ayrılırken bana: "bence siz Korona geçirdiniz dedi, bence de dedim…." 

* * *

NOT: Yazını bu ilk bölümü biraz kişisel ancak ikinci ve üçüncü bölüm için referans olması bakımından yazıldı. 2. bölüm yarın.

Yazarın Diğer Yazıları

Seçmenin cevabı: Seçimin psikolojik analizi 101

14 ve 28 Mayıs seçimleri, özellikle muhalefetteki siyasi partilere sert bir dille ve yüksek volümle seslendi: Değişin!

Utancımı duyan var mı? | Afetzedelere ve çaresiz tanıklara, psikolojik ilk yardım

Bu hafta uzaktakilerden veya bölgeden en çok duyduğum, gördüğüm okuduğum, yüksek düzeyde hissedilen utanç duygusu ve yoğun bir yardım etme isteği ve sorumluluğu. Bana kalırsa yaşadığımız utanç ve sorumluluk duygusunun üç sebebi var. Bir, bu kadar kötülük karşısında iyiliğe olan ihtiyacımız; iki, yaşamda kalmanın ve şanslı tarafta olmanın getirdiği suçluluk duygusu ama en önemlisi de utanması ve sorumluluk alması gereken kişilerin utanmaması ve sorumluluk almaması. Onların sahip olmadığı utanç sorumluluk duyguları sanırım bizde ikame ediyor

Kadın cinsel(siz)liği

Bakmaya bile cesaret edemediği, orada, aşağılarında başına bela olacak bir organın içine, nasıl olacak da bir erkeğin penisi girecektir? Yüzyıllarca kalınlıktaki kapıları kırarak hem de. Cinsellik budur kızım!