Farklı iki dünya, iki farklı anlayış... Biri topu oynatmaya, diğeri topla oynamaya, biri akla, diğeri güce dayalı. Mesele böyle de okunur ama ne yazık ki İspanyollar bu iki farklı anlayışı da birleştirebildikleri için ayrı ve üstündüler. Onlardan öğrenilecek çok şey vardı. Tekniğin güçle hücumun sakinlikle, bireysel becerinin dayanışmayla, nasıl bir fark yaratabileceğinin bir tür dersini verdiler.
Bütün maç boyunca Almeida’nın şutu dışında rakip kaleye inmek için herhangi bir organizasyon geliştiremeyen Beşiktaş’ta, bu gidişe itiraz edecek tek futbolcu yoktu. Teknik analiz yapmayı gereksiz kılan bu maçta, futboldan çok insanlık halleri öne çıktı. Yenilen gollerden sonra kaleci Cenk Gönen’i ıslıklayan yeni açık tribünde kümelenmiş genç taraftarlar, biraz daha büyüdüklerinde golü sadece kalecinin değil, bütün takımın yediğini de öğrenecekler.
Bir başka tuhaflık da Arda’nın küfürle karışık ıslıklanıp, formasını tribüne atmaya çalışan Falcao’nun refüze edilmesiydi. Eğer Beşiktaşlılık diye bir insanlık hali varsa, bu maçın sonucundan bağımsız olarak o tribüne dolan gençlerin şu hayatta neler yapıp, yapmadıklarıyla ortaya çıkar. Cenk, Arda ve Falcao örneğinde olduğu gibi Beşiktaşlı olmak, yarın başı dik gezmekle ilgili bir şey olmalı. Çünkü Beşiktaşlı olmak, tıpkı hayattaki birçok şey olmanın gerektirdiği gibi başkasının varlığını da kendi varlığı gibi korumayı gerektirir. Bunca yıldır tribüne giden birisi olarak şu hayatta hiçbir şey öğrenmediysem, hiç yoksa bunu öğrendim.
Bu maç kaybedildi. Yaşadığımız sürece daha çok maç kaybedeceğiz. Önemli olan yaşadığımız hayatı kazanmak... ‘Hayat’ta neydi?..