HDP’nin 1 Kasım “tekrar seçim” kampanyasının stratejisini, alandaki performansını, aldığı sonuçları yazmak üzere Amerika’ya gitmek üzere yola çıkıyordum. Bu bilgilere ulaşmak için soluğu Washington DC’de alacaktım.
Gazeteci, dediğin haberin kaynağına mutlaka ulaşmalıydı.
Öyle ya, geçen gün Cumhurbaşkanı Erdoğan açıklamıştı “Malum partinin kampanya yönetimini, Obama’nın kampanyasını yürüten ekip yapıyor” diye. Yakın bir arkadaşım, “Deli olma” dedi, “Malum partinin seçim kampanyasını hazırlayanlardan biri de benim.”
Haber kaynağının bu kadar yakınımda olmasına şaşırmıştım:
“Ne yani, bu aynı zamanda senin Obama’nın da kampanyasını yürüten ekip içinde olduğun anlamına gelmiyor mu?”
“Evet, evet. Aslında biz Türkiye’de iç, Amerika’da dış mihrakız” derken hınzır hınzır gülüyordu. Arkadaşımla şakalaşmam bir yana, diğerlerinde olduğu gibi bu seçimde de HDP’nin seçim kampanyası “yüzde yüz yerli”ydi, “yüzde yüz kolektif”ti, “yüzde yüz gönüllülük” esasına dayanıyordu.
Aslında HDP 7 Haziran’dan sonra, daha “tekrar seçim” kararı alınmadan “önümüzde seçim sandığı varmış gibi çalışma yapacağız” ilkesini benimsemişti.
Sonra Türkiye büyük bir kaosa, şiddet sarmalına girmişti. Kentler kuşatılıyor, sokağa çıkma yasakları ilan ediliyor, siviller öldürülüyor, dağlar taşlar bombalanıyor, karakollara zırhlı araçlara sabotajlar yapılıyor; bir yandan askerler, polisler, diğer yandan PKK’liler ölüyordu.
İşte bu çatışmalı, kanlı konjonktürde Saray’ın “tekrar tek başına iktidar”, “o da yetmez 400 tane ver, ver, ver Allahım ver” inadıyla 7 Haziran’dan 143 gün sonra “tekrar seçim” kararı, yeni bir seçim kampanyası yapma zorunluluğu getirmişti HDP’nin de önüne.
Yeni seçim hazırlığı için üç ayaklı bir “Strateji Merkezi” kurdu HDP. Ayaklardan biri İstanbul’daki “kreatif-yaratıcı çalışma grubu”ydu. İkincisi Ankara’daki “politik mutfak”, üçüncüsü de bölgede yaşananları, halkın duygularını ve düşüncelerini taşıyacak “Diyarbakır merkezli grup”tu. Bu üç ayaklı merkezin koordinasyonundan da İstanbul milletvekilli Sezai Temelli sorumlu olarak görevlendirilmişti.
İşte bu kan revan içersindeki Türkiye’de çalışmaya başlayan İstanbul’daki kreatif-yaratıcı grubun bir üyesi “İnadına HDP” ve bağlantılı olarak alt sloganlarını önerdi. Önce herkes “Olur mu bu?” diye bakmış. Çünkü bu özellikle 90’lı yılların sonuna doğru daha çok ÖDP’nin ve bazı sosyalist grupların taleplerini dile getirmek için kullandığı kalıptı. Ancak yaşanılan konjonktüre de çok uygundu; çünkü Saray’daki “İnadına tekrar seçim” demişti.
İşte HDP, 7 Haziran’da “Biz’ler Meclis’e” olarak başlayıp “Seni başkan yaptırmayacağız” diye süren kampanyasını, 1 Kasım sürecinde “İnadına HDP”, “İnadına Barış”a eviriyordu.
Seçime kadar 10 miting yapılacak; medya görünürlüğü, seçim bürolarının açılışları, ev ve esnaf gezileri; emekliler, engelliler, genç işsizler gibi ülkenin önemli sorun başlıkları altındaki toplantılar ve en önemlisi de “sandık çevresi” çalışmaları gerçekleştirilecekti.
Ancak, Ankara katliamı mitinglerin iptaline neden oldu. İktidarın ağır baskısı medya görünürlüğünü engelledi. HDP kurmayları bu iki çalışma alanı dışında hedeflerinin tümünü önemli ölçüde tutturduklarını söylüyor.
Bu çalışma alanları içerisinde ayrı bir önem atfetmişlerdi “sandık çevresi” çalışmasına. Çünkü bu çalışma biçimi hem bire bir partilerini tanıtma olanağı sunuyor, hem de seçimde oy güvenliği anlamına geliyordu. Dün konuştuğum Sezai Temelli, “Bugün itibarıyla sandık bazlı çalışmayı yüzde 96 oranında tamamladık” diyordu.
7 Haziran’dan sonra parti binaları 400’e yakın ırkçı-şoven saldırıya uğrayan HDP, olanaklarının çok ötesinde bir kampanya yürüttü.
Bu sürecin en zor yanı, yaşanan savaşın müsebbibi olarak gösterilen HDP, hem mağdurdu hem de mağduriyetini kanıtlamak zorundaydı. Diğer yandan da kampanya süresince binlerce üyesi gözaltına alınıp yüzlercesi tutuklanarak “siyasi soykırım”a maruz kalmıştı. Kabul etmek gerekir ki bunun altından da büyük başarıyla kalktı.
İktidar partisinin “yemek” üzerine yasladığı kampanyayı HDP “emek” üzerine kurup nakış gibi işlemişti.
Aslında seçim kampanyası değildi yaptıkları, çünkü insanlar yas tutarken oy isteme özgürlüğü ancak iktidar partisine mahsustu. HDP seçim değil, “inadına barış” kampanyası yaptı.
Bu yüzden de yarınki seçimlerde yüzde 14’ü aşsalar da “Yetmez ama, daha çok olmalıydı” diyecekler.
Çünkü, Saray’ın inadına karşı; umutla, inançla, kendilerinden başka hiç kimseden, hiçbir şey beklemeksizin yola çıkmışlardı onlar “İnadına Barış”ın ülkesini kurmak için!
Bu yazı ilk olarak Cumhuriyet'te yayımlanmıştır.