Birçok konuda olduğu gibi hatırı sayılır bir kalabalığın futbol konusunda da kafasının hayli karışık olduğu şu bir iki haftada bir kez daha ortaya çıktı.
Örneğin, Fenerbahçe’de kısa vadeli sonuçlara bakılarak yürütülen “Alex mi, Aykut Kocaman mı?” polemiğinin geldiği nokta ve tutturulan dil...
Sorunu, “Aykut gitsin, Alex kalsın” basitliği içinde algılamamızı isteyen bu bakış açısının futbolun eriştiği noktanın ne kadar uzağında olduğunu anlatmaya bilmem gerek var mı?
Esasen bu tartışma Fenerbahçe cephesindeki bir tür “3 Temmuz rövanşı” gibi duruyor. Bilinir, kalabalıklar ‘tek kimlik’le tarif edilme basitliğiyle açıklanmaya çalışılsa bile -milliyet, siyasi parti, cemaat, grup, takım taraftarlığı vs. gibi- esasen birer ‘ittifaktır’lar. Her kalabalık aslen farklı fraksiyonların bir araya gelmesiyle oluşur.
Fenerbahçe’de de 3 Temmuz sürecindeki gelişmeler ve gidişat nedeniyle öne çıkamayan grup ya da fraksiyonlar, işlerin kötü gitmeye başladığı ilk anda meydanı doldurmaya başladılar. Bundan da şaşacak bir şey yok... Bir iddianın dile getirilip güçlenmesi ancak kriz anlarında mümkün olur. Her şey iyi görünürken ‘muhalefetin’ boy gösterme olanakları zaten sınırlıdır. Hele de bizim topraklar gibi “birlik, beraberlik retoriği”nin her şeyi bir anda kuşatabildiği coğrafyalarda...
Fenerbahçe’de Alex de Souza üzerinden yürütülen tartışmanın gerçek hedefi şimdilik ‘yetersiz görülen’ Aykut Kocaman’sa da, ilerleyen günlerde bunun yönetime yöneleceği açıktır... Hatta bu yöndeki itirazlar şimdiden boy vermeye başladı bile.
Sözü futbola çevirirsek, Milliyet Gazetesi’nden arkadaşım Levent Kalkan’ın başından sonuna itiraz ettiğim yazısının finaliyle devam edeyim... “Hiçbiriniz ‘Bir Alex değilsiniz..” Elbette ki hiç kimse Alex değil. Ama unutmamak gerekir ki Alex de Souza da geçen yıllardaki kendisi değil. “Ben zaten hiç koşmadım” tezi belki geçmiş senelerde ve bizim ülke sınırları dahilinde işe yarayabilirdi. Ne kadar yaradı orasıda tartışılır... Ama Şampiyonlar Ligi bir kaz daha gösterdi ki, durum öyle değil. “Alex yok da Fenerbahçe elendi” diyenler için, Fatih Terim’in önceki akşam söylediklerini doğru okumalarını salık veririm...
Dediğim gibi Alex, geçmişiyle bugünüyle kuşkusuz ki büyük bir oyuncu. Ne var ki sorun zaten ‘yarın’(lar)da, anlaşılamayan da burası. Destekleyici bir örnek için, Jose Mourinho’nun gelir gelmez Real Madrid’in iki simge ismi Raul Gonzales ve Guti Hernandez’le yollarını ayırmasını akıldan çıkarmamak gerek...
Daha zarif bitebilirdi!
Şimdi de bir kaç soru... Var olan üslup içinde diyelim ki, Alex de Souza kaldı ve Aykut Kocaman gitti! Peki bu takım hocasız mı devam edecek yola? Ya da böylesi bir atmosferdeki takıma hangi ‘kıymetli hoca’yı bulup getireceksiniz, ki, Alex varken ve diyelim ki Alex’e rağmen kendi formüllerini uygulayabilsin!
Bir de şöyle bir projeksiyon yapalım... Şimdiki fiziksel kapasitesiyle Alex de Souza’yı Galatasaray ya da Beşiktaş’a koysak ne olur? Galatasaray’ın oynama biçimi ve hızı gelişir ve artar mı, yoksa büyük ihtimalle tersi mi olur? Beşiktaş’ta Fernandes gibi bir oyuncu varken bu iki oyuncu yan yana oynatılabilir mi? Oynatılırsa takım hızı ve dayanıklılığı ne yönde etkilenir?
Öte yandan ne yazık ki, Alex de Souza gibi büyük bir oyuncunun böylesi ‘yıkıcı tartışmaların’ arasında gönderilmiş olması kuşkusuz ki inciticidir. Ve yine ne yazık ki ‘bizim toprakların yönetme biçimi’ne de uygundur... Nedense, bu ayrılık işlerini münasibiyle becerememe konusunda doğal bir yeteneğe sahibiz. Artık ego mudur, iktidar hırsı mıdır, beceriksizlik midir, yoksa hepsi midir, varın siz koyun adını...