İnsanlararası eşitsizliği meşru kılmak, sefaleti ve adaletsizliği perdelemek için çırpınan iktidar, lanetli gücünü insanlığın en ücra hücrelerine yayma görevini de erkeğe yükler.
Bir özne olarak tipik bir ‘kurban’dır erkek, ama farkında değildir. İktidarın gücüne duyduğu arzuya yenik düşer hep. Kurbandır, çünkü, iktidarı yayma ve kabul ettirme rolünü yerine getirmek için hatları ve jestleriyle hep sert olmalıdır. Sertleşip, baskı kurmanın ajanına dönüştükçe de hızla sadistleşirken kendini içindeki diğer yanını, zıtcinselliğini de baskılar. Theodor .W. Adorno, maçonun dramından söz ederken, “Asıl kadınsı olan sert erkeklerdir, onlar gibi olduklarını kabul etmemek için de hanımevladı kurbanlara ihtiyaç duyarlar” demez boşuna. Ve toplumun/ailenin erkek çocuk yetiştiririrken iktidarın gerçek sahibi olan yönetici sınıflara nasıl gönüllü hizmet sunduklarını da şöyle açıklar; “Güçlü erkek ile uysal çocuk karşıtları, tahakkümün eril ilkesini en katışıksız biçimiyle uygulayan bir düzende kaynaşırlar...”
Niye mi yaptım bu girişi? Bir kitabı övmek için....
Erken Kaybedenler
Beyoğlu Ocakbaşı’ndan kalkıp Mephisto’ya aylık dergileri almaya giderken at yarışı kuponunu doldurmuş, yanık masasında arkadaşlarının ‘kafasını koparmış’ olmanın verdiği keyifli rahatlıkla masada oturan Hayati Soydan arkamdan bağırdı; “Erken Kaybedenler’i almayı da unutma.” Unutmadım, aldım. Ve bir oturuşta da bitirdim.
Polisiye sevmem... Heyecan, gizem, cinayet bana göre değil. Ne insan öldürülsün ne de katil bulunsun. İşim olmaz. Aklımı öldürülmüş bir insanın hatırasıyla meşgul edemem... Kurnaz ve akıllı polislerden de hoşlanmam zaten. O nedenle ‘Ankara polisiyesi’ yazan Emrah Serbes’i de tanımıyordum. Sonra adını hatırladım, Birgün gazetesi için zaman zaman söyleşiler yapıyordu. İyi de yapıyordu.
Emrah Serbes, 1981 doğumlu. Yani benim yaşıma göre daha dünkü çocuk! Geçen yıl iki baskı yapan ‘Erken Kaybedenler’den ben ancak bu yıl yapılan üçüncü basımında, o da Hayati sayesinde haberdar oldum. İyi ki de olmuşum, çok sıkı yazılmış hikayeler hepsi de.
Sekiz öykünün de kahramanı ‘büyümüş de küçülmüş’ genç sert erkekler!.. Yaşları 6-17 arasında değişen bu erkek çocuklar, acılarını, hayal kırıklıklarını, kaybetmeyi dibine kadar yaşaya yaşaya büyüyor, adam oluyorlar!
Ayrılık acısının yaşı olur mu?
Kendilerinden 10 yaş büyük abilerine kafa tutarak atılıyorlar hayata, babalarından tokatlar yiyerek... Abilerinin sevgililerini araklamak için barlarda ‘pusu atıyorlar’... Onları gördüğü halde bir türlü yanmayan fotoselli kapı lambalarını, “Beni bu hayatta yok saydı” diye süpürge sapıyla kırarak yapıyorlar ilk sertlik eğitimlerini, sağa sola ateş edip, kendinden büyüklere zoraki silah çekerek.... Duvarlarda çekirdek çitleyerek büyüyen, iyi futbolcu olmadıkları için hep kaleye geçirilen ama gol kurtarmayı da beceremeyip ‘kova’ diye alay edilen, her şeyden korkan ama soyadları ‘Korkmaz’ olan bu genç erkekler, büyük ablalara aşık olup, abilerinin şehit edilmesinden sorumlu tuttukları Kürtlere gıcık kapıyorlar... Sonra gıcık kaptıklarına sarılıp ağlamamak için dişlerini sıkıyorlar...
Adaya tatile giderken kum kovası yerine oyuncak kamyonunu götürmeyi tercih ettiği için sonradan binpişman olan küçük Osman’ın ilk sevgilisi, yaz aşkı Sedef’ten ayrılışı büyük ayrılıkların acısından daha mı hafif sizce! Ayrılık acısının yaşı olur mu? Dinleyin; “Kış geldiğinde Sedef’i bütünüyle unutmuştum. Daha doğrusu şöyle hatırlayıp hatırlayıp unutmuştum. Sanki aramızda hiçbir şey yaşanmamış gibi. Alelade bir yaz aşkı gibi... Unutmanın acısı ayrılığın acısından farklı. Ayrılık hüzne yakın, unutmak kasvete. Yani birini er geç unutmaya mahkûm olduğunu bilmenin kasvetinden bahsediyorum. Birini yavaş yavaş unuttuğunun bilincine vardığın anların sıkıntısından bahsediyorum. O kişinin parça parça silinip, alakasız hatıraların arasına karışmasından bahsediyorum. Belki de neden bahsettiğimi bilmiyorum, sadece üzülüyorum, vasıfsız keder.”
Devranı bozmak şart
Acıtıp, incitip ağır yükler verip, yokuşlara sürerek büyütüyor insanlık erkek çocuklarını. Onlar da büyüyünce kalp kırıyor, insan üzüyor, toplum bekçiliği yapıyor, bağırıp çağırıyor, yakıp yıkıyor. Ve devran böyle gidiyor... Bu devranı bozmak gerekiyor. Emrah Serbes’in ‘Erken Kaybedenler’i iktidarın taşıyıcı gücü olan erkeğin eni konu nasıl büyütüldüğünü anlatıyor her bir öyküde. ‘İçine göz atmaya niyetli’ erkeklerden çok kadınların okuması gerek diye düşünüyorum bu hayli komik ve fazlasıyla hüzünlü hikayeleri. Annelerin, anne adaylarının... Elbette babaların da... Dünyayı değiştirmek için başka bir kadın, başka bir erkek de mümkün çünkü...