'Açılım' kahvaltılarının ikincisinde sinemacılarla buluştuğunda "Eğer bu ülkenin otoriteleri, Yılmaz Güney'in filmlerine kulak vermiş olsalardı, inanın Türkiye bugün çok farklı bir yerde olabilirdi" demişti Başbakan Erdoğan... Ardından da Şerif Gören'den başlayıp Tomris Giritlioğlu'na uzanan uzun bir yönetmen listesiyle sinema alemine selam çakmıştı.
Takdirle karşılandı listesi... Başbakan'ın konuşma metnini hazırlayan danışmanların sinemaya ne kadar hakim olduğu yazıldı / söylendi.
Tuhaf! Şu dünyada insanların istedikleri alanda üstünkörü malumat edinmeleri için 'google' benzeri onlarca kaynak varken, film ve yönetmen adı sıralamasının yapıldığı bir metin insanlarda 'izlenmiş / yorumlanmış / sonuç çıkarılmış' duygusu yaratabiliyor hâlâ.
Öte yandan Başbakan'ın konuşmasının içeriği, tıpkı danışmanların hazırladığı film ve yönetmen listesi gibi sevindirici olduğu kadar şaşırtıcıydı da...
Sevindiriciydi... Çünkü, ne olursa olsun 'içi olan filmleri' bir vesileyle anmak, umut etmek için insan aklının / vicdanının zulalarında kaybolmuş ve çıkarılmayı bekleyen bilginin hatırlanmasına vesile olabilir. Ayrıca derin bir yarayı sağaltmak için sinemadan da feyz almaya çalışmak övülecek bir şeydir.
Ama bir yandan da şaşırtıcıydı... Hele de Yılmaz Güney'le başlamak. Yılmaz Güney filmleri; haksızlığa / eşitsizliğe direnmeyi, hak ve eşitlik arayışını, yoksulları, ezilenleri anlamayı, onlardan yana olmayı anlatır. O filmlere kulak vermek de, filmlere uygun düşünmeyi, kavramayı, davranmayı gerektirir... Bugün beğenilmese, kaba da bulunsa Yılmaz Güney, bütün o filmleri zamanının olanakları, o günün birikimiyle becerebildiği kadar becermeye gayret etmiş biriydi. Samimiyet, inat, arayış ve iyiye doğru değiştirme arzusu... Herhalde böyle özetlenebilir onun sineması....
Peki ya bugün...
Giresun / Ordu'da yolları kesen fındık üreticisi köylüye, "Anamı da aldım geldim" diye yoluna çıkana, Ankara'da hakkını arayan TEKEL işçilerine, TARİŞ'te bir kez daha direnenlere, belediye otobüsü zamlarını protesto için 'sivil itaatsizlik' çağrısı yapan öğrencilere, daha bir sürüsüne 'posta' koymak... Bütün bunlar 'Yılmaz Güney ruhu çağırmak'la ne kadar örtüşüyor acaba?
Yani, ülkenin otoritesi bu zamana kadar kulak vermediği Yılmaz Güney filmlerine yine ve hâlâ kulak vermiyor aslında. Veriyormuş gibi bile yapmıyor... "Verselerdi böyle olmazdı" diyor sadece. 'Yılmaz Güney ruhu'ndan bile kendine biçtiği mağdur rolüne sonuç çıkarmaya çalışıyor alttan alta.
Akabinde, Ankara'da belediye otobüslerinin parasız olmasını savunan öğrencileri gönül rahatlığıyla komünistlikle suçlayabiliyor otorite. Elbette Yılmaz Güney'in bir komünist olduğunu biliyor, ama çelişik olmanın ne önemi var ki? Zaten hayatta her şey suya yazılmıyor mu?
'Yılmaz Güney ruhu'nu danışmanlar yazıyor, otorite 'komünist öğrencileri' hizaya çekmeye çalışıyor.
Biri sadece 'sözcük' diğeri bizatihi 'eylem...' O sözlerden biri gerçek diğeri zahiri... Hadi bulun bakalım hangisi hangisi...
* * *
Elbette 'sinema sektörünün' sorunlarını konuşmak için kahvaltıyı fırsat bilen 'sanatçılar'ın önemli kısmından 'Kürt açılımına' dair kafamızı açacak bir öneri, sunum çıkmayacaktı. Okuduklarımdan anladım ki kahvaltıda espri gırla gitmiş. Öyle ya, en çok da komedi içerikli filmlerin gişe önlerinde bitmez tükenmez kuyrukların olduğu bir ülkede 'başkalarının acısı' da ancak güle eğlene, espriler, kahkahalar arasında konuşulurdu (daha çok da dinlenirdi)...
O nedenle 'açılım kahvaltısı'nın benim için en ilginç yanlarından biri de önemli birkaç sinema fenomeninin yazıcı danışmanlarca ısrarla görmezden gelinmesi oldu. Herkesin bayıla bayıla dinlediği konuşmayı hazırlayanlar 'Kurtlar Vadisi' vakasından bahsetmemiş, memleket sinemasının en büyük fenomeni 'Recep İvedik'i belli ki Başbakan Erdoğan'ın diline yakıştıramamışlardı.
Oysa her ağzını açan 'İvedik'in memleketin gerçeği olduğunu söylemiyor muydu? Yoksa 'Recek İvedik', memleket gerçeği ile ilgisi olmayan abartılı bir absürd komedi karakteri ile sınırlıydı da biz onu başka türlü mü okuyorduk?..
Sahi onlardan neden hiç söz edilmedi de, 'sol'dan 'sol'dan konuşturuldu Başbakan kahvaltıda?
***
Neyse ne?.. Umalım ve bunun için çabalayalım ki, 'Yılmaz Güney ruhu' geçmişte olduğu gibi bugün de hayata bakarken aklımıza vicdanımızı, vicdanımıza da nerede ve kimin yanında duracağımız aklını bir kere daha hatırlatsın.
Neyse ne?.. Hangi vesileyle olursa olsun, kim anarsa ansın, anılmış olana gerçek anlamını vermek de bir görevdir. Yılmaz Güney bir komünistti. Yani Gülten Akın'ın dediği gibi "Kuş uçsa gölge kalır..."
'Yılmaz Güney ruhu' aramızda dolandıkça dünya hâlâ değiştirilebilir demektir...