Askeri zırhlılar, tanklar ilçeye giden yolları, bütün giriş-çıkış noktalarını tutuyor önce.
Aynen "Diyarbakır etrafında bağlar var, bağlar var" şarkısının "Diyarbakır etrafında tanklar var, tanklar var" diye söylendiği sıkıyönetim ve Olağanüstü Hal yıllarında olduğu gibi.
Kentteki yüksek binalarda keskin nişancılar mevzileniyor.
Özel harekat akreplerinin, kirpilerinin, panzerlerinin, TOMA'larının motorları büyük bir gürültüyle çalışmaya başlıyor sonra.
Kaymakamlık binasından "ilgili birimlere" dağıtılmak üzere, ıslak imzalı resmi yazıları taşıyan görevliler çıkıyor telaşla.
Ellerindeki resmi evrakta "Halkın can ve mal güvenliğinin sağlanması amacıyla 5442 sayılı İl İdaresi kanunu gereğince ikinci bir duyuruya kadar sokağa çıkma yasağı ilan edilmiştir" yazıyor.
Polis zırhlıları girebildikleri caddelerde, sokaklarda, mahalle aralarında, çarşıda, pazarda başlıyorlar yasak kararını anons etmeye.
Şansı olan, bu kaç gün süreceğini bilmediği yasağa dayanabilmek, aç ve susuz kalmamak için en yakınındaki markete, bakkala girebilecek fırsatı bulabiliyor. Elbette cebinde parası varsa...
İşyerlerinin kepenkleri iniyor birer birer. Resmi daireler, kahveler, berberler boşalıyor birer birer. Artık kentte el ayak çekilmeye başlıyor.
Sokaklar, caddeler, bulvarlar boşaldıkça, dışarıda kalan son kişilere daha tehditkar anonslar yapılmaya başlanıyor:
"Haydi git evine, müdahale edeceğiz yoksa!"
Mahalle mahalle kesilmeye başlıyor elektrikler. Hala ışıkları yanan sokaklar kalmışsa, kurşuna diziliyor oradaki trafolar.
Ardından telefonlar kesiliyor. GSM'ler kaput, çoğu zaman sabit hatlar da duvar oluyor. İnternetten "tık" yok. Facebook, Twitter sizlere ömür. Youtube'a kim bilir bir daha ne zaman ulaşacaksınız!
Bütün dünyayla bağlantınız kesiliyor bir anda. Ne siz kimseye ulaşabiliyorsunuz ne de kimse size.
Ne zaman biteceği, daha doğrusu Kaymakamlığın vadettiği "ikinci duyuru"nun ne zaman yapılacağı bilinmeyen ölümcül bir karanlığa gömülüyorsunuz bir anda.
Dünyalılar Mars'ta su bulurken, siz akmayan muslukların önünde çaresiz bekliyorsunuz. Çünkü sular da kesilmiş.
Elektriğinizi kesenler, dünyayla iletişiminizi kopartanlar, size su bile verir mi hiç!
"İyi ki su deposu koydurmuşum evin damına" diye de sevinmeyin boşuna.
Yüksek binaların tepelerine yerleştirilmiş keskin nişancıların ilk işi teker teker vurmak su depolarını.
Işıksız, iletişimsiz, yiyeceksiz kaldığınız gibi aynı zaman da susuz da kalacaksınız.
Artık giderek artıyor mermi sesleri, top patlamaları.
Gökyüzünden hiç kesilmeyen bir motor sesi geliyor. Ya helikopter ya da insansız hava aracı. Bütün ilçeyi gözlüyor. Emniyetin operasyon merkezine yukarıdan görüntü aktarıyor. Hedefteki sokakların son durumunu, havan topu atılacak yerlerin koordinatlarını veriyor.
Caddelere, sokaklara, mahalle içlerine panzerler, TOMA'lar, akrepler, kirpiler dalıyor. Hareket eden ya da etmeyen her canlıyı ya da cansızı tarıyorlar. Evlerin duvarları deliniyor, işyerlerinin kepenkleri çay süzgecine dönüyor. Mermi değmemiş tek cam kalmıyor. Hoş mermi değince de cam kalmıyor ya...
Özel harekatçıların girebildiği sokaklarda demir bahçe kapıları kırılıyor. Operasyon yapılan evler taranıyor. Ahırdaki inekten duvardaki Kur'an'a kadar çelik çekirdeklerin vurmadığı, parçalamadığı hiçbir nesne kalmıyor.
Evlere, girilmeye sokaklara havan topu atışı başlıyor.
Top mermisinin vurduğu evler alev alıyor bazen. Geriye isten kararmış harabeler kalıyor ev yerine.
Briket bahçe duvarını yıkıp geçiyor panzerler. Girilebilen sokaklarda evler basılıyor, önceden belirlenmiş ya da belirlenmemiş çoğu genç insanlar, bazı HDP ve DTP yöneticileri gözaltına alınıyor.
Barikat kurulan, hendek kazılan sokaklarda, mahallelerde büyük çoğunluğu genç olan, kimi YDG-H tarafından örgütlenmiş, kimi de örgütlenmemiş insanlar ellerine geçirebildikleri silahlarla, molotoflarla, havai fişekleriyle hayat alanlarına sokmamaya çalışıyorlar; akreplerle, kirpilerle, panzerlerle, TOMA'larla dalga dalga gelen özel harekatçıları.
Üç gün, beş gün, sekiz, dokuz gün sürüyor sokağa çıkma yasağı da; topla, tüfekle, keskin nişancılarla, zırhlı araçlarla yapılan "hava destekli" operasyonlar da.
Zorlanılan yerde, polis zırhlılarına yardım etmek için askerler tanklarıyla giriyor sokaklara, mahallelere.
Bir yandan da yiyecek tükeniyor evlerde giderek, su bitiyor. Hasta olanlar ilaca ulaşamıyor, çünkü bütün eczaneler kapalı. Yaralılar hastaneye götürülemiyor sokağa çıkan herkes vurulduğu için.
Keskin nişancılardan korunmak amacıyla gerilen mavi brandalar, beyaz çarşaflar her zaman fayda etmiyor.
Ölenin bedeni olduğu yerde kalıyor, yaralı kurtulan da yardım gitmediği için kan kaybından ölüyor çoğu kez.
Yaralılar, hastalar tedavi edilemiyor çünkü hastaneye, doktora ulaşmak imkansız. 112'den ambulans çağırmak da fayda etmiyor. Alınan yanıt "Çatışma var, gelemiyoruz" oluyor genellikle.
Zaten yarası ölümcül olmayanlar, polis ablukasındaki hastaneye gidebilecek olsa da gitmek istemiyor. Çünkü işin sonunda "terörist" diye gözaltına alınıp tutuklanmak da var.
Yasağa rağmen sokağa çıkanlar anında indiriliyor keskin nişancılar tarafından. Kürtler her şeyin bedelini fazlasıyla ödüyorlar ya bu ülkede, o yüzden, cezası 100 Türk Lirası sokağa çıkma yasağını ihlal etmeyi canlarıyla ödüyorlar.
Yaralısınız, hastaneye gidemiyorsunuz, hastasınız, doktora ulaşamıyorsunuz, eczaneden ilaç alamıyorsunuz. Susamışsınız ama su da yok içecek. Hatta bir dilim ekmek alacağın ne bir market var açık ne bir fırın. Elektrik yok, televizyon yok, telefon yok, internet yok. Ne sizin dünyadan haberiniz var ne de dünyanın sizden haberi...
Tek iletişim kurduğunuz karşı ve yan komşu. Suyu olanlar susuz kalanlara, ekmeği olanlar açlara yardım etmek için iple makaralı sistemler kurarak karşı komşuya ulaşıyor. Yan komşuyla yardımlaşmak için evlerin duvarları deliniyor.
Silah sesleri kesilince ve bu kesinti uzun sürünce bir umut doğuyor insanların içinde "yoksa bitti mi?" diye.
Eğer bittiyse sokağa fırlıyor herkes. Tam teşekküllü harp görmüş tüm kentlerde olduğu gibi delik deşik duvarların, kırık camların, yanmış evlerin, kurşunlanmış trafoların, molozlarla dolu sokakların içinden geçip; ekmek, su, tütün, çocuklara süt, mama, ilaç alabileceği yerlere koşturuyorlar.
Sokaklardaki, evlerdeki ölüler, yaralılar sayılıyor. Kimlerin gözaltına alındığı öğrenilmeye çalışılıyor. Herkes yakınlarını, akrabalarını arıyor "öldünüz mü, yaralandınız mı, eviniz sağlam mı, çok hasar var mı?" diye.
Burası neresi mi? 21. yüzyılın ilk çeyreğini yarılamış Türkiye'nin Silvan'ı, Cizre'si, Bismil'i, Lice'si...
HDP'ye yüzde 80'in, hatta yüzde 90'ın üzerinde oy vermiş Kürtlerin yaşadığı kentler.
Barış Bloku'nun çağrısı üzerine oluşup önce İstanbul'a, oradan da Mardin'e geçen; Nusaybin'de, Cizre'de, Silvan ve Diyarbakır'da incelemelerini sürdüren uluslararası barış heyetinin tanık oldukları olaylar, anlatımlar buraya kadar aktardıklarımız.
Bölgede yaratılan "cehennem"e tanık olan heyette, HDP İstanbul Milletvekili Levent Tüzel, Barış Bloku Eş Sözcüsü Nuray Sancar, Nükleer Savaşların Önlenmesine Karşı Doktorlar Birliği Avrupa Başkanı Dr. Angelika Claußen, Almanya Barış Örgütü'nden Prof. Dr. Ursula Schumm-Garling, Sol Parti Federal Milletvekili Inge Höger, Avusturya Yeşiller Partisi Milletvekili Berivan Aslan, Hollanda Sosyalist Parti Milletvekili Saadet Karabulut ile Avrupa'dan çeşitli sivil toplum örgütlerinin temsilcileri, Avrupalı gazeteciler vardı.
Herkes tanık oldu.
Sanki seyyar bir "korku tiyatrosu" bölgede turneye çıkmıştı.
Aynı vahşi ve kanlı oyunu bir Cizre'de, bir Nusaybin'de, bir Bismil'de, bir Silvan'da, bir Yüksekova'da, bir Varto'da oynuyor. Bölgedeki kentler de endişe içinde bekliyor "acaba bu korku tiyatrosu bize ne zaman gelecek" diye.
Bu oyunun içinde büyük bir psikolojik savaş var.
Şırnak'ın sokaklarında zırhlı özel harekat aracının arkasında sürüklenen genç ölüleri...
Yaralıyken işkenceyle öldürülmüş, Varto'nun sokağına çırılçıplak soyularak atılmış, sonra da sosyal medyaya servis edilmiş bir kadın gerilla bedeni...
Yakılan, bombalanan, PKK'lı gençlerin cenazeleri...
Silvan'da tanık olduğumuz gibi, yaralı bir insana yardım ederken keskin nişancılar tarafından öldürülen 75 yaşındaki bir kadın...
Evlerine kapatılıp aç, susuz, doktorsuz, ilaçsız bırakılıp kurşunlanan, bombalanan 100 bin, 150 bin nüfuslu ilçelerin halkları.
Bütün bunları gördükten sonra hiç de abartmış olmayız bu yargıyı:
AKP, Kürtleri çıldırtmak istiyor!