05 Ocak 2010

Sadece TEKEL'in değil, hepimizin hikayesi

Zihinsel olarak 'evcilleştirilmiş' olanlar kendilerini ezen sistemi 'doğal' kabul ettikleri sürece ezenler için sorun oluşturmazlar...

Zihinsel olarak 'evcilleştirilmiş' olanlar kendilerini ezen sistemi 'doğal' kabul ettikleri sürece ezenler için sorun oluşturmazlar. Ne zaman ki ekmek elden gider ve onlar hakları olduğunu hatırlamak zorunda kalırlar, işte o zaman hiç ummadıkları bir şey olur. Onları, onlar farkında olmaksızın ezenler, ezerken de yaşadıkları sistemin en iyisi olduğuna ikna edenler, bir değişikliğe giderler.

'Ezen sistem'i çıkarır, görünmez hale getirir, yerine uğruna canımızı feda etmemizi istedikleri 'vatan'ı koyarlar.

İki nedenle...

Bir... Aslen bir 'orman kanunu' olan ezen sistemde gedik açılmasın.

İki... Hâlâ evcil olan büyük kalabalık uyanmasın.

Üçüncü bir şık daha vardır doğrusu. Evcilliğe isyan edeni vatan ve rejim düşmanlığı ithamıyla hâlâ evcil olan büyük kalabalığın önüne atmak. 'İti ite kırdırmak' diye de tabir edilir bu yöntem güzel dilimizde...

TEKEL İŞÇİSİNİN İŞİ ZOR

Bugünlerde dâhil oldukları sınıfın yüzlerce yıllık mücadelesi sonucu elde edilmiş hakları ellerinden alınmak istenen TEKEL işçileri Ankara'da direniyor. Seçenekleri, ya kapıya konmak ya 4/C'ye geçmek. 4/C'ye geçerlerse hem ücretleri indirilecek, hem de 'iş garantileri' ortadan kalkacak.

Özelleştirme çığlıkları atılırken diyorlardı ki onlara, "En akılcı, en ekonomik olan özelleştirmedir. Böyle olmuyor! Fabrikalar devletin elinde olduğu sürece ülke batıyor. Ülke batarsa hep birlikte batarız."

Onlar da bu söyleme ya inandılar ya da inanmış gibi yaptılar. Çare vardı ya, yok gibi görünüyordu o zamanlar gözlerine.

Bu arada tersinden konuşanlar da vardı yaşadıkları ülkede ve gezegende. Onlara, bugünlerde başlarına gelecekleri taa o zamanlardan söyleyenler de... Ama o sözleri edenler, zaten sistem karşıtı mihraklar olduğu için hiç kimse kulak asmadı. Doğru, asamazlardı da. Bu 'kulak asamama hali'nin gerekçeleri de artık bir başka yazı konusu olsun diyerek yolumuza devam edelim...

Ve bugünlere gelindi... Şimdi yıllarca önce dinledikleri şeyi yeniden dinliyorlar. Yine anlatılıyor onlara... "Yan gelip yatarak para kazanma devri bitti. Çalışmadan size para verirsek tüyü bitmemiş yetimin hakkını yemiş oluruz. Bunu yapamayız" diyorlar...

Bu sefer yemiyorlar, ama bu kez de işleri zor. Artık bir başlarına sayılırlar. Kendi göbeklerini kendileri kesecekler çaresiz.

Çünkü eskisi gibi sorunlarına sahip çıkacak, onlara omuz verecek, aynı yolu yürüyecek 'arkadaşları' yok denecek kadar az... Yine de onlara o meydanlarda omuz verenler, bir zamanlar o kulak asmadıkları adamlar ya da şimdi bu dünyada olmayan o adamların çocukları. Yine azlar ama ekmek için, adalet için oradalar, onların yanındalar.

SERMAYE MALI GÖTÜRDÜ YA EMEK...

Peki, bu 'Tüyü bitmemiş yetimin hakkı' retoriği ne kadar doğru!

Şimdi yumrukları sıkılı olarak bağıran, sesini biraz yükseltince gaz bombasını yiyen, yüzünü limonla yıkayanların çalıştığı TEKEL'e ne yaptılar da bu işçiler 'yan gelip yatacak' hale düşürüldü.

Anlatayım... TEKEL'in en önemli ve en değerli gelir kapısı olan 'içki' bölümü, o her derde deva özelleştirme kapsamına alındı ve 2004 yılında 292 milyon dolara satıldı.

Hakikaten de 'özelleştirme'nin ardından rakının kalitesi bir anda yükseldi. Gönül rahatlığıyla açtık şişeleri 'ispirto' çıkmayacağından emin olarak...

Şimdi düşünüyorum da... Neden bu rakı aynı maliyetle, aynı üretim tekniğiyle, aynı işçilerle, aynı satış ağıyla eskiden daha kötüydü acaba? Sermaye el değiştirir değiştirmez sihirli 'kalite artışı'ndaki keramet neyin nesiydi?

İktisat derslerinden biliyoruz ki, üretim ve kârlılık ile sermayenin sahipliği arasında hiçbir ilişki yoktur. Kabaca şudur: 'Sermaye + Emek + Üretim Aracı = Mamul madde.'

Formül, 'Özel sermaye + Emek + Üretim Aracı = Mamul madde' biçiminde kurulmamış ki! Hakikaten neden? Neyse... Bir iktisatçı bunu anlatır nasılsa, biz de anlarız.

Devam edelim...

Sonra şu oldu... Mey İçki'yi alan konsorsiyum, çoğunluk hissesini -kimi haberlere göre yüzde 70'ini, ben iktisatçı değilim ayrıntılarla o kadar uğraşamam- 2006 yılının Nisan ayında, yani TEKEL İçki’nin özelleştirilmesinin üzerinden 2,5 yıl geçtikten sonra yaklaşık 900 milyon dolara Amerikalı bir gruba sattı.

Yani, 'mal' 2,5 yılda yaklaşık 300 milyon dolardan yine yaklaşık 1 milyar 300 milyon dolara çıktı. Sermaye 'mal'ı götürdü, 'emek' ağzı açık izledi.

SONUNDA 'ÇAV BELLA'YI OKUMAK!

İşte şimdi o malın -TEKEL- oluşmasında emeğini koyanlara bugün "Hiçbir hakkınız yok. Çünkü siz tütünde çalışıyordunuz ve yan gelip yatıyordunuz / yatıyorsunuz. Ya devletin dilencisi olursunuz ya başınızın çaresine bakarsınız" diyorlar.

Hal böyle olunca da aslında yaşamını uzun zaman 'evcilleşmiş' olarak sürdürenler, sistemi yönetenlerin gözünde aniden 'vahşileşiyorlar.'

Neden? Çünkü hakları olanı, yarattıklarından paylarını istedikleri için...

Ama olmaz, bir zamanlar bu özelleştirme meselesine sırf 'evcil' olduklarından kayıtsız kalanlara şimdilerde istediklerini 'he' demeye vermezler. Almaları gerek! Almanın yollarını bulmaları gerek.

Direndikleri yerde, Türk-İş'in önünde ağızlarına tutulan gazeteci mikrofonlarına "Hepimiz AKP'ye oy vermiştik" diyenlere, yılbaşı gecesi Ankara'nın soğuğunda bir zamanlar belki de peşlerini kovaladıkları çocukların marşını, "Çav Bella"yı okutan şey işte tam da bu. Evcilleşmeden kurtuluş!

Hani birileri solcuya, sol öğretiyor ya epeydir.

İşte 'sol' orada, Ankara'da. TEKEL işçisi farkında olsun ya da olmasın, bugün orada solcu.

Ayrım çok net; ya onlardansın ya onların karşısındakilerden. Onların karşısına geçip bu tarafa solculuk taslamak, herkese "Evcilsin sen evcil kal" demekten başka bir anlam içermiyor.

* * *

Sözü uzattım farkındayım ama gerçekte amacım bütün bunları düşünmeme vesile olan yazıyla ilgili bir polemik yazmaktı. Sözün ucu kaçtı buralara geldim...

Ahmet Altan cumartesi günü Taraf'ta sıklıkla yaptığı gibi yine 'solculuk dersleri'ne soyunmuştu. TEKEL işçileri yüzünden akıl ile duygu arasında kaldıklarından, bugün 'yeni sol'un akıl ve duyguyu bir araya getirecek yeni bir politika aradığından söz ediyordu. O yazı üzerine bir şeyler yazacaktım, ama önce topu duvara vurdurup, sonra rakibin sağından geçip, solda yine topla buluşmak gerekiyordu. İkinci yazı bunun üzerine...

Yazarın Diğer Yazıları

Empati ödülünden küfür utancına

Günümüz futbolunda hücum aksiyonları \'sahanın merkezi\'nde kurgulanır

Alex de Souza dersleri!

Birçok konuda olduğu gibi hatırı sayılır bir kalabalığın futbol konusunda da kafasının hayli karışık olduğu şu bir iki haftada bir kez daha ortaya çıktı

Beşiktaş'ın bitmeyen 'güvenlik' sorunu

Beşiktaş\'ın yeni yönetiminin göreve gelişinin ardından yaptığı en sansasyonel çıkışlardan biri de TT Arena\'da oynama isteğiydi

"
"