Yarım yüz yılı aşkın bir süre halkına zulmederek kendini tahkim eden bir rejimin nihayet düşmesi sadece Suriye için değil, insanlık için önemli bir andır. Ancak böylesi anların, daha önce demokrasiyle tecrübesi sınırlı olan ya da hiç olmayan ülkelerde ne kadar hızla kaosa dönebildiğini ve nihayetinde o ülkenin halklarına hakiki anlamda bir özgürlük getirmek yerine, yeni otoriter güç merkezleri ürettiği gerçeğini 2003’teki Irak işgalinden beri farklı ülkelerde izledik. Tam da bu yüzden Suriye için yeni sayfanın açıldığı bu bir haftayı güvercin tedirginliğiyle izleyenler arasındayım.
Suriye’de yeni sayfanın nasıl yazılmakta olduğuna ilişkin kaygıları dile getirmeden önce, her seferinde, Beşar Esad’dan ve temsil ettiği her şeyden ne kadar tiksindiğimizi beyan etmek durumunda bırakılmak ise bizim ülkemize özgü bir ifade özgürlüğü standardı!
Suriye’de yeni sayfa açılırken Türkiye’deki iktidarın, Türkiye medyası tarafından Suriye hakkında yapılabilir/yapılamaz haberlerin çerçevesini ne şekilde çizeceğini belli eden ilk uygulama, sevgili meslektaşım Nevşin Mengü’ye yapılan gözaltı üzerinden dünya aleme ilan edilmiş oldu. Suriye’ye geçtiğinde PYD liderlerinden Salih Müslim ile bir söyleşi yapan Nevşin, hukukçuların uyarısı üzerine söyleşiyi yayından kaldırmasına rağmen gözaltına alındı ancak kısa süre sonra yurtdışı çıkış yasağı konularak serbest bırakıldı. Gerekçe de şuydu; Türkiye’nin hakkında ‘kırmızı bülten’ çıkarttığı Salih Müslim söyleşide terör örgütünü övücü söylemler kullanmıştı.
MİT Başkanı İbrahim Kalın, Şam'daki Emevi Camii'nde namaz kılarken
Nevşin Mengü’nün gözaltına alınmasından iki gün önce Millî İstihbarat Teşkilâtı Başkanı İbrahim Kalın, Şam’daki Emevi Camii’ne namaz kılmaya Heyet Tahrir el Şam’ın (HTŞ) lideri Ebu Muhammed Colani’nin kullandığı arabayla gitmişti. Bildiğimiz kadarıyla İbrahim Kalın bu gövde gösterisini yaparken Colani’nin HTŞ’si hâlâ Türkiye’nin terör örgütleri listesinde duruyordu.
Ankara’nın HTŞ’yi ‘terör örgütü’ olarak ilan ettiği karar, 29 Ağustos 2018’de Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından imzalanmış, 31 Ağustos 2018’de ise Resmî Gazete’de yayınlanmıştı. BM kararlarına atıfla çıkartılan bu kararla birlikte Türkiye Cumhuriyeti Devleti, HTŞ’nin daha önce terör listesine aldığı El Nusra Cephesi’nin devamı olduğunu teslim etmişti. Kalın’ın Şam ziyareti öncesinde hükümet kamuoyuna duyurmadan apar topar bir düzenleme yapmadıysa HTŞ de hala YPG/PYD gibi Türkiye’nin ‘terör örgütleri’ listesinde.
Uluslararası diplomatik camianın bir haftadır en çok tartıştığı husus da bu zaten: İlk önce hangi ülke HTŞ’yi terör listesinden çıkartacak?
Edindiğim bilgilere göre, Britanya HTŞ’yi aklama paklama yarışında epey önde koşuyor. Hatta Londra’nın bu kararı hemen ilan etme eğilimi bizzat Beyaz Saray’dan müdahale ile engellenmiş diye duydum. ABD Dışişleri Bakanı Blinken, kendilerinin de HTŞ ile temas kurduğunu açıkladı. Ancak anladığım kadarıyla Washington, şu an için süreci terör listesini güncellemeden, ‘de facto’ ilişkilerle götürme niyetinde. Kontrolü kaybettiklerini düşünürlerse arzu etmedikleri kararları çok hızlı almak zorunda da kalabilirler elbette.
Hâl böyleyken İbrahim Kalın’ın neden Colani ile görüştüğünü kimse sorgulamıyor zaten.
İbrahim Kalın’ın Şam çıkarmasını bir istihbarat şefi ziyaretinden bambaşka kılan şey ise kapalı kapılar ardında değil ayan beyan gün ışığında ve ideolojik açıdan Suriye’nin en sembolik camisinde ibadet eşliğinde yapılmış olması. 12 senedir Esad rejimine karşı açıktan bir siyasi mücadele yürüten Cumhurbaşkanı Erdoğan ‘Emevi Camii’nde namaz’ hedefini zaten çok uzun zaman önce ilan etmişti. Ancak ilk namazın kendisi ya da kabinesinden bir bakan tarafından değil MİT Başkanı tarafından kılınması, “Buralar artık bizden sorulur” mesajını başka bir boyuta taşımış oldu. Tersten okunduğunda, Ankara Suriye’ye müdahil olma şeklini bir ‘istihbarat operasyonu’ olarak tarif etmekte bir beis görmedi.
Emevi Camii’ne girip namaz kılma opsiyonu zaten olmadığı için soruyu şöyle sorayım; Esad düştükten sonra Şam’a giderek sokakta Colani ile birlikte gezen ilk üst düzey yabancı yetkili CIA Direktörü William Burns olsaydı ne düşünürdük?
Namaz fotoğrafları sosyal medyaya düştükten sonra, 2012’de Esad’dan kaçarak ailesiyle Ürdün’de yaşayan ve artık memleketine dönüş için bavullarını toplamakta olan Suriyeli bir arkadaşımdan şöyle bir mesaj aldım: “Neden İbrahim Kalın? Namazı kılanın bir istihbarat şefi olmasının hayatı boyunca muhaberat travması altında yaşayan bir halk açısından ne kadar rahatsız edici olduğunun farkındalar mı acaba?”
Farkında olmadıklarını ya da farkında olsalar dahi pek de önemsemediklerini düşünebiliriz elbette. Ancak zaten karmaşık duygular içinde olan arkadaşıma bu tür bir yanıt vermek istemedim. Az biraz bildiği Türkçenin tıkanan muhabbetler açısından kurtarıcı bulduğum deyişlerinden birini yazdım yanıt olarak; “Hayırlısı olsun!”
Bu yazışmadan sonra, daha önce Şam’da görev yapmış Batılı bir ülke diplomatı arkadaşımla randevum vardı. Buluşur buluşmaz o da bana sosyal medyadaki ‘İbrahim Kalın camide’ fotoğraflarını gösterdi ve sordu; “Acaba Colani’nin kullandığı arabayla Emevi Camii’ne giderken Merce Meydanı’ndan geçmişler midir?”
Diplomat arkadaşımın sorusu basit bir rota sorusu asla değildi, Suriye’deki Osmanlı tarihine kuvvetli bir gönderme yapıyordu, hem de Erdoğan hükümetinin istihbarat şefi aracılığıyla yeni Şam’dan dünyaya ‘Buralar artık bizden sorulur’ mesajı verdiği o günde.
Merce Meydanı'ndaki anıt
Diplomatın gönderme yaptığı şey meydanın kendisi değil, meydandaki anıttı aslında.
II. Abdülhamid, telgraf hattının Şam'dan Medine'ye ulaşmasının hatırası olarak saray mimarı İtalyan Raimondo D'Aronco’ya bir anıt tasarlatmıştı. Anıtın tepesinde Abdülhamit ile özdeşleşen Yıldız Saray’ının bir maketi vardı. Şam ahalisinin o Telgraf Anıtı’ndan bahsederken ‘Abdülhamit’in Gözleri’ ifadesini kullandığını da yıllar önce bir Suriyeliden dinlemiştim.
Erdoğan hükümetinin Esad’la köprüleri atmaya karar verdiği 2011 döneminde izlediği politikayla bir anda Müslüman ülkeler de dahil olmak üzere dünyanın dört bir yanında ‘Neo-Osmanlıcı’ olarak görülmeye başlandığını ve tam da bu nedenle neredeyse bir ‘nefret figürüne’ dönüştüğünü ara sıra hatırlamasında fayda olabilir.
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın 10 gündür içinde bulunduğu Suriye trafiğini anlattığı NTV yayınında, Seda Öğretir’in “Bu hassas dönemde dikkatli olunmaması durumunda Suriye’nin yeni bir güç/nüfuz mücadelesi alanına dönüşme riski var mı?” sorusuna verdiği yanıta bir bakalım:
“Bu risk her zaman var, onun için yapıcı davranmak gerekiyor. Suriye halkı ve muhalefeti, Esad dönemindeki hataları tekrar etmek istemiyor. Ama belli enstrümanları dışarıdan kullanarak, belli karıştırma mekanizmalarının hayata geçirilmesi istenmeyen durumlar sebep olabilir. Biz bu konuda çok duyarlıyız.”
Türkiye’nin Suriyeliler tarafından, ‘belli enstrümanları dışarıdan kullanarak Suriye içinde bir nüfuz mücadelesine girmiş aktörlerden biri’ olarak görülmediğine hakikaten inanıyor mu acaba Sayın Bakan?
Cansu Çamlıbel kimdir?
Cansu Çamlıbel, Orta Doğu Teknik Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi bölümünden mezun oldu. Yüksek lisansını, Britanya'daki Cardiff Üniversitesi'nde Uluslararası Gazetecilik bölümünde yaptı. 2002 tarihli master tezi, "Türk medyası ve otosansür sorunsalı" başlığını taşıyor.
NTV'de diplomasi muhabirliği, 2005- 2008 arasında da Brüksel muhabirliği yaptı. 2008'den Şubat 2019'a kadar Hürriyet ve Hürriyet Daily News gazetelerinde muhabirlik, haber müdürlüğü, yazı işleri müdürlüğü, köşe yazarlığı görevlerini üstlendi.
Yaklaşık 5 sene boyunca, "Yüz Yüze Pazartesi" köşesinde, Hürriyet'in haftalık siyasi söyleşilerini yaptı. 2015- 2016 döneminde ABD'de Harvard Üniversitesi'nin Nieman Bursu'nu kazandı.
Nisan 2017- Şubat 2019 döneminde ise Hürriyet Washington Temsilcisi olarak görev yaptı.
Gazetenin, siyasi baskı sonucu el değiştirmesinden sonra istifa ederek, Türkiye'ye döndü. Gazete Duvar'daki köşesinde, dış politika alanında yazılar kaleme almaya başladı. Eşzamanlı olarak Gazete Duvar'ın İngilizce edisyonu Duvar English'in kurucu Yayın Yönetmeni oldu. Bu görevi, Ekim 2021'e kadar sürdürdü.
Uluslararası Basın Enstitüsü (IPI) Türkiye Ulusal Komitesi üyesi olan Çamlıbel, IPI için hazırlayıp sunduğu, "Özgür Sohbetler" isimli podcast serisinde, günümüz Türkiyesi'nde gazetecilik yapmanın bedeline, içeriden bir bakış sunmaya çalışıyor. Ocak 2023'te, T24 ekibine katıldı. Lulu'nun annesidir.
|