24 Mart 2025

‘Küresel konjonktür her şeydir’ kumarının sınırları

İddialar doğru ise İmamoğlu’na yönelik bu kuşatıcı operasyonu olabilecek en şahin şekilde sahneye koymak için yola çıkarken küresel konjonktüre güvenenler bir noktada parti içi konjonktüre toslamış olabilir!

İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu

Yakın tarihimiz dünyanın farklı ülkelerinde yolsuzluk iddialarıyla hapse atılmış ya da yargılanmış popüler siyasetçi örnekleriyle dolu. Dün, İstanbul’un ‘üç kez seçilmiş’ Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanma haberi ekranda yanıp sönerken, benzer sınamalardan geçmiş, benzer bir yolculuk esnasında küllerinden doğmuş siyasetçileri düşündüm. Sanıyorum en çarpıcı örneklerden biri, Latin Amerika solunun sembol isimlerinden Brezilya Devlet Başkanı Luiz Inacio Lula da Silva’nınkidir.

Sendika liderliğinden gelen Silva 2003-2010 yılları arasında devlet başkanlığı yapmış, seçimi kaybettikten sonra ise selefi olan sağ popülist Bolsanaro’nun hiddetini üzerine çekmişti. Dört ayrı yolsuzluk davasında yargılanan Silva, pasif yolsuzluk ve kara para aklama suçlarından mahkûm olmuş, 2018'in Nisan ayında tutuklanmış, 580 gün hapiste kaldıktan sonra tahliye edilmişti. Brezilya Yüksek Mahkemesi, 2021'de Lula da Silva'yı yolsuzluk ve kara para aklama davalarından yargılayarak suçlu bulan 13. Curitiba Federal Mahkemesinin ‘yetkisiz’ olduğuna hükmetti. Yüksek Mahkeme, hakkındaki hükümleri iptal ederek soruşturmaların yeniden başlatılmasına karar verince Silva’nın 2022 seçimlerinde adaylığının önünü açıldı. Lula da Silva, Ekim 2022’de oyların yaklaşık yüzde 51’ini alarak yeniden devlet başkanı seçildi. Hem de 77 yaşında.

Hepimiz biliyoruz ki, konu gerçekten sadece İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun yolsuzluk iddiası ile yargılanması olsaydı, iktidar hukuki süreci bambaşka yönetebilirdi. Altı gün boyunca kendini iktidarın gayrı resmi sözcüleri ilan etmiş durumda olan medya karakterleri, izlediğimiz toplu ‘paketlemelerin’, Cumhuriyet Halk Partisi’ne dönük bir ‘temiz eller’ operasyonu olduğuna toplumu ikna etmek için her türlü servis edilmiş ‘bilgi’ ve dedikoduyu dolaşıma soktular. Şüphelilerin avukatlarının dahi isnatları henüz görmediği saatlerde, ‘deliller’ şakır şakır ekran bülbüllerinin cep telefonlarına akıyordu. ‘Masumiyet karinesi ilkesi’ yine ilk dakikadan tuzla buz edildi. Ergenekon, Balyoz dönemlerinin itibar suikastlarını anımsatan yayınların yarattığı ‘deja vu’ duygusu ve bunun soruşturmanın meşruiyeti üzerine ilk günden düşürdüğü gölge falan hiçbirinin umurunda değildi.

Sonuç ne oldu?

“Kriminal boyutu yenilir yutulur gibi olmayan bu olay, tek boyuta, yani yalnızca siyasete indirgenmiş oldu… O da muhalefetin inisiyatifine bırakılmış görünüyor…”

Yukardaki sözler, işin Adalet ve Kalkınma Partisi açısından hızla gitmekte olduğu yere daha gözaltının ilk gününde dikkat çeken Yeni Şafak’ın iletişim stratejisti yazarı Ali Saydam'ın idi. Bu tür dostane uyarıları pek kaale alan olmadı, muhalif kesimler üzerinde tam saha pres bir psikolojik savaş yürütüldü. Zaten ‘muhalif’ diye bilinen kanaat önderlerinin, farklı ağırlık merkezlerinin sembol isimlerinin şiddetli itiraz dile getirmesi ihtimalini önleme adına her türlü tedbir son üç aydır alınmıştı! İşin bu kısmına haddinden fazla bir önem atfettiklerini, şu istibdat şartları altında sokakta protestoyu göze alan hiçbir yurttaşın kendinden başka kimseye güvenmeyeceğini belki de artık anlamışlardır!

Bir başka yanlış hesabın da ‘küresel konjonktüre güvenmek’ üzerinden yapıldığı anlaşılıyor.

Amerika Birleşik Devletleri’nin başına ‘Erdoğan’ın dostu’ Donald J. Trump’ın gelmiş olmasının otomatikman dünyadaki tüm otokratik devlet sistemlerine, tereyağından kıl çeker gibi her istediklerini yapabilme lüksü sağlayacağını sananların, kendi ülkeleri içindeki dinamiklerle nasıl hoyratça dalga geçtiklerini okurken hala hayret edebiliyorum! (Hala hayret edebiliyor oluşuma aslında kendi adıma sevinmem lazım. Bu vesileyle sizi de bütün bu anormallikleri normalleştirmemeye davet etmiş olayım.)

Açık açık şuna benzer şeyler yazdılar:

“Artık ülkeler, hükümetler değil patron devletler tarafından yönetilecekti, demokrasi ve özgürlükler söylemini AB ülkeleri bile terk etmişti. Biz daha ne diye demokrasi peşinde koşuyorduk? Devlet ‘ulusal çıkar’ gördüğü her şeyi bizim adına yapabilirdi ve bundan daha şahane ne olabilirdi? Tebaa muamelesi görmek başımıza gelebilecek en iyi şeydi. Tam da bu yeni ‘konjonktür’ nedeniyle Ekrem için kimse yardıma gelmeyecek. CHP bu söylemle giderse o da çöküşün eşiğine gelecekti”.

Evet, ABD ve AB Ekrem İmamoğlu için kılını kıpırdatmadı ama yüzbinlerce insan sokaklara döküldü, dayanışma sandıklarına koştu. Kimse ne Washington’dan ne Brüksel’den tek kelime beklemedi. Bu da çok hayırlı bir uyanıştır kanaatimce. AKP-MHP bloğuna oy vermeyen herkesi ‘batının uşağı’ diye etiketlemenin nasıl bir siyasi miyopluk olduğunu fark edememek ise uzun süredir iktidarın en majör hatalarından biri.

Patron devletlere ‘eyvallah’ dememiz gerektiğini savunanlar bir yandan da İmamoğlu henüz Vatan Emniyet’te sorgu beklerken, büyük bir özgüvenle hem İBB’ye hem de CHP’ye kayyım atanacağını ilan ettiler. Ancak 23 Mart’ın gece yarısından sonraki ilk saatlerinde bu ekibi sukut-u hayale uğratan bir şeyler olduğunu, İmamoğlu ve arkadaşlarının tutukluk kararları netleştikten sonra anlamaya başladık. ‘Kayyım+kayyım’ stratejisinin en ateşli savunucuları, Sulh Ceza Hakimliği’nin İmamoğlu’na terör şüphesiyle yapılan tutuklama talebini reddetmesi üzerine çileden çıktı. Belli ki ‘plan’ yolda, onların beklemediği şekilde değişmişti.

Siz de duyuyorsunuz, kulislerde muhtelif dedikodu ve rivayet var. Benim her cepheden sürece vakıf çok sayıda haber kaynağıyla yaptığım konuşmalardan edindiğim izlenim ise şu; İmamoğlu’na en azından şu an için ‘terör’ tutuklaması yapılmamasına ve yine en azından şu an için İBB’ye kayyım atanmamasına Erdoğan’ı ikna eden kendi partisi içindeki ‘muhafazakâr liberaller’ olmuş. Bu ekibin ekonominin dibin dibini görmesine yönelik kaygıları ikna sürecinin bir parçası olarak kullandığını tahmin edebiliriz. Bu söylentileri teyit etmek güç ama bu mesleği uzun süredir yapanlar olarak biliriz ki ateş olmayan yerden duman çıkmaz.

İddialar doğru ise İmamoğlu’na yönelik bu kuşatıcı operasyonu olabilecek en şahin şekilde sahneye koymak için yola çıkarken küresel konjonktüre güvenenler bir noktada parti içi konjonktüre toslamış olabilir! İddialar doğru ise belki de uzun zamandır ilk kez Erdoğan kritik bir kararda kendi partisi içindeki nispeten ılımlılara kulak vermiş olabilir.

Demokratik teamüller ezilerek, hukuki teamüller eğilip bükülerek ülkenin getirildiği noktayı bu sefer de pek muhtemeldir ki “Bununla idare edin, daha kötüsünü yapabilirdik, herkes ayağını denk alsın” türevinde üst perdeden tehditlerle yönetmeye çalışacaklar.

Yönetirler de…

Ancak bu kuvvetler birliğine, medya gücüne, RTÜK’e vesaire rağmen asla tam istedikleri gibi yönetemeyecekleri yerin halkın vicdanı olduğunu hatırlatan bir hafta sonundan çıktık. İktidar cenahında önümüzdeki birkaç seneye ‘küresel konjonktür her şeydir’ hipotezi üzerinden bakıp ‘içeriyi’ kafalarına göre dizayn etme hesabında olanların ülkeye verdikleri/verecekleri zararı görmeleri için umarım Türkiye toplumu olarak daha çok bedel ödememiz gerekmez.

Cansu Çamlıbel kimdir?

Cansu Çamlıbel, Orta Doğu Teknik Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi bölümünden mezun oldu. Yüksek lisansını, Britanya'daki Cardiff Üniversitesi'nde Uluslararası Gazetecilik bölümünde yaptı. 2002 tarihli master tezi, "Türk medyası ve otosansür sorunsalı" başlığını taşıyor.

NTV'de diplomasi muhabirliği, 2005- 2008 arasında da Brüksel muhabirliği yaptı. 2008'den Şubat 2019'a kadar Hürriyet ve Hürriyet Daily News gazetelerinde muhabirlik, haber müdürlüğü, yazı işleri müdürlüğü, köşe yazarlığı görevlerini üstlendi.

Yaklaşık 5 sene boyunca, "Yüz Yüze Pazartesi" köşesinde, Hürriyet'in haftalık siyasi söyleşilerini yaptı. 2015- 2016 döneminde ABD'de Harvard Üniversitesi'nin Nieman Bursu'nu kazandı.

Nisan 2017- Şubat 2019 döneminde ise Hürriyet Washington Temsilcisi olarak görev yaptı.

Gazetenin, siyasi baskı sonucu el değiştirmesinden sonra istifa ederek, Türkiye'ye döndü. Gazete Duvar'daki köşesinde, dış politika alanında yazılar kaleme almaya başladı. Eşzamanlı olarak Gazete Duvar'ın İngilizce edisyonu Duvar English'in kurucu Yayın Yönetmeni oldu. Bu görevi, Ekim 2021'e kadar sürdürdü.

Uluslararası Basın Enstitüsü (IPI) Türkiye Ulusal Komitesi üyesi olan Çamlıbel, IPI için hazırlayıp sunduğu, "Özgür Sohbetler" isimli podcast serisinde, günümüz Türkiyesi'nde gazetecilik yapmanın bedeline, içeriden bir bakış sunmaya çalışıyor.
Ocak 2023'te, T24 ekibine katıldı. 
Lulu'nun annesidir.

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Washington’dan suskunluk bekleyen hükümetin kırılgan özgüveni

Erdoğan hükümetinin batıdan ‘ilgisizlik’ ve ‘sessizlik’ beklentisinde aslan payını Trump’a bıraktıkları gerçeği sahada kendini göstermeye başladı. İmamoğlu sürecini yönetme konusunda Trump yönetiminin tavrına ne kadar bel bağladıklarını anlatan en trajikomik örneklerden biri Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın mevkidaşı Marco Rubio ile önceki gün Washington’da yaptığı görüşmeden sonra vuku buldu. Rubio ve Fidan ortak bir basın toplantısı düzenlemedi

Türkiye'nin son Şam Büyükelçisi Ömer Önhon: 'YPG eşittir PKK' söylemini bir kenara bıraktık; Türkiye El Şara ve Mazlum Abdi'ye meşruiyet verdi

"Türkiye'deki PKK ile YPG’yi ayırmak, Türkiye'deki süreç ile oradaki süreci ayırmak, Türkiye'deki anayasa hazırlıkları ile oradaki anayasa hazırlıklarını ayırmak, bunların birbiriyle ilgisi yokmuş gibi davranmak bana göre çok gerçekçi değil. Çünkü şu bir gerçek ki bu iki ülkede olan bitenler bir şekilde birbirini etkileyecek. Yani bunlar bana göre bir bütünün parçası"

DEM Parti Eş Genel Başkanı Bakırhan: Öcalan kayyımları, İstanbul Barosu'na, yazar-çizerlere yapılanları 'sabotaj' olarak görüyor; bu sürecin nereye evrileceği henüz belli değil

“Öcalan CHP’yi çok önemsiyor, sürece dahil olmasını Bahçeli’nin rolü kadar önemli görüyor. Biliyoruz ki bu sürecin başarısızlıkla sonuçlanması halinde günah keçisi yine biz olacağız. Bizi oraya götürdüler, kaydettiler, yarın ‘Bu fotoğrafı neden çektirdiniz?’ diye sorabilirler. Rojava’ya kendi başımıza gidemeyiz devletin başımıza bir şey gelmeyeceğine garanti vermesi lazım”

"
"