31 Temmuz 2018

25 yılın 21'i ve Ömrümün yarısı

"25 yılda sahnede neler olup bittiğini bilenler biliyor. Sahne arkasında ise bu duygular hâkimdi… Büyük bir aile, adanmışlık, tutku, inanç ve müziğe duyulan sonsuz aşk"

* Pelin Opcin

1996 yılının Temmuz’u. Ortaokul yaşlarımdan bu yana takip ettiğim İKSV etkinliklerinin, yine yaz aylarını festival coşkusuna büründürdüğü günler. O sene 3. yaşını kutlayan İstanbul Caz Festivali’nde çıldırtıcı bir kadro var. Ben tabii ki İstanbul’da kalabilmek için bahaneler yaratmak adına yaz okulunda ek dersler almışım. Dersler biter bitmez 559C’ye (Rumelihisarüstü – Taksim hattı) atıyorum kendimi. Önceden aile büyüklerinin elini tutup gittiğim konserlere taze bir üniversiteli olarak artık kendi başıma gidiyorum. Bilet bulabilen şanslılardanım. Bulamadıklarım için sıraya girmeye hazırım. Daha Zeliha Hanım’ı da tanımıyorum.

Otobüste yanıma Boğaziçi Moleküler Biyoloji ve Genetik ile Kimya’da çift ana dal yapan dâhi sınıf arkadaşım Mete Civelek denk düşüyor. “-Nereye gidiyorsun?”  “-Festivale, Paco De Lucia-John McLaughlin- Al Di Meola’ya biletim var”. Sanırım bir şeylere daha bilet aramışım, bulamamışım. Keith Jarrett olabilir. Başlıyorum vır vır anlatmaya. Mete şaşkın gözlerle soruyor. “Yahu, o kadar aktifsin neden festivalde çalışmak için başvurmuyorsun. Bak ben çalışıyorum”

5.ULUSLARARASI ISTANBUL CAZ FESTİVALİ Kudsi Erguner ve Grubu Björk   Cemil Topuzlu Açıkhava Sahnesi

NEEEEEE? O iki bölümü zehir gibi başarılarla okuyan, zeki ve komik arkadaşım bir de Caz Festivali’nde mi çalışıyor? Hem de kuliste!

Ben de üniversitede radyoda çalışıyorum, konserler, partiler, radyo günleri düzenliyoruz, sponsorlar buluyoruz, Müzik Kulübünde şarkı söylüyoruz. Ama İKSV’ye başvurmayı hiç düşünmemişim. Boynunda görevli kartı asılı gençler görüyorum ama sanırım onlar insan değil. Uzaylı falan. Benim gibi sıradan bir faniyi ne yapsınlar.

THE ORCHESTRA OF SYRIAN MUSICIANS + DAMON ALBARN + GUESTS   Cemil Topuzlu Açık Hava SahnesiMete’nin verdiği “iteklemeyle” bir sonraki sene “ne iş olsa yaparım” pozisyonuna başvuruyorum. Bir gün evi arıyorlar. Evet ev. Benim buhar makinesiyle çalışan, takoz bir cep telefonum bile var. Ama pek yaygın kullanılan bir cihaz değil. İlk işim İstanbul Müzik Festivali’nde rehberlik. İlk iş görüşmem ise efsane Cevza Aktüze ile.

Sonrasında PVC kaplamaktan, şoförlüğe, alışveriş merkezlerinde desk görevlisi olup festivali tanıtmaktan,  en havalı orkestra şeflerini ve en can alıcı rock gruplarının rehberliğine kadar o zamana dek hayal edemediğim deneyimlere sahip oluyorum. Şimdi en yakın arkadaşlarım dediğim birçok harika insanla yollarımız kesişiyor.

Bir yandan radyo programım sürüyor. Özel radyolar o dönemin en sıcak konusu. Sesine radyoda bir kez tanık olduğum, Bengi Ünsal’la Universal Müzik’ten promo toplarken tanışıyorum. Bir sonraki sene o da İKSV’de rehberlik yapmaya başlıyor. Şimdi Londra’da komşuyuz.

İlk patronum Ebru Kaya ve Çiğdem Girgiç. Ardından efsane Viktor Bensusan ve Ecmel Pehlivanlı ikilisinin ekibinde rehber oluyorum. Sonsuz sorumluluk ve adanmışlık isteyen, gecesi gündüzüne karışık sanatçı rehberliği işini gencecik insanlara sahiplendirmeyi başarmış bir sistem var. Şu anda hala etkinlik sektörünün can damarı bu vizyon.

Bir yandan İstanbul güncel müzik etkinliklerinin parlamaya başladığı o dönemde Pozitif ve Hip Productions (efsane JB Dance & Techno festivallerini hatırlayanlar?) başta olmak üzere akla ne gelirse müzikli işlerde çalışıyorum. Kazandığımı konser biletlerinde,  zamanında getirdiğim 3,92’lik ders ortalamamı da ucu ucuna mezun olacak şekilde işlerde-güçlerde çıtır çıtır yiyorum. Ama en büyük okul meğer o zaman başlamış. Şimdi görüyorum.

Tam o sırada Görgün Taner’in yardımcısı Abdullah Aydın işten ayrılıyor. Akbank Caz Festivali’nde Sam Rivers’ın rehberliğini yaparken, Görgün Bey, Cemal Reşit Rey’e kulise geliyor. Viktor’un önerdiği adaylar listesinde adım geçmiş. Ofiste asistanı olma işini teklif ediyor. Sanırım o gün önemli bir maç var. Devre arasında gelmiş. Tarihte aldığı en hızlı “evet” cevabını alıp maçın ikinci yarısına yetişiyor.

Böylece 1998’de İKSV’de gerçek bir işe başlıyorum. Her ne kadar bazı aile büyüklerine, taksi şoförlerine, ev sahiplerine tam olarak ne yaptığımızı anlatamasam da bir işim var. Okul bitiyor, laboratuvara veda ediyorum. Evet, küçük dönemeçlerin büyük yollara açıldığını biliyorum. Bir seçim yapıyorum. Bu dönemece direksiyonumu kırdıran Mete Civelek şu anda doktor. Virginia Üniversitesinde adını bile söylemeyeceğim araştırmaları ve bulgularıyla Bio-Mühendislik tarihine geçiyor. Tabii ardından her türlü virajda, uzun yolda rehberlik edenler, yol gösterenler, öğretenler, benden öğrenenler. Seçimimde yenilmediğimi gösterenler…

21 yıl boyunca bilfiil İKSV’de çalıştım. Bu sürede sayısız iyi kalpli, zeki, renkli, yaratıcı insanla tanıştım. Melih Fereli, Görgün Taner gibi öğretmenlerim, Harun İzer ile sıkı bir ortaklığımız ve çalışmaktan büyük haz duyduğum, sadece profesyonel olarak değil sevgiyle bağlandığım ekiplerimiz oldu (Beril Azizoğlu ve Ada Burçak Döner deneyimleri ile bu senenin de kahramanları. Ayrıca bir de Robotik Mühendisimiz vardı bu yıl: Günsu Yeşilyaprak).

En iyi ve kalıcı dostlukları İKSV vesilesiyle edindim.  Türkiye Caz sahnesinin müzisyeninden bestecisine, yazarından, menajerine, kulüp işletmecisinden, emektarına birçok değerli bireyiyle yan yana durduk. Meşhurların pırıltısından da nasibimizi aldık. Massive Attack’e soğansız dolmalar, alkolsüz şaraplar bulduk, Björk’ün egzotik aurasını hissettik, Eric Clapton’lu Legends ‘97ye tanık olduk,  Sting’e kuliste televizyon stüdyosu kurduk, Diana Krall’ın ilk küçük salon konserinden koskoca Açıkhava’ya yükselişini gördük, Patti Smith’le şiirler okuyup, Suzanne Vega ile İstanbul’un karanlık sokaklarını keşfettik, Nick Cave ile İstanbullu külhanbeyi kılığıyla kapalı çarşıda dolaşıp tespih alışverişi yaptık, Carla Bley, Charlie Haden,  Stanley Clarke, Hiromi’yi yağmur-fırtınada dinledik, yine de pes etmedik, canı sıkkın Grace Jones’u omzumda ağlattım (evet şaka değil) sonra kahkahalarla sohbete devam ettik, Keith Jarrett konserinden çıkıp Morissey’i de karşıladık, Antony’ye  (şimdi Anohni) Selda Bağcan’dan gelen çiçekleri taşıdık, Damon Albarn ve 44 Suriyeli müzisyeninin vizelerini uykusuz geceler sonunda alıp (Bahar Akbaş’a sevgiler), o günden bu güne bine yakın mülteciyi festivalde izleyici olarak ağırladık. Leonard Cohen’in bergamot yağının kokusu, şapkasını tutarak verdiği nazik selam hala hafızamda. Birçok müzik kahramanımla tanıştım, el sıkıştım, aynı ortamda nefes aldım. Bazısıyla tanışmaktan kaçındım, müziğiyle, şarkılarıyla kafamdaki yerleri korunsun istedim. The Bad Plus,  Jamie Cullum, Esperanza Spalding, Kamasi Washington, Badbadnotgood ile kendi dönemlerinde cazı gençleştiren müzisyenlerle yolculuğumuza yeni yolcular kattık. Elvis Costello’dan, Seal’e, Paul Simon’dan Bryan Ferry’ye, Stevie Wonder’dan Neil Young’a, Alicia Keys’den John Legend’a sayısız plak imzalattık, sayısız fotoğraf çektirdik. Çoğu seneler ha yağdı ha yağacak korkusuyla festival bitti, Açıkhava’dan son kamyon çıkarken gök yarıldı. İlahi bir güç hep iyiliğimizi istiyordu sanki. O rüzgârlı Norah Jones konseri sonrası yağan yağmuru sabah 3’e kadar şükranla izlememi hiç unutmuyorum.  Festival sahnesinde ağırladığımız Lou Reed, Cesaria Evora, İbrahim Ferrer, Mercedes Sosa, Ruben Gozales, Compay Segundo, Natalie Cole, Robin Gibb, Lhasa, Joe Sample, Süheyl Denizci, Esbjörn Svensson, Selçuk Sun ve daha nicesinin ışığı sonsuza uzandı… Paco de Lucia’nın cep telefonunu hala silemiyorum. Babamınkini de…

Londra’ya taşınırken evdeki İKSV kutumu açtım…fotoğraflar, setlistler, mektuplar. Daha sosyal medya yokken o zaman yaşıtımız olan müzisyenlerle mektuplaşırdık. E-mail vardı ama CD’ye iliştirilmiş el yazılı bir kartpostalın yerini hiç bir şey tutamaz.1998’de Chick Corea’nin Origin’inde tanıştığım genç basçı Avishai Cohen konserden sonra ilk albümünü yollamıştı. “Beni de festivale davet edin” diyordu. Bu yıl hem İstanbul’da hem Londra’da festivalin en önemli konserlerinden biri Avishai Cohen’in. Buna benzer tonlarca hikaye var…

Sadece deneyimlerim, öğrendiklerim değil, ömrüm İstanbul Caz Festivali’nde oluştu. Festivalim yokken de 90ların - 2000lerin capcanlı kültür sanat ve konser haritasında her saniyemi müzikle doldurdum. Çocuğumu konserlerde, sergilerde büyüttüm. Bizimle aynı dönemde işler üreten, üretmekte olan kültür sanat sahnesinin tüm paydaşlarına da buradan selam olsun. Hep beraber büyüdük, beslendik.

10.ULUSLARARASI ISTANBUL CAZ FESTİVALİ  E.S.T. ESBJÖRN SVENSSON TRIO  Cemal Reşit Rey Konser Salonu

25 yılda çok şey değişti. Havaalanından ankesörlü telefonla yapılan çağrılar ve takoz cep telefonları yerini Whatsapp gruplarına, korsan yayın yapan özel radyolar ve İstiklal caddesindeki müzik dükkanlarının yayını yerini dijital platformlara bıraktı ve gençler İKSV’li olmak için uzaylı olunması gerektiği sanmıyor artık. Üstelik işi işte öğrenmeden önce eğitimini alabilecekleri Kültür Sanat Yönetimi Bölümleri var (Hatta benim de öğrencilerim İKSV, Pozitif, Zorlu PSM’de çalışıyorlar.)

Zor, çok zor zamanlardan da geçtiğimiz oldu. Festival yapılamaz, konser düzenlemez denen günlerde elimizden gelenin en iyisini ortaya koyup, sadece iyiye güzele odaklandık. Yaptığımız işi en iyi şekilde yapmanın en doğru varoluş biçimi olduğunu biliyorduk. Bunu yapabilme lüksümüz vardı çünkü dünya durur İKSV durmazdı. 

İstanbul Caz Festivali 25 kez bu kenti olağanüstü müziklerle, kendi seslerini şehrimize taşırken İstanbul’u da dünyaya taşıyan sayısız müzisyenle buluşturdu. Müzelerinden, parklarına, saraylarından, sokaklarına her köşesinde ne kadar sıra dışı bir kette yaşadığımızı her yaz bir kez daha hissettik.

Olmazı olduran prodüksiyon, saha ve lojistik ekiplerimiz ve festivalleri ayakta tutan yapıları sağlayan Sponsorluk, Bilet, Pazarlama, Basın, Finans kadrolarımızla 25 yılı unutulmaz bir festivalle kutladık. Şimdi bu ekibin bayrağını yirmi yıllık meslektaşım Harun İzer taşıyacak. Festival emin ellerde, çok daha iyilerini yapacak.

İstanbul’da izleyici olmayı, Londra’da festival yapmayı deneyimlemek de benim yeni maceram olacak.  Her sene Açık Hava tiyatrosunun sol merdivenlerinde durup seyirciyi izlerken göğsümün sol yarısı tarifsiz bir mutluluk ve gururla doldu taşardı. Son olarak Robert Plant konserinde ekiple ve rehberlerle sol merdivenlerde durdum yine. Bu unutulmaz konserde herkes sahneyi alkışlarken ben seyirciyi alkışlıyordum. Dolu gözlerle…

25 yılda sahnede neler olup bittiğini bilenler biliyor. Sahne arkasında ise bu duygular hâkimdi… Büyük bir aile, adanmışlık, tutku, inanç ve müziğe duyulan sonsuz aşk.

Çok güzel konserleri izledik, daha iyilerini izleyeceğiz. Bundan sonra seyirci tarafında oturmayı başaracağım sanırım. Kalbim o sol merdivenlerde atsa da…


* Londra Caz Festivali Serious Programlama Direktörü / Eski İstanbul Caz Festivali Direktörü

Yazarın Diğer Yazıları

“Bir Ömürlük Misafir”imiz: Erkan Oğur

Erkan Oğur bir konserde çaldığını bir daha çalmıyor

Sen başkasın Melody Gardot

"Seni nasıl sevmeyelim? Sen başkasın Melody Gardot. Sen hep gel..."

Avishai Cohen - İstanbul Caz Festivali

Chick Corea'nın okulundan çıkan bir caz sanatçısından tek bir projede kalması beklenemez