04 Şubat 2023

Fahri Petek’in gözünden Paris Ekolü

Kimileri sürgün, kimileri özsürgün, kimileri zaman zaman kaçıp gelenler. Yazarlar, şairler, ressamlar. Ama fotoğraf makinesinin vizöründen bakan hep aynı kişi: Fahri Petek

Taksim’deki Institut français’ye (bizim alıştığımız adıyla Fransız Kültür’e), araya Corona salgını da girince, epeydir gitmemiştim. Gerçi hava çok soğuktu, ama gene de ilkin bahçedeki caféde bir espresso içmeyi düşünüyordum. Hem belki ısıtıcılar bile açıktı. Girişteki kontrolden geçip kendimi bahçede bulunca, bırakın ısıtıcıları, cafénin bile yerinde yeller estiğini gördüm. Ayaz Paşa’nın kol gezdiği ıssız bahçede bir sigara yakıp olabildiğince dineldikten sonra kendimi içeriye, sergiye attım. İşte o zaman, bir anda, ne dışarının soğuğu kaldı, ne de kahvesiz kalmanın düşkırıklığı.


Abidin Dino 1950-55

Dudaklarının arasında nerdeyse sonuna kadar içilmiş sigarasıyla Abidin DinoGüzin Dino ile Abidin, birbirlerine güzel bakıyorlar… Nâzım Hikmet, mutlu mesut, portakal soyuyor… Yaşar Kemal; yüzünün önünde bir çakmak çakılmış, çakmağın ışığı alnında şavkımış… Avni Arbaş, atölyesinde, piposu elinde… Hakkı Anlı, atölyesinde, kalın çerçeveli gözlüğü ve balıkçı yaka kazağıyla… Anlı’nın atölyesinde İdil Biret… Uzun boyuyla hep gülüp gülümseyen Mübin Orhon


Nazım Hikmet 1958, Bd. Saint-Martin, Petek'lerin evinde

                                                                                                  ***

Türk sanatının Paris Ekolü’nün oluştuğu 1950’li, 1960’lı yılların siyahbeyazları. Kimileri sürgün, kimileri özsürgün, kimileri zaman zaman kaçıp gelen; o günlerde Türkiye’nin baskılı siyasal ortamından uzaklaşıp özgürlüğün havasını Paris’te soluyan yazarlar, şairler, ressamlar… Ama fotoğraf makinesinin vizöründen bakan hep aynı kişi: Fahri Petek. Bu sergi için arşivini açan kızı Gaye Petek’in anlatımıyla, Türkiye’deki siyasal durum ve Emekçi Köylü Partisi’ne olan bağlılığından kaynaklanan bir sürgün. Fahri Petek, her şeyi bırakıp gittiğinde Bergama’da genç bir eczacıdır. Gaye Petek, babasının, kitaplardan değil, “Ege’deki köylülerin sefaletini, sosyal ezilmişliğini görerek, duyarak” komünist olduğunu söylediğini hep duymuştur. Fransa’da zor yıllar geçiren Fahri Petek moleküler biyokimya alanında doktora yaptıktan sonra CNRS’de, Ulusal Bilimsel Araştırmalar Merkezi’nde araştırma direktörü olur.


Fahri – Neriman – Gaye Petek 1958-60

İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinin üstünden fazla zaman geçmemiştir; Fransa kendini Cezayir Bağımsızlık Savaşı’nın “sıkıntılı dönemi”nin içinde bulmak üzeredir. Bu zorlu yılları çocukluk çağında yaşayan Gaye Petek’in dinliyoruz: “Bu yokluğu hafta sonları odamıza gelen babamın arkadaşları ile paylaşırdık. Annem büyük bir tencerede domatesli kuru fasulye pişirirdi, bol fasulyeli ve az etli, ama bu Mübin Orhon’u, Abidin Dino’yu ya da Remzi Rasa’yı, henüz pek tanınmayan diğer sanatçı arkadaşları (…) mutlu ederdi.”

Bir süre sonra Hakkı Anlı, bazen Avni Arbaş ya da Selim Turan da o çatı katına gelmeye başlarlar: “Bazen biri ya da diğeri bir şişe kötü şarapla gelirdi, ama sanki en iyi şampanyanın  tıpası açılmış gibi bir bayramdı. Hepsi tutkulu ve coşkuluydu, tartışmalar hararetliydi, jestler anlamlıydı, geride bıraktıkları ülkedeki çok daha iyi yaşamlarını hatırladıklarında mizah, fantezi ve alay vardı; ama acı yoktu, şikâyet yoktu. Hayattaydılar, orada olmayı seçmişlerdi, hayallerinin peşinden gidiyorlardı, özgürdüler…”

                                                                                                  ***


Fahri Petek

Bir fotoğraf tutkunu olan Fahri Petek’in 1945-68 yılları arasında Paris’teki evlerinde çektiği fotoğraflar şimdi yalnızca İstanbul Institut français’de değil, İzmir Institut français’de ve Ankara Resim ve Heykel Müzesi’nde de sergileniyor. İlk kez gün ışığına çıkan bu siyahbeyazlar, yabancı bir ülkede zor koşullarda yaşarken bir araya gelmiş Türkiyeli sanat ve kültür insanlarının dostluk, arkadaşlık ve yoldaşlığının günümüze ulaşan tanıkları.

Fotoğrafların her birinde bir an, bir bakış, bir duruş, bulunduğu çevreden, ortamdan yalıtılmış ve ölümsüz kılınmış, ama sergide bir araya geldiklerinde o çevrenin, o ortamın ayrılmaz birer parçası oldukları “dünya”yı yeniden yaratıp bize yaşatıyorlar.


Yaşar Kemal 1960 - 65 Les Lilas, Petek'lerin evinde

                                                                                                  ***

Bu fotoğraflar bana Henri Cartier-Bresson’un bir sözünü anımsatıyor: “Fotoğrafçılar, sürekli olarak, yok olan ve bir kez yok oldular mı yeryüzünde hiçbir gücün bir daha geri getiremeyeceği şeylerle uğraşırlar.” Susan Sontag’ın sözleri ise Cartier-Bresson’un sözünü daha bir boyutlandırıyor: “Fotoğraf yalnızca bir imge, yalnızca gerçeğin bir yorumu değildir; aynı zamanda bir izdir, bir ayak izi ya da ölüm maskı gibi gerçek olandan dolaysızca çekip alınmış bir şeydir.” Fahri Petek’in soluğunu tutup deklanşöre bastığı bu yaşanmışlıklar o yüzden bugün çok etkileyici…

Picasso, “İnsan yüzünü kim daha doğru görür: Fotoğrafçı mı, ayna mı, yoksa ressam mı?” diye sormuştu. Picasso’ya göre bu sorunun yanıtı kuşkusuz ressamdı. Ne ki, bazı fotoğrafçılar bu konuda ressamlarla yarışır. Fahri Petek de onlardan biri olsa gerek… Nitekim, Yaşar Kemal fotoğrafçı-ressam ayrımı yapmamış: “Bana öyle geliyor ki, insan yüzlerinin bilincine varanlar … Âdem’den kıyamet gününe kadar gelmiş geçmiş bütün yüzleri görürler…”

                                                                                                  ***

“Fahri Petek’in Gözünden Paris Okulu” sergilerine koşut olarak İzmir’deki Arkas Sanat Merkezi’nde de Necmi Sönmez’in ustalıklı küratörlüğünde düzenlenen “Paris Havası: Çağdaş Türk Sanatı” sergisi ise Petek’in siyahbeyaz fotoğraflarına rengârenk bir sanat şemsiyesi açıyor. 1945’ten 1968’e resimler, heykeller, seramikler, fotoğraflar, çizimler, sergi afişleri, mektuplar, çeşitli belgeler… Fikret Mualla’dan Fahrelnissa Zeid’e, Füreya’dan Abidin Dino’ya, Cihat Burak’tan İlhan Koman’a, Nejad Devrim’den Mübin Orhon’a, Kuzgun Acar’dan Yüksel Arslan’a… O yıllarda Paris’te yaşayanlar ve Paris’e yolu düşenler.

Bugünlerde üç büyük kentte “Paris Havası” esiyor…

Celal Üster kimdir?

Celal Üster, İngiliz Erkek Lisesi ve Robert Academy'yi bitirdikten sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü'nde öğrenim gördü. 1983'te George Thomson'ın Tarihöncesi Ege adlı yapıtının çevirisiyle Yazko Çeviri dergisinin Azra Erhat Çeviri Ödülü'ne değer görüldü. Aralarında Yeni Dergi, Aries, Sözcükler ve Notos'un da bulunduğu birçok dergide çevirileri yayımlandı.

Belgelerle Türk Eczacılığı, National Geographic Fotoğraflarıyla İstanbul, Metropolis: Ana Tanrıça Kenti, Unforgettable/Unutulmaz Dizisi, Ortak Kültürel Miras: Birlik İçinde Çokluk gibi kitapları yayına hazırladı.

Uzun yıllar Cumhuriyet Gazetesi Kültür Editörlüğü'nü, ilk yayımlandığı yıllarda Cumhuriyet Kitap'ın, 1996-2005 arasında P Dünya Sanatı Dergisi'nin, 2003-2008 arasında Can Yayınları'nın yayın yönetmenliğini üstlendi. “Yeryüzü Kitaplığı” yazılarını Radikal Kitap'tan sonra Cumhuriyet Kitap'ta sürdürdü.

Robert Louis StevensonH. G. Wells, Jaroslav HašekJames JoyceLiam O'FlahertyGeorge OrwellJuan RulfoIris MurdochRoald DahlJorge Luis BorgesJohn Berger gibi yazarların yapıtlarının yanı sıra Marx ve Engels'in Komünist Manifesto'su ve Lenin'in Devlet ve Devrim'i gibi Marksist klasikleri dilimize kazandırdı.

Ünlü yazarlardan özlü sözleri Sözün Özü, eski ozanlardan aşk şiirlerini Aşk Olsun! adlı kitaplarda bir araya getirdi. İngiliz ve Amerikan Edebiyatında Kısa Öykünün Büyük Ustaları adlı bir antoloji hazırladı. Körün Taşı ve Bir 'Çevirgen'in Notları adlı kitapları yayımlandı.

Yazarın Diğer Yazıları

"Vahşiler" ve "uygarlar"

Peru Amazonu'nun Yerli halkları "uygarlık"tan mustarip. Yüzyıllardır çekmedikleri kalmadı. Şimdi de doymak bilmez kereste tacirleri yüzünden Mashco Piru'lar yerlerinden oluyorlar

Gulyabani İngilizcede

Edebiyatımızın en ayrıksı yazarlarından Hüseyin Rahmi'nin Gulyabani'si Hande Eagle tarafından İngilizceye çevrildi. Eagle, Türkiye'de bile sadeleştirilerek yayımlanabilen bu romanı yabancı bir dile aktarmanın zorluklarını fazlasıyla aşmış

Benim deniz fenerim

Edgü, bir seferinde, "Sait Faik benim deniz fenerim," demişti. Ferit Edgü Gemisi, o fenerin ışığında, edebiyatın derin sularında kayalıklara çarpmadan seyretti. Yoksa Edgü ne Sait Faik'e benzer, ne de kuşağının yazarlarına. Başından sonuna kendi edebiyatını kurdu, üstünkörü, gelgeç beğenileri umursamadı, bütünüyle kendine özgü kaldı

"
"