Suriye’ye yönelik "askeri harekat"ın eli kulağında. Söylenenlere göre, "koalisyon güçleri"nce "sınırlı bir operasyon" gündemde. Bugünlerde medyaya her göz gezdirdiğimizde, gemilerden, uçaklardan atılan füzelere ilişkin arşiv görüntüleri, askeri üslere inip kalkan jetler eşliğinde "askeri harekat", "operasyon", "hava harekatı", "müdahale", "kuvvet kullanma" ve benzeri ifadeler okuyup duyuyoruz. Ekranda gördüğümüz ve gerçekte de olacak o şeyi asıl anlatan sözcük ise nerdeyse medyada hiç yer almıyor: Savaş.
Savaş, yerine kullanılan, "müdahale, operasyon, hava harekatı, saldırı vb" sözcüklerle adeta kamufle edilmiş durumda.
Neden? Çünkü kitleler ‘savaş’tan hiç hazzetmez. Kitlelere bir ‘savaş’ın başladığını hissetirmeden savaşmanın yolu ise ‘müdahale’, ‘operasyon’ gibi hüsnütabirler (euphemism) kullanmaktır.
Aslında, savaşı kamufle trendi İkinci Dünya Savaşı ile başladı. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra "ordu"ların adı bir anda "savunma güçleri" ya da "silahlı kuvvetler" oldu. Savaş Bakanlıklarının (Harbiye Nazırlığı- Ministry of War) adı da doğal olarak Savunma Bakanlığına (Ministry of Defence) dönüşüverdi. Yani, Savaş Bakanlığının adının, George Orwell’ın 1984 romanındaki gibi ‘Barış Bakanlığı’ olmasına ramak kalmış durumda.
"Taarruz" sözcüğü "operasyon" oldu bu süreçte. Savaş bölgesinin adı da "operasyon bölgesi"ne dönüştü. Küçük ölçekli bombaların adı ‘patlayıcı madde’ olurken, büyük ölçekli bombalar artık "stratejik silah". Ordular ya da silahlı birlikler arasında silahlı çatışma yaşanmıyor artık, "sıcak temas" kuruluyor. Savaşta sivil ölümleri ise ‘collateral damage (tali zayiat)’ oldu. Ne var ki günümüzdeki savaşlarda ölümlerin yüzde 90’ı bu şekildeki sivil ölümleridir. Yine de bunlar hala ikincil zayiat.
Ordular, "operasyonda" sıcak temas sağladıkları düşmanları ise artık "öldürmüyor." Ya elimine ediyorlar, ya etkisiz hale getiriyorlar, ya da nötralize ediyorlar.
İşkencenin (torture) adı "abuse (istismar)" oldu. Uluslararası hukukun yasakladığı işkenceli sorgunun adı da, yine "enhanced interrogation"a(etkin sorgulama) dönüştü.
Ve elbette, düşman askerinin adı da "düşman savaşçı (enemy combatant)" veya düşman unsurlar artık. Çünkü, savaştığınıza "asker" derseniz, ona Cenevre sözleşmesi haklarından, kriminal bir tabir kullanırsanız, hukuksal haklardan yararlanma hakkı tanımak zorundasınız.
'Psikolojik savaş' da hakkında oluşan büyük antipatiden sonra emekli oldu ve yerini yavaş yavaş "enformasyon operasyonu"na bıraktı.
Gerçek şu ki, savaşın ilk zayiatı "gerçek"tir. Savaştaki en güçlü silah da yalandır. Bismarck’ın da dediği gibi, "seçimden önce, avdan sonra ve savaş sırasındaki kadar yalan söylenen başka zaman yoktur." Yenilgiler bile bu dilde bir zafermiş gibi anlatılır. Japon imparatoru Hirohito, 3 milyon Japon öldükten, 2 atom bombasından, felakete dönüşen işgallerden sonra ülkesinin teslim olduğunu şu cümle ile ilan etti: Savaş, artık Japonya’nın çıkarına değil’’.
George Orwell, "Politics and the English Language" adlı klasik eserinde, savaş 'hüsnütabir'lerinin, "yalanlara gerçekmiş görüntüsü vermek ve öldürmeyi saygın hale getirmek için" yapıldığını yazıyor.
Orwell’ın 1984 adlı klasik romanındaki Okyanusya Devleti’nin bütün duvarlarda, ‘Savaş Barıştır! Özgürlük Köleliktir! Bilgisizlik Kuvvettir!’’ sloganı yazılıdır. Okyanusya’nın düşmansız kalmamasını sağlamak için Barış Bakanlığı (Ministry of Peace), özgürlük gibi yıkıcı istekleri bastırmak için Sevgi Bakanlığı (Ministry of Love) ve ahaliyi zararlı bilgilerden korumak için Gerçeklik Bakanlığı (Ministry of Truth) tesis edilmiştir.
"Sadece düşünce dili ifsat etmez, dil de düşünceyi ifsat eder" diyor Orwell.