17 Mart 2019

Büyüsü bozulmuş bir dünyanın çocukları ne yapar?

Artık kimse rahat, huzurlu değil. Dua ederken, kahve içerken, yolda yürürken hepimiz bitmez tükenmez tehdit altındayız. Gençler, Weber’in deyimiyle “Büyüsü bozulmuş” bir dünyada suni düşmanlıklar üzerinden kahraman olmaya çalışırken en büyük nefretlerin yüzü oluyorlar

15 Mart 2019, dünya son derece karanlık sabahlarından birine daha uyandı. 

Christchurch’de iki camiye gerçekleştirilen saldırılarda en az 49 kişi yaşamını yitirirken, 20 kişi ise de ağır yaralandı. 

Vahşetin her anı, saniye saniye saldırgan tarafından kaydedilip olay sırasında sosyal ağlar aracılığı ile yayınlanırken, “Manifesto” adı altında 70 sayfalık bir tehdit ve suç programı yine saldırganın Twitter hesabı üzerinden paylaşıldı. 

Olayın ilginç yanlarından birkaçı şüphesiz saldırganın tek başına bir organize suç örgütü gibi hareket edebilmiş olması, tamamıyla kendi olanakları ile sosyal ağları kullanarak amacını, hedefini ifade edebilmesi ve dehşet anlarını ise kamera ile tıpkı bir video oyunu gibi paylaşması. Sosyal ağlardaki adı ile Brenton Tarrant dünyanın huzurlu köşelerinden birini kana bulayan bir isim artık. 

Irkçı saldırgan, 2011’de 77 kişiyi öldüren, 242 kişiyi yaralayan Norveçli Anders Behring Breivik ile aynı paranoyaya sahip: “Avrupa'nın çok kültürlü yapısının her şeyi mahvedeceği, gerçek Avrupalıların sonunun geleceği”. Saldırganın kendisi de sık sık kendi köklerine, Avrupalılığına vurgu yapıyor. Her ne kadar Avustralyalı olsa dahi, Avrupalı kimliğini ön plana çıkarıyor. İskoç, İngiliz, İrlanda gibi ülkeleri arka arkaya sıralıyor. Devamlı bir ispat peşinde koşuyor. 

Aşırı sağcı ve İslamofobi çevrelerin kullandığı bir teze atıfta bulunuyor: “Renaud Camus”nun “Grand Remplacement” / Büyük İkame kitabından cümleler söylüyor. 

Hiç şüphe yok ki, tartışılacak konulardan biri İslamofobia ancak benim altını çizmek istediğim son dönemlerde oldukça yankı bulan gençlerin “radikalleşmesi”, “beyaz adam”ın IŞİD gibi terör örgütlerine katılarak bambaşka topraklarda bambaşka inançlarda savaşması, bireylerin tek başlarına dehşete düşüren saldırılarda bulunabilmesi…

Örnekleme amacı ile, eylemleri tek başlarına düzenleyen Norveç saldırganı Breivik (40) saldırıyı gerçekleştirdiğinde, (31), Yeni Zelanda saldırganı Brenton Tarrant (28) ve son olarak da Strasbourg’da Noel pazarına saldırıda bulunan 28 yaşındaki Chérif Chekatt’ın gerçekleştirdiği saldırılara baktığımızda, saldırganların yaşlarının hemen hemen aynı olduğunu görüyoruz. 

Yaygın sorulardan biri, bu neslin neden kendini bu denli kanlı eylemlerin bir parçası haline getirdiği. 

Bunu anlamak için de onların içine doğdukları dünyaya bakmakta fayda olabilir. Bu neslin kimliğinde izleri olan olaylar ve toplumsal değişimler kuşkusuz; komünizm hayallerinin bitişi, küreselleşmenin başlaması, her şeyin çok daha iyi olacağı vaadinin aksine uzun işsizlik süreleri, kültürel kimlik yitimi, değerlerin değişimi ve üstüne üstlük bilişim çağının yarattığı varoluşsal tedirginlik. 

Gençler, bir önceki nesle göre çok daha fazla tehditle ve umutsuzlukla karşı karşıyalar. Onlara, sürekli dünyanın pek de umutlu, refah dolu olmadığı ve “ötekinin” tehdit olduğu tohumu akıllarına, yüreklerine atılıyor. 

İşlerini alanlar, kimliklerini çalanlar hep ötekiler… Ötekiler kimi zaman 13 Kasım 2015 Cuma gecesi Paris’te kafelerde oturanlar, kimi zaman camidekiler, kimi zaman Noel pazarında gezinenler kimi zaman ise Norveç’te sosyal demokrat kampındaki gençler…

Saldırganlar arasındaki başka bir benzerlikte, video oyunlarındaki gibi, saldırıları kolayca gerçekleştirebilmeleri. İçlerinde büyüdükleri şiddet çarkında kolayca cinayetler işliyorlar, çünkü izlenen onca şiddet görüntüsünde, şiddet artık sıradan bir olgu…

Saldırganların diğer bir özelliği de otuzlu yaşlarına yaklaşmış ya da yeni geçmiş olmaları. Toplumların 30 yaş baskısı ile somut bir başarıya imza atmak, adlarından söz ettirmek istemeleri de muhtemel. Kahraman olmaları da sıkça işlenen bir beklenti. Batının süper kahramanları gibi “tehditten” kendi halklarını kurtarmak, bir düşünceye hizmet etmek istiyorlar. Dışlanmışlık, yetersizlik, umutsuzluk ve işlevsizlik hislerini “ötekinden” çıkarmaya çalışıyorlar. 

Bugünün siyasileri, oy kaygısı ile toplumların içerisinde düşmanlık yaratabilecek tohumlar ekerken, gerçek sorunların gerçek nedenlerine pek değinmiyorlar. Komplo teorileri ve şiddet zincirleri yüzünden masum insanlar dünyanın her yerinde durmadan hayatlarını kaybediyorlar. 

Orta Doğu, 2000’li yılların başından beri hemen hemen her gün intihar saldırıları ile dehşeti yaşıyor. Müslüman nüfuslara karşı tepkiler büyüyor, dışlananların sayısı gittikçe artıyor. Siyaset, eğitim sistemi, medya şiddeti yeniden üreten yerler haline dönüşüyor. 

Bugün artık kimse rahat, kimse huzurlu değil. Dua ederken, kahve içerken, yolda yürürken, hepimiz bitmez tükenmez bir tehdit altındayız… 

Gençler, Weber’in deyimi ile “Büyüsü bozulmuş” bir dünyada (“Disenchantment of the World”), kendi kimliklerini bulmaya, suni düşmanlıkların üzerinden kahraman olmaya çalışırken, en büyük nefretlerin, acıların yüzü oluyorlar. 

Radikalleşme eylemleri, gençlerin ve dünyanın çok acı bir çığlığı. 

Dumanı tüten Orta Doğu ve başka coğrafyalar için daha yapıcı politikalar geliştirmedikçe çok ilerleme kaydetmenin mümkün olmayacağını ve üzülerek daha çok masum insanları kaybedeceğimizi düşünüyorum. 

Yazarın Diğer Yazıları

Yeri değişmiş bir çiçek: Türkiye

Cumhuriyet'in 100. yılında sevdiklerini çöp torbasında gömmenin ya da kimi zaman molozların arasında kalmalarının dayanılmaz yüzleşmesini yaşadık

Daha da adaletsiz bir dünya mümkün!

Adalet arayışında hayatımız, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Daha adil bir dünya mümkün” kitabı ve dünyadan üç örnek…

Fransa'nın yeni giyotini: #BendeEnsest!

Camille Kouchner olağanüstü bir cesaret göstererek kaleme aldığı aile öykülerinde, kendi ikiz erkek kardeşinin, üvey babaları tarafından yıllarca ensest ilişki ile tecavüze uğramasını anlatıyor