Ferit Edgü
"İşbu söze Hak tanıktır, bu can bu gövdeye konuktur / Bir gün ola çıka gide kafesten kuş uçmuş gibi."
Ferit Edgü, Yunus Emre'nin bilgeliğine de, şiirine de âşıktı. Sohbetlerimizde Yunus'un Türkçesini yere göğe koyamazdı. Nitekim, oğluna Yunus adını verdi.
* * *
Usturubuna getirdikçe ölümden söz açtığı olurdu. "Ölüm olgusu", olanca gerçekliğiyle yazdıklarına da yansırdı:
"Bir mezar taşından: Alışamam diyen ben, şu mezara bile alıştım."
"Uzun bir yolculuğa çıkıyorsun. Geri de dönmeyeceksin, bunu bilerek hazırlan."
"―Bir kez öl ki, bir daha ölüm korkusu yüreğini kaplamasın. ―Ölüm korkusu değil, dedim. Söz konusu olan ölüm korkusu değil, ölüm olgusu."
* * *
Hep söyleriz. Çok sevdiğin bir dostunu yitirdiğinde, ilkin o korkunç gerçekle yüz yüze gelirsin: O artık yok! Bundan daha acımasız, ama bir o kadar da yalın bir gerçek var mı: O artık yok! Sonra yavaş yavaş bir oyuna sığınırsın. O varmış gibi yapar, onunla konuşmayı sürdürürsün. Onunla paylaştıklarına, onun söylediklerine, yazdıklarına kapılanırsın. Kaldı ki, Edgü'nün sözleri, sözcükleri, "Binbir Hece"si onun ta kendisidir. Kullandığımız dilde onun nefesi var artık…
* * *
Söylencelerin yalancısıyız: Eski Mısırlılar öldüklerinde iki soruyla karşılaşacaklarına, bu sorulara verecekleri yanıtların öbür dünyadaki yolculuklarının sürüp sürmeyeceğini belirleyeceğine inanırlarmış. Bu sorulardan biri "Keyif verdin mi?" imiş, öbürü de "Keyif aldın mı?"
Edgü'yü düşündüğümde, iki sorunun yanıtının da "Evet" olduğundan, yolculuklarının süreceğinden kuşkum yok. Hayattan, hayallerden, sanattan, edebiyattan büyük keyif aldı. Çevresindekilere, sevdiklerine, yakınlarına yalnızca yazdıklarıyla değil, arkadaşlığıyla, dostluğuyla da büyük keyif verdi; düşlerini, düşüncelerini paylaştı.
* * *
Eleştirmenler mi desem, edebiyat tarihçileri mi, yazarları ille de bir akıma bağlama ya da bir kuşak içinde anma eğilimindedir. Edgü'ye de edebiyatımızın '50 Kuşağı içinde yer vermişlerdir; Yusuf Atılgan, Orhan Duru, Erdal Öz, Onat Kutlar, Adnan Özyalçıner, Demir Özlü, Feyyaz Kayacan, Özcan Ergüder'le -ve eleştirmen ve deneme yazarı Doğan Hızlan'la- birlikte. '50 Kuşağı yazarlarının ortak yanları bulunabilir, ama sanırım en ortak yanları ilk öykü kitaplarının 1950'lerin ikinci yarısında yayımlanmış olmasıdır. Apayrı yönlere evrilmiş olmalarına karşın, Sait Faik'in "paltosundan çıktıkları" da söylenebilir. Nitekim Edgü, bir seferinde, "Sait Faik benim deniz fenerim," demişti. Deniz feneri, limana giren gemicilere yol gösterir, tekneleri kayalıklara çarpıp parçalanmasın diye. Ferit Edgü Gemisi, o fenerin ışığında, edebiyatın derin sularında kayalıklara çarpmadan seyretti. Yoksa Edgü ne Sait Faik'e benzer, ne de kuşağının yazarlarına. Başından sonuna kendi edebiyatını kurmuş, üstünkörü, gelgeç beğenileri umursamamış, bütünüyle kendine özgü yazarlarımızdandır. Yalnızca öyküleriyle değil, romanlarıyla, denemeleriyle, şiirleriyle de. Kaçkınlar'dan Av'a, Kimse'den Bir Gemide'ye, Hakkâri'de Bir Mevsim'den Çığlık'a, Eylülün Gölgesinde Bir Yazdı'dan Doğu Öyküleri'ne, Yazmak Eylemi'nden Do Sesi'ne, Seyir Sözcükleri'nden Avara Kasnak'a, Ah Min-el Aşk'tan İnsanlık Halleri'ne…
* * *
Yıllar önce bana uğrayan bir arkadaşım, kitaplığıma göz gezdirdikten sonra, "En çok iki yazarın kitapları var sende," demiş, sonra da, "Hangi yazarlar, farkında mısın?" diye sormuştu. Meraka düşerek, "Hangi yazarlar?" diye sormuştum ben de. "Borges ile Ferit Edgü," diye yanıtlamıştı gülümseyerek.
Bilememiştim, ama öğrenince de şaşırmamıştım. "Eh," demiştim, Tat Almanın Fizyolojisi'ni iyi bilen Anthelme Brillat-Savarin, ‘Bana ne yediğini söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim,' buyurmuştu ya, okumak da yemek içmek gibi bir şey; hangi yazarları okuduğunu söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim…"
Edgü'yü yıllardır okuyordum. Niçin? Her öyküsü, her anlatısı bir yaşantıyı, bir duyumsamayı, bir anımsamayı edebiyata dönüştürdüğü, edebiyat kıldığı, gerçekliğin katmanlarını düşgücüyle aştığı için. Yazdıklarını her okuyuşumda, edebiyatın aslında ne olduğunun bir kez daha ayırdına vardığım için. Şimdi Saat Kaç'ın sayfalarında yolculuklara çıktığımda, Ahmatova'dan Borges'e, Dostoyevski'den Camus'ye, Kafka'ya, Cézanne'dan Picasso'ya, Aliye Berger ve Abidin Dino'dan Onat Kutlar'a, edebiyatın, sanatın "kaçkın" sorunlarının keşfinin keyfini sürdüğüm için…
* * *
Bugün bir kitabevine girip, "O" deseniz, karşınızdaki genç, "O kim?" diye sorabilir; ama "Hakkâri'de Bir Mevsim" derseniz, yerini ezbere bildiği kitabı hemen alır getirir.
Bu roman, yayımlandığı yıllarda ülkemizde geçerli sayılan pek çok romanın tuzağına düşmeyişiyle; seçtiği biçem, şiirsel sözdizimi ve düşsel gerçekçiliğiyle romanın bizdeki yerleşik kalıplarını kırmasıyla; yalnızca coğrafyamızın değil, ruh haritamızın da uzağında kalmış bir dağ köyündeki yaşantıyı bir başına bir aydının gözlem ve düş imbiğinden geçirerek yakın ve evrensel kılışıyla; bir tek harften oluşan adındaki çekinmesizlik ve çok boyutlulukla edebiyatımızdaki pek çok alışılmışı yıkmıştır.
Ama benimki laf kalabalığı, Melih Cevdet demiş diyeceğini:
"O'yu sadece gerçekçi bir roman olarak saymak yetmez, gerçeğin inanılmaz bir düşe dönüştüğü, şaşırtıcı bir öyküdür bu. Ferit Edgü'nün gerçek bir yaşamı, bir roman yaşamına çevirmesindeki beceriye hayran oldum. Çünkü O gözlem gücünü, anlatı ustalığından alıyor…"
* * *
Edgü'nün 1976'da kurduğu Ada Yayınları, yayıncılığımızın unutulmazları arasındadır benim gözümde. Yalnız benim gözümde mi?
Ada Yayınları, yalnızca sınırlı sayıda basılıp numaralandırılmış, nitelikli tasarımlarla basılmış, iplik dikişli kitaplarıyla değil, yazarlarının seçimiyle de Edgü'ye özgü bir beğeninin, özen ve titizliğin ürünüydü. İlk ağızda, Salah Birsel'in Günlükler'i, Kurutulmuş Felsefe Bahçesi, Paf ve Puf'u, Tahsin Yücel'in Anlatı Yerlemleri ve Yapısalcılık'ı, Sartre'ın Sözcükler'iyle Borges'in Ölüm ve Pusula'sı, Demir Özlü'nün Bir Beyoğlu Düşü'yle Tezer Özlü'nün Yaşamın Ucuna Yolculuk'u, Oktay Rifat'ın Bir Cıgara İçimi'yle İlhan Berk'in Atlas'ı, Tomris Uyar'ın Günlerin Tortusu'yla Gecegezen Kızlar'ı ve elbette Mazhar Şevket İpşiroğlu'nun Siyah Kalem - Bozkır Rüzgârı geliyor aklıma.
Diyeceğim, Ada Yayınları, bütün o kitaplarıyla, izlerin iç içe geçtiği bir palimpsesti gibidir Edgü'nün. Şimdi, dönüp baktığımızda, yayıncılıktaki birbaşınalığıyla, o dönemle aramıza bir uzaklık da koyar. Hem çok yakındır, hem de çok uzak. Ada gibi…
* * *
Edgü'nün son dönemde arka arkaya yayımladığı iki kitap, aforizmalardan oluşan Cahil ile yalın ve ödünsüz bir tekdüzelikle akıp giden Korkuyorum, çağdaş edebiyatımıza damga vuran onca yapıttan sonra, sanırım kimi okurlarını şaşırttı. Bana kalırsa, şaşırtmamalıydı. Edgü'nün öykülerindeki, anlatılarındaki enazlık, bu iki kitapta daha da enaza indiği gibi, son yıllarda yaşamak zorunda bırakıldığımız, usumuza ve ruhumuza dayatılan kapkara iklim dolaysızca açığa vuruluyordu.
* * *
Cahil üstüne özlü sözler, baştan sona okunduğunda, ortaya evrensel olmakla birlikte son zamanlarda şu yaşadığımız memlekette hemen her ortamda karşımıza dikilen bir "karakter" çıkıyordu:
"Aptal, salak, gerzek, cahil… Tüm bunlar yakın akrabadırlar. Bunların en yaygını, en tehlikelisi cahillerdir. Çünkü o her şeyi bilir. Doğduğunda hattâ doğmadan önce her şeyi öğrenmiştir. Bu anlamda Tanrı'nın seçkin kuludur. Yoluna çıkmaya gelmez, sizi ezer geçer…"
Böyle başlıyor, sonra o "karakter"i ete kemiğe büründürüyordu:
"Cahil, tiyatro sevmez, konser sevmez, heykel sevmez, tenis sevmez, satranç sevmez. Kitap hiç sevmez."
"Cahilin kafası çerçöple doludur. O bunları bilgi sanır."
"Cahil, beş vakit yalan söyler."
"Cahilin de tekkesi vardır, ama oraya dervişler giremez."
"Cahiller, Ah! Bizi bir cahil yönetse, diye yakarır."
"Cahil, niçin inandığını bilmez, yalnızca inanır."
"Cahil, kedi sevmez. Köpeği hiç sevmez."
"Cahil için (hemen hemen) her şey ayıp ve günahtır. Bu nedenle sürekli tövbe eder."
"Cahil sultanın, bilge veziri olmaz."
* * *
Korkuyorum'u soluk soluğa okuyup son sayfasına geldiğinizde, Cahil kitabının ruh ikizi olduğunun ayırdına varıyordunuz:
"Bir anda gecenin karanlığında, evimin önünde seyreden ışıklar içindeki bir gezi teknesinden gelen göbek havalarıyla kendime geldim. Bir koşu balkona çıktım. Geceye, tekneye, teknenin içinde o korkunç müzik eşliğinde göbek atanlara, kalan tüm gücümle haykırmaya başladım:
UTANMAZLAR
VURDUMDUYMAZLAR
ALÇAKLAAAAR
SORUMSUZLAAAAR
KÖPEKLEEEER
Ses tellerim yırtıldı, kalanlarıyla son sözcüğüm çıktı gırtlağımdan: CAHİLLEEEER."
Okumayı sürdürünce, o bitmek tükenmek bilmeyen umarsız "korkuyorum"ların hemen ardından Edgü'nün sizi umudun aydınlığına çıkardığını fark ediyor, bir daha hiç korkmayacağınızı seziyordunuz:
"Sol elimi, küçük oğlumun sıcacık avcunda duyumsadım. Ne oluyor babacığım, nen var, diyordu uykulu sesiyle. Korkuyorum, dedim duyulur duyulmaz sesimle. Korkma, dedi, ben varım."
Cahil ve Korkuyorum, yaşamakta zorlandığımız, boğulur gibi olduğumuz, içimizi daraltan, ruhumuzu karartan ortama karşı Ferit Edgü'nün yüreğinden yükselen iki öfke çığlığıydı.
* * *
Edgü, aldı başını, hep çok özlediğini söylediği dostlarının, Abidin'in, Yüksel Arslan'ın, Tahsin Yücel'in, Melih Cevdet'in, Onat Kutlar'ın, Sencer Divitçioğlu'nun, Demir Özlü'nün, Tezer Özlü'nün, Tomris Uyar'ın, Fethi Naci'nin, Orhan Duru'nun, Ahmet Oktay'ın, Niyazi Dalyancı'nın yanına gitti. Onlarla yeniden edebiyat, sanat, düş ve düşün muhabbetinin sonsuz sofrasına oturdu…
Celal Üster kimdir?
Celal Üster, İngiliz Erkek Lisesi ve Robert Academy'yi bitirdikten sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü'nde öğrenim gördü. 1983'te George Thomson'ın Tarihöncesi Ege adlı yapıtının çevirisiyle Yazko Çeviri dergisinin Azra Erhat Çeviri Ödülü'ne değer görüldü. Aralarında Yeni Dergi, Aries, Sözcükler ve Notos'un da bulunduğu birçok dergide çevirileri yayımlandı.
Belgelerle Türk Eczacılığı, National Geographic Fotoğraflarıyla İstanbul, Metropolis: Ana Tanrıça Kenti, Unforgettable/Unutulmaz Dizisi, Ortak Kültürel Miras: Birlik İçinde Çokluk gibi kitapları yayına hazırladı.
Uzun yıllar Cumhuriyet Gazetesi Kültür Editörlüğü'nü, ilk yayımlandığı yıllarda Cumhuriyet Kitap'ın, 1996-2005 arasında P Dünya Sanatı Dergisi'nin, 2003-2008 arasında Can Yayınları'nın yayın yönetmenliğini üstlendi. "Yeryüzü Kitaplığı" yazılarını Radikal Kitap'tan sonra Cumhuriyet Kitap'ta sürdürdü.
Robert Louis Stevenson, H. G. Wells, Jaroslav Hašek, James Joyce, Liam O'Flaherty, George Orwell, Juan Rulfo, Iris Murdoch, Roald Dahl, Jorge Luis Borges, John Berger gibi yazarların yapıtlarının yanı sıra Marx ve Engels'in Komünist Manifesto'su ve Lenin'in Devlet ve Devrim'i gibi Marksist klasikleri dilimize kazandırdı.
Ünlü yazarlardan özlü sözleri Sözün Özü, eski ozanlardan aşk şiirlerini Aşk Olsun! adlı kitaplarda bir araya getirdi. İngiliz ve Amerikan Edebiyatında Kısa Öykünün Büyük Ustaları adlı bir antoloji hazırladı. Körün Taşı ve Bir 'Çevirgen'in Notları adlı kitapları yayımlandı.
|