28 Ocak 2025

Çin pirana mıdır yoksa onu öyle görenler sazan mı?

Çin’i anlamaya yönelik gerçek bir çaba göstermezsek, Çin söz konusu olduğunda vizyonumuzun Kenan Evren’inkinin ötesine geçmesi pek mümkün olmayacaktır. Özellikle aydınlarımızın, Çin kültüründeki anlamıyla "sazan" olmasını talep edersek çok şey mi istemiş oluruz?

Çin kültüründe sazan, gayret, azim ve başarının sembolüdür

T24 Yıllık’ta yayımlanan “Dün, Bugün, Yarın; Çin’in Makus Talihi mi?” başlıklı yazımda unvan olarak “T24 Çin Analisti” ibaresi yer alıyor. Ne kadar hak ettiğimi bilemem ama hasbelkader senelerdir Çin’i bütün vecheleriyle anlayıp anlatmaya ve içeriden bir bakışla değerlendirmeye gayret ediyorum. Çünkü bu kadim kültüre ve büyük ülkeye layık olduğu önemi göstermeyişimizi dert ediyorum.

Derin, çok katmanlı bir kültür ve gerçeklik söz konusu ve ciddi bir çaba gerekiyor.

Çin’le ilgili yüzlerce yazı ve bir kitap yazdım ama bazen havanda su dövüyormuşum hissine kapılmıyor değilim.

Bir yazımda, altı Çin klasik romanından hiçbirinin Türkçeye çevrilmediğini yazmıştım. Açık Radyo’daki bir konuşmam vesilesiyle bir dinleyici bunun nedeni hakkında ne düşündüğümü sormuştu.

Bu sorunun cevabı, sanırım, Çin’i fazla önemsemememiz. Herkes Çin mucizesinden, Çin ekonomisinin büyüklüğünden, Çin’in yükselen güç olduğundan; kısacası, Çin’in çok önemli olduğundan bahsediyor. Ama gerçekte, Çin’le rabıtamız oldukça zayıf. Çin’i tanıma, Çin’le siyasi, ekonomik ve kültürel ilişkilerimizi geliştirme konusunda gerçek anlamda bir irade beyanı yok gibi.

Bu nedenle, geçenlerde YouTube’da Cüneyt Özdemir’in Çin hakkındaki belgeseline rastlayınca sevindim. Çin cehaletimize ancak böyle usta bir gazetecinin dört başı mamur programı merhem olabilirdi. Üstelik, çok seyredilen ve belgeselciliğiyle ma’ruf bir gazeteci söz konusuydu.

Bu beklentiyle seyretmeye koyulduğum belgesel, ne yazık ki, ilk dakikalarından itibaren beni hayal kırıklığına uğrattı.

“Pirana, yırtıcılığıyla tanınan bir balık türü. İri ve sivri dişleriyle biliniyor; güçlü kaslara bağlı alt ve üst çenesinde sıralanmış olan ustura gibi dişleri var. Birbirlerine sıkıca kenetlenince kurtulmak mümkün değil. Pirana, kendinden çok daha iri olan avından büyük parçalar kopartıyor ve hepsi birlikte hareket ediyor. İşte Çin'in hikayesi de tıpkı pirana balıklarının bir nehirdeki mücadelesini andırıyor.”

‘Uzakdoğu’daki Pirana: Çin’in bu girizgâhı, belgesele hâkim olan anakronizmin habercisiydi bir anlamda.

Özdemir’e göre Çin, 1949’da komünist rejimin tesisinden itibaren, yani doğuştan bir piranadır: “Hedefi yalnızca hayatta kalmak değil, nehrin, yani dünyanın, hâkimi olmaktı.”

Lakin ilk zamanlarda piranamızın hibernasyonda olduğu anlaşılıyor: “Kültür Devrimi’nin kasırgaları gelenekleri yerle bir ederken Mao'nun Kızıl Kitabı rehberliğinde yeni bir toplum inşa edilmeye çalışılıyordu. Ekonomide ise işler kötüye gidiyordu. Uzun yıllar kendi kabuğuna çekilen pirana için dış dünyanın ekonomik ve siyasi akıntılarına karışma vakti yavaş yavaş ufukta beliriyordu.”

Fakat finalde piranamız beklenen mutlu sona ulaşıyor: “Pirananın 45 yıllık reform yolculuğu dönem dönem sekteye uğrasa da onu nehrin sahibi olma hedefine ulaştırdığı gözüküyor.”

İçinde ABD’nin olmadığı bir nehir olmalı bu!

Cüneyt Özdemir’in pirana analojisinden, Çin Halk Cumhuriyeti’nin kuruluşundan itibaren bir master plan çerçevesinde bugünkü noktaya geldiği izlenimi çıkıyor. Sanki Mao’dan itibaren bir yol haritası vardı ve adım adım uygulanarak bugünkü Çin yaratıldı.

Oysa hiç de böyle bir durum söz konusu değil. Mao döneminde Çin hem ekonomik hem de siyasi anlamda yapbozlarla dolu bir yol izledi. Hatta varoluş sorunları yaşadı. Örneğin, Kültür Devrimi’nin (1966-76) ardından Çin, kişi başına millî gelirin 165 dolar olduğu[1], açlık tehdidinin kol gezdiği bir üçüncü dünya ekonomisiydi.

Mao’nun 1976’da ölümünden sonra Çin önemli bir dönüm noktasındaydı. On yıldır devam eden, kontrollü iç savaş mahiyetindeki Kültür Devrimi ülkenin hem insan sermayesini hem de ekonomik kaynaklarını tarumar etmişti. Ekonomik maliyet, Çin devlet sektörünün 1949'dan 1979'a kadar biriktirdiği tüm sabit varlıkların değerinden daha fazlaydı.

İnsan sermayesi anlamında kayıpları tam olarak ortaya koymak ise daha zor. On yıl boyunca, resmi rakamlara göre, 1 milyon 728 bin kişi “doğal olmayan” şekilde ölmüştü. Sakat kalanların sayısı ise 7 milyondan fazlaydı[2]. Eğitim yıllarca aksamış, yüz binlerce genç ölmüş ya da sakat kalmıştı.

Öğretmenler ve akademisyenler dışında, ülkenin önemli entelektüelleri ve kültür insanları da bundan nasibini almıştı. Casus ya da sağcı olarak yaftalanıp aşağılanan, işkence gören pek çok yazar, müzisyen ve tiyatrocu ya intihar etmiş ya da kötü muamele sonucu ölmüştü.

Henüz 16 yaşındayken öğrenci olarak Fransa’ya gidip[3], 1. Dünya Savaşı’ndan yeni çıkmış, ekonomik çöküntü içindeki Avrupa’nın çalkantılı bir döneminde 6 yıl geçiren Deng Xiaoping, ekonomik sorunların yıkıcı siyasi etkilerine yakından tanık olmuştu. Nüfusun büyük bölümünün on yıllardır açlık sınırında yaşadığı ülkede, Çin Komünist Partisi’nin (ÇKP) bu gidişle iktidarını sürdürmesinin zor olacağını görüyordu.

İşte bu ahval ve şerait altında, Mao’nun ölümünün ardından sessiz sedasız süren iktidar mücadelesinden sonra liderliği ele aldı. İki yıl sonra, 1978’de, Reform ve Açılım (改革开放) politikasını başlattı. “Taşları hissederek nehri geçmek(摸着石头过河) [4] düsturuyla piyasa ekonomisine geçiş süreci başlıyordu.

1978’de bile ülkenin nereye gideceğine dair ortada net bir yol haritası ve fikir biriliği yoktu. Hatta ÇKP’nin politikalarına yön veren ve aralarında Deng Xiaoping’in de yer aldığı “8 Aksaçlılar” diye bilinen parti ileri gelenleri arasında bile reformlara şüpheyle yaklaşanlar vardı.

Kısacası, o günlerdeki Çin’e bir pirana rolü biçmek için falcı olmak gerekirdi.

Öte yandan, pirana benzetmesinin Çin’e bu belgesel bağlamında bile çok fazla denk düştüğünden şüpheliyim.

Bizim Çin dediğimiz ülkenin adı kendi dillerinde Zhōngguó (中国)’dur. Birebir çevirisi “merkez/orta ülke”dir. Kastedilen, hem coğrafya hem de uygarlık anlamında merkezdir.

Çin kültürü, ırkı, kimliği anlamında kullanılan Çinli (中华) kelimesindeki (Huá) üstünlüğü, daha yüksek bir kültüre sahip olmayı ifade eder. Örneğin, Çinli-barbar ikiliğinde barbarların (, Yí) karşıtı (Huá)’dır.

(Yí) geniş anlamda tüm yabancılar, Çinli olmayanlar için de kullanılır.

Zımni olarak kastedilen, “Çinli (中华)”nin tüm kendi dışında kalanlara göre daha üstün ve muteber olduğudur.

Çin için illa bir teşbih söz konusu olacaksa, kanımca ejderha daha uygun düşerdi. Çin kültüründe ejderha, iktidarı temsil eder. Örneğin, eski çağlarda imparatorların ejderhaların soyundan geldiğine inanılırdı.

* * *

Çok sayıda Çin uzmanının kendi ağzından görüşlerine de yer verilen belgeselde, “Çin modeli” ucuz iş gücüne dayalı sanayileşme ve ihracat nitelemesiyle geçiştiriliyor. Ne hızlı şehirleşmeye ne de inşaat sektörünün etkilerine değiniliyor.

Önemli bir dönüm noktası olan Tiananmen’den ise hiç bahsedilmiyor.

“Çin modeli”nin ne olduğu klişelerle geçiştirilmesi onun dört başı mamur bir model olduğu yargısına varılmasını engellemiyor. Çin uzmanlarından biri raconu kesiyor: “Yani modernleşmenin tek yolu da Batılılaşmak değildir kardeşim diyor aslında. Özellikle de bunu gelişmekte olan ülkelere diyor Çin. Dünyaya başarılı bir büyüme modelinin demokrasiyle bağlantılı olmadığını gösteren bir alternatif sunuyor.”

Hasbinallah diyorsunuz gayri ihtiyari. Kardeşim, madem bu model bu kadar basitti, sadece ucuz iş gücü ile halloluyordu, neden Çin dışında kimse bu alternatif modeli taklit edip uygulayamadı?

Uzmanlar, Çin modelinin kendinden menkul başarısını kanıtlayacak biçimde konuşuyorlar sadece. Örneğin, “dünyanın en büyük kentli orta sınıfının yaratıldığı bir ekonomik model görüyoruz” diyen Çin uzmanı, bu orta sınıfın tüketiminin ülkede deflasyona yol açacak kadar düşük olduğundan bahsetmiyor. Ya da Çin’in ekonomik büyüklük olarak ABD’yi geçip ilk sıraya oturduğunu söyleyen bir başka uzman, bunun satın alma paritesine göre hesaplamayla olduğunu, nominal değerlerle ise ikinci sırada bulunduğunu belirtmiyor.

Belgesel, çok sayıda basmakalıp, zaman aşımına uğramış ve doğru olmayan ifadelerle dolu. Örneğin: “Çin, ticaret savaşları ve teknoloji kısıtlamaları karşısında geri adım atmayacaktı. Tam tersi, üretim kapasitesini artırarak, Asya Pasifik'teki müttefiklerini güçlendirerek ve yeni ticaret koridorları oluşturarak büyümeye devam etti.”

Bütün dünyanın Çin’in kapasite fazlasını tartıştığını sağır sultan bile duydu. Tayland’dan Endonezya’ya belli başlı Asya Pasifik ülkelerinin Çin mallarına karşı gümrük tarifelerini artırmaya yöneldikleri bir dünyada hangi yeni ticaret koridorlarından bahsediliyor acaba?

Sanayileri ucuz Çin malları tarafından tehdit edilen gelişmiş ülkeler ve ekonomilerini geliştirmek için mücadele eden küresel Güney’deki ülkelerin hepsinin Çin ihracatını kısıtlamak için nedenleri var. Örneğin, Tayland’dan Türkiye’ye pek çok ülkenin Çin elektrikli araçlarına ek vergiler getirmesi gibi.

Ama belgesel, başka bir paralel evrendeki Çin’i anlatıyor sanki.

Aslında Cüneyt Özdemir’in programı biraz aceleye getirdiğini, Deng Xiaoping ve Huawei gibi isimleri çok yanlış biçimde söylemesinden de anlıyorsunuz.

Ejderha kapısı üzerinden atlayan sazan

Çin kültüründe sazan, başarının sembolü olmuştur.

Ejderha, tarihsel olarak Çin imparatorunun sembolüdür ve “ejderha kapısından atlayan sazan (鲤鱼跳龙门)” sözü, bir kişinin imparatorluk idari hizmetine girmek için gerekli olan sınavları geçme başarısını anlatan bir metafor olarak ortaya çıkmıştır.

Daha genel bir ifadeyle, gayret, azim ve başarıyı ifade eder.

* * *

Çin üzerine kelam edenlerin kırk yıllık, dillere pelesenk olmuş klişelerle konuşması, yeni gelişmeleri okuyup anlamaya gönül indirmemesi, en hafif ifadeyle sazanlık değil de nedir?

1990 yılında Çin’i ziyaret eden Kenan Evren, nüfusun büyüklüğü karşısında heyecanlanıp, “her Çinliye bir kilo portakal satsak zengin oluruz” hayali kurmuştu.

Lakin küçük bir ayrıntıyı atlamıştı: Çin, dünyanın en büyük portakal üreticilerinden biriydi.

Çin’i anlamaya yönelik gerçek bir çaba göstermezsek, Çin söz konusu olduğunda vizyonumuzun Kenan Evren’inkinin ötesine geçmesi pek mümkün olmayacaktır.

Özellikle aydınlarımızın, Çin kültüründeki anlamıyla "sazan" olmasını talep edersek çok şey mi istemiş oluruz?


[1] 1976 verisi. Dünya Bankası. https://data.worldbank.org/indicator/NY.GDP.PCAP.CD?locations=CN

[2] 建国以来历次政治运动事实\ (Çin Halk Cumhuriyeti'nin kuruluşundan bu yana tüm siyasi hareketlerin gerçekleri), 1984

[3] Deng Xiaoping henüz 16 yaşındayken 1920 yılının Aralık ayında bir grup Çinli öğrenciyle birlikte gemiyle Fransa’ya gitmiş, burada 1926 Ocak’ına kadar hem orta öğrenimine devam etmiş hem de Renault dahil çeşitli fabrikalarda çalışmıştır. 1923 yılında Avrupa’daki Çinli Komünist Gençlik Birliği’ne 1924’te Çin Komünist Partisi’ne katılmıştır.  Nora Wang,  Deng Xiaoping: The Years in France, The China Quarterly, Sayı: 92 (Aralık, 1982), sayfa. 699-700, Cambridge University Press

[4] Taşları hissederek nehri geçmek (摸着石头过河) “ Bizdeki yoğurdu üfleyerek yemenin muadili sayılabilecek, temkinli bir şekilde ilerlemek anlamında kullanılan anonim bir söz. 1984’ten itibaren Deng Xiaoping tarafından sıkça kullanıldığından popüler hale gelmiştir.

Cevdet Kadri Kırımlı kimdir? 

İzmir'de doğdu.

Yurt içinde ve yurt dışında farklı şirketlerde yöneticilik yaptı.

Çin'de ve Hong Kong'da yaşadı.

"Çin Mucizesinin Sonu mu? Uyuyan Arslan Kağıttan Kaplan" adlı bir kitabı (İletişim Yayınları) vardır.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Çiğnemeye doyulmayan Çin Mucizesi ve işportaya düşen çok kutuplu dünya sakızları

Çin Mucizesinin bir de ekürisi var, çok kutuplu dünya düzeni. Bunu diline pelesenk edenlere de kötü haberi verelim: Çin Mucizesi ne kadar sahiciyse çok kutuplu dünya düzeni de o kadar sahicidir

Bizim Suriyelileri Çin ister mi acaba?

Çin’in nüfus artışı konusunda kendi vatandaşlarına pek bel bağlayamayacağı ortada. Oysa bu sorunu ABD ve Batı Avrupa ülkelerinin yaptığı gibi taşıma suyla halledebilirler. Lakin, Çin 5 bin yıl boyunca hiçbir şekilde dışarıdan göç kabul etmemiş...

“Yoldaş Trump” neden Çin’in ilk tercihi?

Musk’ın Çin ile ilişkili her konuda devrede olacağını beklemek sanırım çok da falcılık gerektirmiyor. Zülfiyâre dokunacak adımlar konusunda temkin telakki edeceği ve böyle durumlarda Trump’ın çok sevdiği pazarlık masası önerisini ortaya getireceği söylenebilir

"
"