04 Eylül 2023
Zor bir seneden geçiyoruz Türkiye'de… Depremler, seçim stresi, hayat pahalılığı, iklim krizini iliklerimize kadar hissettiğimiz bir yaz. Her şeyi öyle hızlı tüketiyoruz ki sadece üç dört ay öncenin siyaseti bile bazen uzak tarihten bir sayfa gibi tınlayabiliyor. 14 Mayıs'la birlikte televizyon ekranlarının "Muharrem İnce" ismiyle yandığı o günler de o yakındaki uzaklar arasına girivermişti. Kendisi biraz onu unutmamıza izin verdiğinden, biraz da çoğumuzun siyasetle ilgili bir şey duymaya tahammülü kalmadığından elbette.
30 Ağustos'ta Dumlupınar'dan hatırlattı kendisini, bir de Memleket Partisi'ndeki yol arkadaşlarını yanına alarak muhalefet partilerine yeni usul bir ittifak önerdiği kısa bir basın toplantısı yaptı geçen hafta. Aylardır beklettiği söyleşi davetimi de "yeni ittifak" çıkışının akabinde nihayet kabul etti. İlk defa gittiğim Ankara'daki Memleket Partisi Genel Merkezi tahminimden oldukça büyük bir binada, kirasını Parti Meclisi'nin 60 üyesi ortaklaşa karşılıyormuş. Bu detay İnce'nin genel siyaset okuması içinde kritik bir parça. Ancak ne kadar sürdürülebilir, onu zaman gösterecek.
Cumhurbaşkanlığı adaylığından çekildiğini ilan ettiği 11 Mayıs'taki o kısa açıklama sırasında yüzüne oturan stres ve kırgınlığı def etmeyi becermiş Muharrem İnce. Neşesi, enerjisi yerine gelmiş, yine yeniden mücadeleye hazır. Hem de hedef küçültmeden! Siyasetin küllerinden yeniden doğma sanatı olduğunu söylerken söylem yakınlıkları nedeniyle "En yakın rakibiniz Ümit Özdağ mı?" diye sorunca ben adeta alınıyor. Geceleri yatağında cumhurbaşkanı olduğunda gençlere yapacağı konuşmaların hayalini kuran kaç siyasetçimiz var nihayetinde?
Bu vesileyle, siyasette aldığı ya da almadığı pozisyonların bedeli olarak yaşatılanlar için kendisine de ailesine de tekrar "geçmiş olsun" diyorum. Kendisi anlatmak istemese ben asla sormazdım.
- Seçimlerden sonra üç ay süren sessizliğinizi geçen hafta ilk kez bozdunuz, kuvvetli de bir çıkış yaptınız. "İlke ittifakı" önerinize geleceğim. Ancak öncelikle neden bu kadar uzun süre sessiz kaldığınızı sormak istiyorum. Malum, sizi yıprattığı çok belli olan bir sürecin ardından cumhurbaşkanlığı adaylığından çekildiniz ve kırgınlığınıza rağmen neden hemen seçimin ardından çıkıp konuşmadınız?
Yoğun bir seçim çalışmasından sonra bir süre dinlendiğim doğrudur. Her zaman sahnede olamazsınız, bu süre zarfında da hem sosyal medyada hem yazılı basında görüşlerimi paylaştım. Ama anlaşılan bizi daha fazla görmek ve dinlemek isteyen bir kitle var ki bu sürede çok fazla görünmememizi bir çeşit inziva ya da oruç gibi algılamışlar. Öyle bir durum yok tabi. "Yüzde 60 ile kazanıyoruz, çekilin" diyenler vardı, "Kola kutusu bile koysak kazanız" diyenler vardı. "Bu son seçim, alıyoruz, sen engel oluyorsun Muharrem İnce. Önümüzdeki engel sensin" diye bas bas bağıran gazeteciler vardı, sanatçılar vardı, siyasetçiler vardı. Bir hayal dünyasında geziyorlardı. Ben bunun bir hayal olduğunu biliyordum. Bunu öngörüyordum. Çünkü her seçimde "Bu son seçim" deniyor. 20 yıldır aynı numara. Ben önce bunları söyleyenler bir konuşsun istedim. Onun için de bir süre bekledim. Bakın bugünlerde görüyorsunuz Fatih Altaylı mesela… Pek çok kişi "Muharrem İnce haklıymış" diyorlar. Görüyorum bunları.
- Daha önce sizi eleştirenler şimdi Kemal Kılıçdaroğlu'nu eleştiriyor. Sizinle benzer bir noktaya geldiler ve siz artık konuşabilirsiniz, öyle mi?
Geldiniz ama iş işten geçti. Bugün "Muharrem İnce haklıymış" diyeceklerine keşke o zaman "Muharrem İnce haklıymış" deselerdi. Yani ben deneyimli bir siyasetçiyim. Görüyorum ben durumu. Yüzde 60 ile kazanmaktan bahsediyorlardı. Oysa ben sokağa çıktığımda bunun böyle olmadığını görüyordum. Bir de şunu unutmayınız bakın; "Tencere iktidarları yıkar" ilk kez çalışmadı. Neden tencere iktidarı yıkmadı? Çünkü güvenlik tencerenin de önüne geçer. Çünkü bu topraklar 1000 yıldır Haçlıları, Bizanslıları, Rusları, Yunanlıları, Fransızları, İngilizleri, İtalyanları görmüş.
- Bugün Türkiye'de ekonomik sorunların önüne geçen ne tür bir güvenlik sorunu var?
"Suçlu suçsuz ayırmaksızın KHK'lıların tümünü alacağım" dersen, FETÖ ile yakın işbirliğine girersen, HDP ile yaptığın pazarlığın ne olduğu bilinmezse, Rusya-Ukrayna savaşında açık olarak Ukrayna'dan yana tavır koyarsan, bütün bunlar insanların kafasında soru işareti yaratır.
- Bu konular elbette önemli ama sandığa gittiklerinde oy atarken halkın önceliği bunlar mı olmuştur hakikaten? Araştırmaların çoğu Türkiye'de halkın önemli bir çoğunluğu için birincil güvenlik kaygısının ülkedeki sığınmacılar olduğuna işaret ediyor. Sığınmacılar meselesinin kontrolden çıkmasının sebebi AKP iktidarlarının son 10 yıldaki politikaları değil midir? Tencerenin önüne güvenlik kaygıları konulduysa, neden halk öncelikli güvenlik sorununu yaratan iktidarın devamı için oy kullandı?
Bu konuda Altılı Masa içerisinde herkes aynı şeyi söylemedi ki. Biri "göndermeyeceğiz" dedi, öteki "göndereceğiz" dedi. Biri "Anayasanın ilk dört maddesini tartışacağız" dedi, öbürü "tartışmayız" dedi. Biri "kamulaştıracağız" dedi, öteki "özelleştireceğiz" dedi. Kafa karışıklığı yarattığınız zaman bunun içinden çıkamazsınız. Kafa karışıklığı, o çok seslilik aslında insanlara güven vermez. Bakın, ben şöyle bir şey önermiştim, "Yedi cumhurbaşkanı yardımcısı olmaz. Bu doğru değil. Bir tek cumhurbaşkanı yardımcısı olsun, o da Meral Akşener olsun. Çünkü İYİ Parti muhalefetteki en büyük ikinci parti. Ben hiçbir şey istemiyorum. Cumhurbaşkanı yardımcılığı da istemiyorum, bakanlık da istemiyorum, size destek vereceğim." Bunlar beni dinlemiş olsalardı bugün seçimi kazanmışlardı.
- Peki siz o açıklamaları yapmadan önce ya da yaptıktan sonra Meral Hanım'la bir görüşmeniz olmuş muydu? Şunun için soruyorum: Meral Hanım'ın masadan kalktığı Mart krizinden önce tek cumhurbaşkanlığı yardımcılığının ona verilmesine dönük bir pazarlık döndüğü konuşuluyordu.
Hayır, kendisiyle görüşmem olmadı. Ben başka bir şey söylüyorum. Tamam, seçim kaybedildi. Fakat yapılan yanlışlardan birisinin doğuracağı bir büyük hata daha olacak yakında. Bol keseden verilen milletvekillikleri var ya… CHP'nin o 39 milletvekilini o partilere vermesinin nasıl büyük bir yanlış olduğunu bütün toplum görecek. Olası bir anayasa değişikliği teklifinde, tartışmalı yasalarda görecekler.
- Depremden önce AKP ve MHP'nin ortak imzasıyla kamuda çarşaf ve peçeye serbesti getiren anayasa değişikliği teklifi TBMM'ye sunulmuş ve komisyonda kabul edilmişti. Deprem nedeniyle rafa kalktı. O teklifin meclis açılınca yeniden gündeme gelmesi bekleniyor. Bunu mu kastediyorsunuz "yakında" diyerek?
Ne bileyim, şu anda bilemiyorum ne getireceklerini. Ama muhalefet cenahında önemli bir kesim, Cumhuriyetçilerin, Atatürkçülerin şiddetle karşı çıkacağı bir kanun teklifi gelmesi durumunda o 39 milletvekilinin AKP ile birlikte hareket edeceğinden hiç kuşku duymuyor. Laikliği konuşmaktan utanan bir muhalefet var.
- Siz Erdoğan'ın bu yeni dönemde anayasadaki "laiklik" prensibini kaldırmak ya da bir biçimde tırpanlamak için harekete geçeceğini mi düşünüyorsunuz?
Doğrudan laikliği hedef almasa bile bilimsel eğitimin darbe alacağını düşünüyorum.
- Zaten yeterince darbe almadı mı, özellikle üniversiteler?
Tabii. Ama ben diyorum ki; AKP bu yönde çok daha fazla mesafe alırsa bu CHP sayesinde meclise sokulan 39 milletvekilinin sayesinde olacak. Yani bu ne yazık ki CHP eliyle yapılmış olacak. Yüzde 1 oyu olmayan partilere bu kadar vekillik verildi. Sonra bunlar bir de üzerine CHP'ye, CHP'li seçmene hakaret ettiler.
- Hakaret ile neyi kastediyorsunuz?
İşte, "Tek başına girse seçimi kazanamaz" gibi laflar ettiler. "Hakkımızdan daha azını aldık" dediler. Bir sürü laf ettiler. Babacan da etti, Davutoğlu da etti böyle laflar.
- 29 Ağustos'ta yaptığınız basın açıklamasında çekilme kararınızdan önce CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile 29 Mart'ta yaptığınız görüşmeye atıfta bulundunuz ve kendisini seçimin iki turlu olacağı konusunda uyardığınızı söylediniz. Zaten o görüşmeden sonra çekilmeme kararı almıştınız. O görüşmede Kılıçdaroğlu sizi neden ikna edememişti ya da etmeye çalıştı mı? O zaman "Dostlar alışverişte görsün" ziyareti demiştiniz. Ama seçimden sonra Kılıçdaroğlu'nun başka liderleri ikna için birtakım pozisyonlar önerdiği ortaya çıktı. Size neden Ümit Özdağ'a önerdiği gibi bir teklifle gelmedi sizce?
Ben bunlara, bu polemiklere artık girmem. Aslında o zaman yaptığım açıklamalara bakarsanız her şeyi olduğu gibi söylediğimi görürsünüz. Ancak hakkımızda "seçimi kaybettiren", "bir bölen" kampanyası yapıldığı için ne dediysek duyulmadı, anlaşılmak istenmedi. İşin doğrusu aynı şeyleri tekrar tekrar konuşmak istemiyorum. Teklif geldi gitti, ona verdiler bize vermediler tartışması değil mesele. Mesele ilkelerin ortaya konulamaması, halka inilememesi, amacın net bir şekilde ortaya konulamaması, hata yapılması, hatalar yapılması ve bunlarda ısrarcı olunmasıydı. Neticeyi hep birlikte gördük. Ben bu defteri kapadım. Onlar dünde kaldı. Dün dünde kaldı cancağızım, şimdi yeni şeyler söylemek lazım.
- Nasıl kapattınız, daha doğrusu nasıl kapatabildiniz?
Birincisi, siyaset küllerinden yeniden doğma sanatıdır. İkincisi, siyaset önüne bakma işidir. Şimdi ben bir uyarıda daha bulunuyorum; önümüzde yerel seçim var şimdi. Bu yerel seçimi geçtiğimiz seçimden daha tehlikeli görüyorum. Çünkü merkezi hükümeti almış bir iktidar, dolar 30 liraya yaklaşırken yeniden seçimi almış, meclis çoğunluğunu sağlamış bir Erdoğan var. Belediyeleri almak şimdi daha kolay onun için. Yani önümüzdeki yerel seçim, cumhurbaşkanlığı seçiminden daha zor bir seçim. Çünkü psikolojik bir üstünlük sağlamış.
Onun için geçmişi bırakıp, siyaset mühendisliği yapmadan aklı başında biçimde yeniden masaya dönme zamanı. Ama bu öyle "altı taneyi alalım yan yana dizelim, hepsine bir şey verelim" şeklinde bir mühendislikle olmaz. Siyaset mühendislikle yürümez. Siyaset sahada olur. Eğer bu tür bir mühendisliği yeniden yaparsanız bu sefer belediyeleri de teslim edersiniz. Başta İstanbul ve Ankara olmak üzere, şu mühendislikten bir vazgeçilsin. Bu iş mühendislikle olmaz, akıllı olur, bilimle olur. Ben bunları söylüyorum.
- Şu an için CHP'de kurultay takvimi net değil ve Kemal Kılıçdaroğlu partisini en azından yerel seçimlere kadar Genel Başkan olarak götürmek istiyormuş gibi bir görüntü veriyor, belki de hiç çekilmeyecek. Durum buyken siz muhalefete yeni bir ittifak modeli öneriyorsunuz. Yani yerel seçimlerin de AKP'nin zaferiyle sonuçlanmaması için Kemal Kılıçdaroğlu ile çalışabileceğinizi mi söylüyorsunuz?
Hayır, bakın ben şunu diyorum; Türkiye duvara toslamak üzere, ekonomik olarak yerel seçimden sonra toslayacak. Körfez ülkeleriyle yapılmış anlaşmalar var ama gelen bir tek dolar yok. Türkiye ekonomik olarak duvara toslamak üzere ve bir de bir yerel seçim var. İktidar bu toslamak üzere olan ülkenin bütün kaynaklarını seçimden önce tekrar çarçur edecek. Onun için bütün muhalefete siyaset mühendisliği yapmadan, millete payeler dağıtılmadan, aklı ve bilimi kullanarak, siyasetin argümanlarını kullanarak bir iş birliği öneriyorum. Yoksa, "Sana bu ilçeyi verelim, sana bu büyükşehri verelim, sana bunu verelim" değil. Bu tür yaklaşımlarla yine duvara toslanır.
- Seçimden önce doğru ittifakın CHP, İYİ Parti ve Memleket Partisi arasında olacağını savunuyordunuz.
Evet, ilkeli ittifak.
- Bugün "Muhalefete sesleniyorum" derken de aslında CHP ve İYİ Parti'ye mi sesleniyorsunuz? Ya da mesela bu ilkeli ittifaka Zafer Partisi'ni ve Ümit Özdağ'ı da katar mısınız? Millet İttifakı'ndaki eski AKP'liler ve Saadet Partisi midir sorun? Yani Gelecek, DEVA ve Saadet'in içinde olmadığı bir ittifak sizin için tamam mıdır?
Hayır, hayır. Onlar da olsun önemli değil ama gücü oranında temsil edilsinler. Bir de ilkesiz duruyorlar. Yani şimdi "Anayasanın ilk dört maddesini tartışabiliriz" diyen biriyle ben ittifak yapmam. Niye yapayım ki? O zaman gidin AKP ile de yapın.
- Anayasanın ilk dört maddesini tartışacağını söyleyen kim?
Bunu dedi Ali Babacan. Tekrar söylüyorum bakın, mühendislikle olmaz. İkiyle ikinin toplamı siyasette dört etmez. Siyasette ikiyle ikiyi toplarsanız, bazen 6 eder, bazen 3 eder. Siyasetin matematiği olmaz, siyasetin mantığı olur. Şunu demeye çalışıyorum; iki benzemez siyasette yan yana konulunca, birinin 8 oyu var, birinin 3 oyu var diye toplamı 11 olmaz. Siyasette yan yana duranların birbirine benzemesi lazım, ilkelerde ortaklaşması lazım. Ben bunu anlatmaya çalışıyorum.
- O halde ilkelerde anlaşırsanız kimse ya da hiçbir parti kırmızı çizginiz değil, şu anda eleştirmekte olduklarınızla da aynı masaya oturabilirsiniz. Doğru mu anlıyorum?
Bizim ana ilkelerimiz bellidir. Bahsettiğiniz partilerin önce bu ilkelerle, örneğin anayasanın ilk dört maddesi ile, Türkiye'nin üniter yapısı ile, laik eğitim ile bir sorunları olmadığını güçlü bir şekilde dile getirmeleri lazım. Oturursunuz, ilkelerinizi alt alta yazarsınız. Nasıl bir belediyecilik yapacağınızı yazarsınız. Bunu anlatırsınız insanlara.
- Diyelim ki bu söylediğinizi yapabilen bir ittifak yapısı oluştu ve diyelim ki DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan da alt alta yazdığınız bütün prensiplere uyma taahhüdü verdi, bugün onun için söyledikleriniz o gün sizin karşınıza çıkartılmayacak mı? Bugün CHP'den meclise girmiş 39 milletvekili için söylemekte olduklarınız ne olacak?
O verilmiş zaten, bitmiş. O milletvekillikleri beş yıllığına verilmiş, onda yapılacak bir şey yok. Milletvekilliğini düşürecek haliniz yok. Ama ben geçmişte de söyledim; bakın olası bir ters durumda AKP ile iş birliği yaparlarsa şaşırmayın. Zaman beni de o konuda da haklı çıkaracak zaten, bunu da göreceğiz. Ben baktığım zaman bu partilerle AKP arasında ilkeler bakımından bir fark göremiyorum. Dolayısıyla bunlar eski değil yeni AKP'lidir.
- Siz adaylıktan kimsenin lehine çekilmediniz. Ama Sinan Oğan ikinci turda Erdoğan lehine çekildi ve sonuçta Erdoğan kazandı. Sizin bir aday işaret etmeden çekilmeniz kime yaradı sizce?
Beni destekleyenler, Muharrem İnce'ye oy verenler ya da oy vermek isteyenler mürit değildi. Onlar benim müritlerim değil, yani "hadi ben burayı destekliyorum" deyince peşimden gelecek insanlar değil. Onlar beni destekliyorlardı ama bu, benim destekleyeceğim adayı destekleyecekleri anlamına gelmez. Neden beni destekliyorlardı? Çünkü Kemal Kılıçdaroğlu'nu da istemiyorlardı, Erdoğan'ı da istemiyorlardı. Ben onları peşinden sürükleyecek bir tarikat şeyhi değilim. Ben adaylıktan çekildim, özgür iradeleriyle herkes gitti oy verdi. Kimi "iptal" verdi, kime Erdoğan'a verdi, kimi Kılıçdaroğlu'na verdi. Ben de gittim bir seçmen olarak oyumu kullandım. Şunu da hatırlatayım; Cumhuriyet tarihinin en fazla "iptal oy" kullanılan seçimidir.
- Memleket Partisi seçmeninin büyük bölümünün geçersiz oy kullandığını mı düşünüyorsunuz? Elinizde kendi seçmenlerinizin tercihine dair herhangi bir araştırma ya da veri var mı?
Bilemiyorum. Ben kendi oyundan mesulüm ama çok kırdılar tabii bizim seçmenlerimizi. Kırmasalardı farklı sonuçlar çıkardı ortaya. Yani bizim seçmenlerimize "sarayın adamları" diye bağırdılar sokakta, hakaret ettiler. Böyle kırdıkları insanlardan sonra oy istemek çok doğru bir şey değildi zaten. Ben defalarca uyardım, "Bu iki turlu bir seçim, seçim ikinci tura kalacak, yapmayın etmeyin, hakaret etmeyin" dedim. Ben uyardım ama dinletemedim. Yani muhalefette herkes AKP seçmenine birtakım yakıştırmalar yapıyor ama hizmet gelsin gelmesin bakmayan laikçi teyzeleri de bir sorgulamak lazım.
- Altılı Masa mimarisine ilişkin eleştirilerinizi yaparken İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener'i ayrı bir yere koyuyorsunuz. Bu şu anlama mı geliyor; "ilke ittifakı" dediğiniz yeni ittifak arayışınızda ilk kapısını çalacağınız lider o mudur? Ya da liderlerin kapısını çalmayı düşünüyor musunuz?
Bizim söylediğimiz şudur: Türk siyasetine demokrasiyi getirmeyi vaat eden siyasi partilerin öncelikle bu demokrasiyi kendi partilerine getirmeleri lazımdır. Parti içi demokrasisi olmayan ama memlekete demokrasi getireceğini söyleyenlerin çağrısı samimi değildir. Partiler anti demokratik olduğu için ilkeleri neredeyse aynı ama tabelaları farklı siyasi partiler vardır. CHP parti içinde demokrasiyi işletseydi bugün Memleket Partisi kurulmuş olmazdı, benzer şeyi İYİ Parti için de söylemek mümkündür. Seçim ittifakı yaptığınız zaman birbirine benzemezlerin bir araya gelmesi ile oluşturulan ittifaklar seçmen tarafından ilkeli görülmemekte menfaat ittifakları olarak görülmektedir.
Memleketin temel meseleleri öylece ortada durmakta, devletin kuruluş felsefesinden uzaklaştırılmakta, Beyaz Zambaklar ülkesi olmak üzere çıktığımız yolculukta ülkenin ekseni Ortadoğu bataklığına kaydırılmakta milletimiz bilinçli bir şekilde cahilleştirilmekte, vatan toprağı da yine bilerek ve isteyerek işgal ettirilmektedir. Bu şartlar altında sen ben kavgasına bir son verip onurlu bir şekilde kol kola girerek, ülkenin giderek kötüleşen durumundan vazife çıkararak, ne yapılması gerektiği konusunda herkesle görüşeceğiz, milletimizin sesini dinleyeceğiz. Pes etmeyeceğiz mücadele etmeye devam edeceğiz.
- Kemal Kılıçdaroğlu'nun seçimler öncesinde Rusya ile savaşında Ukrayna'dan taraf olduğuna dair tavır koymasını eleştirdiniz. Erdoğan hükümetinin bugün Ukrayna ve Rusya konusunda izlediği dış politikayı nasıl buluyorsunuz? Erdoğan'ın 2015'teki uçak krizinden beri Putin'e çok taviz verdiği, iki lider arasındaki ilişkinin şeffaf olmadığı, iki lider arasında büyükelçilerin dahi çoğu kez görüşmelere alınmaması gibi devletlerarası ilişki teamüllerine uymayan soru işaretleriyle dolu bir ilişki olduğuna dair eleştirilere bakışınız nedir?
Ukrayna-Rusya savaşı Türkiye için denge politikası izlenmesi gereken çetrefilli bir meseledir. Bir yandan çok ciddi ekonomi alanında, enerji alanında bağlantılarımızın olduğu Rusya bir yanda Batı'nın şartsız desteklediği yine ekonomik ilişkilerimizin olduğu Ukrayna arasında çağdaş dünyanın unutmak istediği İkinci Dünya savaşını andıran görüntülere sahne olan bir savaşın içindeler maalesef. Türkiye'nin bu savaştaki dengeli tutumunu doğru buluyor, menfaatlerine uygun olduğunu değerlendiriyorum. Rusya ile olan ilişkilerin şeffaf olmadığı görüşüne de katılıyorum. Erdoğan ve şeffaf olmak yan yana gelemiyor zaten, bu sadece Rusya ilişkilerinde değil Birleşik Arap Emirlikleri ile de böyle. Muhatabı gelişmiş bir ülkeden değilse, yani şeffaflığı karşı taraf zorlamıyorsa bizimkinin öyle bir derdi yok zaten. Bu sadece uluslararası ilişkilerde değil iç politikada da harcamalarında da böyle. Medeni ülkeler ile geri kalmış ülkeler arasındaki en önemli farklardan biri medeni ülke yöneticilerinin şeffaf olmaları ve hesap vermeleridir. Rusya'nın geçen yıl seçim öncesinde 24 milyar dolar doğal gaz alacağını neden tahsil etmediğini ve bunun karşılığında hangi tavizi kopardığını bilmiyoruz. Aslında bu durum yabancı bir devletin Türkiye'deki seçimlere müdahalesi değil midir?
- Twitter'da bir mesaj yayınladınız ve şunu dediniz: "Kemal Kılıçdaroğlu'na rakip olma cesareti gösteremeyen değişimciler, Tayyip Erdoğan'ı değiştiremez. Erdoğan'ı ben göndereceğim!" Sizce kimse kurultayda Kılıçdaroğlu'na karşı rakip olma cesareti gösteremeyecek mi?
Değişim isteğini anlarım fakat bu değişim kişilerin değişmesinden ibaretse, yeni gelen kişi de çok kısa sürede "eski" olacaktır. Yani yeninin eskimesi kolaylaşacaktır. Değişimden kasıt zihniyet değişimi ise, tüzük değişimi ise bunu anlamlı bulurum. Fakat değişim isteyen arkadaşlardan şöyle bir şey duymadım ben; Partinin genel başkanını üyeler seçsin, partinin cumhurbaşkanı adayını üyeler seçsin, milletvekilleri,ön seçimde gelsin. Böyle bir şey duymadım. "Sen git, ben geleyim." Bu değişim değil ki! Siyaset bir cesaret işidir. Eğer bir değişim talebiniz varsa, köklü bir değişiklik talebinde bulunacaksınız, genel başkanı üyeler seçecek, cumhurbaşkanı adayını üyeler seçecek, milletvekillerini üyeler seçecek. Kendi partinizde demokrasi istemeden, Türkiye'de demokrasi isteyemezsiniz. Mesela Memleket Partisi'nde öyle, üyeler seçiyor Genel Başkanı. Ha bugün için üye sayımız az olabilir ama bu bir duruştur. Biz bunu savunuyoruz.
Siyaset kapalı kapılar ardında yapılan planlarla hesaplarla yapılmaz. Cesaret işidir. İkircikli tavırları seçmen sevmez, net duruşu sever. Yapılan açıklamalara bakıyorsunuz sürekli bir arka plan hesabı var, "onu istersem bu elimden gider" düşüncesi ile bir ileri iki geri adımlar, söylemler. Siyaset bu kadar hesabı kitabı pazarlığı kaldırmaz. Sizce Kılıçdaroğlu'na karşı aday olmak cesaret isteyen bir şey midir? Hem de şimdi?
- Tüzüğün değiştiği ve üyelerin karar süreçlerinde etkili olduğu bir CHP senaryosu sizin için "CHP'ye dönüş senaryosu" olabilir mi?
Ülkenin siyasetini CHP içindeki çekişmelere hapsedersek bir yere varamayız. "Ülkemiz için ne yapmalı?" sorusunun cevabını iyi niyetli herkesle aramaya çalışacağız. "Ülkede ne olursa benim için en iyisi olur?"un cevabını değil "Ülke için neyin en iyi olduğu?"nun cevabını arayacağız. Bu arayışın sonunda siyasetten çekilmem gerektiğini görürsem çekilirim ya da aklınıza gelen herhangi başka bir fedakârlık için tereddüt etmem.
- CHP'de bahsettiğiniz türde bir değişim olursa dönebilirsiniz yani….
Neden olmasın? O zaman orası Memleket Partisi'ne benzer zaten. Ben niye ayrılayım oradan?
- O tür bir senaryoda Memleket Partisi'ndeki sizinle beraber yola çıkmış arkadaşlarınız da CHP'ye gelir mi?
Memleket Partisi ülkenin en demokrat partisidir. Her türlü kararı üyelerine sorar kurullarında kararlarını alır. Türkiye'deki bir gazeteci olduğunuz için sorunuzu yadırgamıyorum çünkü siz de herkes gibi parti genel başkanlarının tek başlarına partileri adına her türlü kararı almalarını doğal karşılıyorsunuz. CHP'de gerçek bir dönüşüm olursa CHP, Memleket Partisi olmuş olur. Genel Başkanı üyeler seçiyor, cumhurbaşkanı adayını üyeler seçiyor. Partide demokrasi var. Niye gelmesinler? O zaman gerek yok ki yeni bir parti kurmaya.
- Hazır varsayımlar üzerinden, senaryolar üzerinden konuşurken CHP içindeki liderlik tartışmasını da ekleyelim değişim senaryosuna ve bir de öyle sorayım sorumu. Biraz önce siz üzeri kapalı eleştirdiniz İmamoğlu'nu ama diyelim ki sizin bahsettiğiniz türde radikal bir değişim geçirdi CHP. Üzerine de kulislerde konuşulan Ekrem İmamoğlu-Özgür Özel formülü çalıştı. Böyle bir liderlik kadrosuyla çalışır mısınız?
Ben 2014'te CHP genel başkanlığına aday oldum grup başkanvekiliyken. Aday olmadan önce Sayın Kılıçdaroğlu'nun odasına gittim, istifa dilekçemi yazdım. Siyaset böyle yapılır. Siyasetin kuralları vardır. Dedim ki; "Ben sizin grup başkanvekilinizim, görev için teşekkür ediyorum, bu görevimden istifa ediyorum, kurultayda sizin karşınıza aday olacağım, hakkınızı helal edin." Çıktım, imza topladım. 117 imza aldım, 417 oy aldım. İnsanlar imza veremedi korkudan ama sandıkta oy verdiler. Sonra da kürsüye çıktım, "Bir saat önce sizin rakibinizdim, şimdi siz benim Genel Başkanımsınız, emredin yapayım" dedim. Siyaset böyle yapılır. Ben siyaseti böyle yaparım. Yani yüreklice, mertçe.
Eğer arkadaşlarımızdan herhangi birisi -isim söylemiyorum- genel başkan olmak istiyorlarsa, o iş öyle hem mevzileri koruyup hem arkadan Zoom toplantıları yaparak olmaz.
Ben bu kadarını söylüyorum. Çıkarsınız karşısına, "Ben adayım, delegelerden oy istiyorum" dersiniz. Kazanırsınız ya da kaybedersiniz. Hem mevzileri koruyup hem de onun mevzilerinden genel başkana ateş edemezsiniz. Çünkü o mevziler bir anlamda genel başkana ait mevzilerdir. Ben onu etik bulmuyorum. "Arkadaşlarınki etik değildir" demiyorum. Ben kendi adıma etik bulmuyorum. Basarsınız istifayı çıkarsınız, karşısına aday olursunuz. Siyaset böyle yapılır. Ben böyle yaptım, ha ben kaybettim (Gülüyor). Belki arkadaşlar kazanır….
Ben kendi dünyamı anlatıyorum. Yenerim ya da yenilirim. Siyasette bugün yenilirsiniz, yarın yenersiniz. Bugün tu kaka olursunuz, yarın aranan adam olursunuz. Bugün sokakta en sık karşılaştığım şey ne biliyor musunuz? Sokakta yolumu kesip "Haklıymışsınız, özür dilerim" diyorlar. Özellikle de gençlerden duyuyorum. Mustafa Kemal Paşa da Kurtuluş Savaşı'na başlarken hakkında idam fermanı vardı ama bugün ulusal kahraman. Ben hayata hep böyle baktım. Doğru bildiğim bir şeye tek başıma da kalsam devam ederim. "El alem ne der?" diye siyaset yapmam, benim tarzım değil.
- Söyleşinin başında Millet İttifakı için dediniz ki "Bunlar beni dinlemiş olsalardı bugün seçimi kazanmışlardı". Seçimden önce "Kemal Kılıçdaroğlu çekilsin" dediğiniz açıklamalar da var. Yani CHP-İYİ-Memleket-Zafer gibi bir ittifak ve Kemal Bey yerine başka bir aday olsaydı mı kazanılırdı?
Kemal Kılıçdaroğlu'yla da kazanılırdı. Ama Sayın Kılıçdaroğlu'nun çevresindeki bazı insanlar dedi ki "Muharrem İnce'ye falan gerek yok, boş verin. Zaten yüzde 60 ile kazanıyoruz niye ortak edelim?" Şımarıklık böyle bir şeydir.
- Kim demiş bunu Kemal Bey'e?
Altını Masa'dan birisi. Yüzde 1'lik bir partinin genel başkanı ile CHP'li bir yönetici.
- Masada mı konuşmuş bu şekilde yoksa bu genel başkan kimse onun Kemal Bey ile özel görüşmesinde mi?
Masada böyle konuşulduğunu iddia etmiyorum. Ama bunu böyle konuşanlar oldu, biliyorum. Bir cumhurbaşkanı adayının da o zorlu kampanyalar sırasında olayları doğru algılayamayabildiğini biliyorum. Çünkü ben yaşadım.
- Yani Kemal Kılıçdaroğlu'nun da kazanacağını düşünmüş olması doğal ve siz bunu 2018 deneyiminden biliyorsunuz, öyle mi? Siz de kazanacağınızı düşünüyordunuz.
Tabii düşünüyordum. Bir iki hata olmasaydı ben kazanacaktım zaten, yani ikinci tura kalacaktı. Yeterli desteği alamadım partiden.
- Bir de o döneme dair özeleştiri verirken şunu söylemiştiniz; (mealen hatırlatıyorum) "Gazeteciye 'adam kazandı' mesajı atmam yanlıştı. Ama karanlıktaydım, partiden hiçbir veri gelmiyordu." Bunu hatırlatmak istiyorum zira bu seneki seçimlerde, 14 Mayıs gecesi de uzunca bir süre CHP'ye veri akışı durduğu ortaya çıktı.
Ben hep söyledim bunun olacağını. Tam dokuz yıldır bir şey öneriyorum, kimse dinlemiyor.
"Sandıklarda oy çalıyorlar" diye bir şikâyet olmaz, olmamalı. Çaldırmayacağız. Yani çalacakları belli. Hazineden parayı çalan, sınavda soruyu çalan, sandıkta oyu çalmaz mı?
Çocukların sınavda sorularını çaldılar. Hazineden paralarımızı çaldılar. E sandıkta da oyunu çalacaklar. Ben böyle bir şikâyeti aptalların şikâyeti olarak görüyorum. Senin parti yönetimi olarak görevin bu riski bertaraf edecek sistem kurmaktır. Türkiye'deki 200 bin sandık için 400 bin kişi görevlendirilmeli. Yerel seçimler için bu önlemi şimdiden almak lazım. Her sandığa iki görevli, hepsinin kartı olacak ve sisteme giriş yapılacak. Bunların bir mesaj sistemi olacak. Bir tuşa bastınız mı o mesaj 400 bin kişiye gidecek. Kaç kişiye mesaj ulaşmış kontrol edeceksiniz, telefonu değişti mi, öldü mü kaldı mı bakacaksınız. Bu düzen kurulmadan Türkiye'de sağlıklı seçim yapmak mümkün değildir. 2014'te kurulmadı, 2018'de kurulmadı, 2023'te de. 2024'teki yerel seçimlere kadar bu sistem kurulmazsa sonuç yine aynı olur. Bu sistemi kuracaksın sonra da seçmenlerin hepsini kontrol edecek bu ekip; ölü mü, sahte mi, Suriyeli mi, kim? Bu ikisi yapılmadan seçimden adil sonuç alınmaz.
- Seçim öncesi yaşadıklarınız ve söylediklerinizle ilgili defteri kapattığınızı söylüyorsunuz da ben yine oraya dönemden edemiyorum çünkü öyle iddialar atmıştınız ki ortaya…Mesela yine bir tanesini hatırlatmam şart; "Kemal Bey'in etrafında gizli Erdoğancılar var ve onlar Saray'a kazandırmak için herşeyi yapıyor. Asıl 'Saray'ın adamı' onlar" demiştiniz. Kimdir bunlar?
Bakın ben siyasetin pratiğinden gelen, sahadan gelen biriyim. Tırnaklarımla geldim buraya. Şimdi siz Yalova'da benim rakibimsiniz. Sizin seçim ofisiniz var. Benim seçim ofisim var. Ne yapmanız lazım? Önce benim seçim ofisime her gün uğrayan birini bulmanız lazım. Öyle değil mi?
- Muhbir bulmadan siyaset yapılamıyor yani, öyle mi?
Türkiye'de böyle yapılır. Peki bir şey daha söyleyeceğim size. Şimdi siz benim karşımda rakipsiz. Sizin oy aldığınız cenahtan bir parti var, ben ona yardım edeyim ki sizden oy alsın. Şimdi yıllarca AKP'ye danışmanlık yapmış birisi size danışmanlık yaparsa nasıl güveniyorsunuz? Bunu anlamıyorum. Bunu sorgulamak lazım. Ben kimseyi suçlamıyorum, şahısları kast etmiyorum. Ama bu kadar hatalar zincirini anlayabilmiş değilim. Seçimin ikinci tura kalacağını nasıl göremediniz? Memleket Partisi'nin oyu nereden geliyordu biliyor musunuz? CHP'den falan gelmiyordu. AKP'lilerin çocuklarından geliyor. İsim veremem ama uçakta şurada burada karşılaşıyorum. Adam AKP'nin milletvekili, "Çocuğum size hayran" diyor. Ben görüyorum bunu. Ama CHP'nin bunu görmemesine şaşırıyorum. Bunu göremeyen insanlar bu memleketi yönetemez. Ben Kemal Bey'in yerinde olsaydım Muharrem İnce'nin ve Memleket Partisi'nin önünü açardım. "Kardeş partimiz" derdim. Çünkü ikinci tura kalacak seçim ve bu seçmenler size ikinci turda lazım olacak. Şunu göremediler.
- Sizin Z kuşağına hitap ettiğiniz hep konuşuldu ama Z kuşağını da kocaman tek bir blok olarak yorumlamak hep yapılan bir hata. Atatürkçülük vurgusunu öne çıkartan bir siyasetçi olarak diyorsunuz ki sizin başında olduğunuz Memleket Partisi'ne yönelenler arasında muhafazakâr mahallenin Z kuşağına mensup çocukları da var. Bu kitleyi nasıl tanımlarsınız?
Bu 20 yıllık düzenden bıkmış ama eli CHP'ye de gitmiyor. İyi eğitimli, kuantumu biliyor, nano teknolojiyi biliyor. Muharrem İnce'nin dilini beğeniyor, Muharrem İnce'nin duruşunu beğeniyor. Azerbaycan duruşunu, Libya duruşunu, SİHA'lar konusundaki duruşunu beğeniyor. Hükümetin kendilerine yalan söylediğini biliyor. Ama eli CHP'ye gitmiyor. Şimdi böyle bir seçmen var.
- Bugün siz CHP'ye geri dönseniz onlar da sizle birlikte CHP'ye gelecek mi?
Gelir.
- 2018'te gelmediler ama…
Geldi, nasıl gelmedi? Efendim elli günde o kadar geldi. CHP'nin oyu kaçtı? Yüzde 22,5. Muharrem İnce'nin oyu kaçtı? Yüzde 31. CHP'nin aldığı oydan yüzde 35 daha fazla oy almışım. O gün için 8,5 puan geldi, yarın 18,5 puan gelecek. Gelecek…ben bunu biliyorum. Fakat CHP yönetimi bunu okuyamıyor. Yine söylüyorum, ben Kemal Bey'in yerinde olsam "Ya şu Memleket Partisi'ne tek kötü kelime etmeyin" derdim. Öyle bir yaklaşım sergileselerdi ikinci turda Memleket Partisi sempatizanları ona oy verebilirdi.
- Farkındayım mayıs ayına geri dönmek istemiyorsunuz, cumhurbaşkanı adaylığınızı çektiğiniz o döneme… Aslında burada anlattıklarınızla "çekilmek zorunda bırakıldım" diyorsunuz. Sağlık sorunları da yaşadınız. Hassas konular ama sormazsam görevimi tam yapmış olmayacağım. AKP'li birinden size 10 milyon bağış yapıldığı iddiası mesela sosyal medyada dolaştırıldı. O dönem çok üzüldünüz, değil mi?
Siz üzülmez misiniz? Tabii ki üzülürüm. Bakın şimdi bir dekont koymuşlar sosyal medyaya. 10 milyon dolarlık dekont, üzerinde bir IBAN numarası da var. Bir avukat, bir baro başkanı alıyor bunu paylaşıyor. Avukatsın bir araştırsana o IBANnumarasını, çıkacak mı Muharrem İnce karşına? Baksa görecek sahte olduğunu. Sonra İsrail'deki bir porno sitesinden seks kaseti almışlar, benim yüzümü yapıştırmışlar. Koltuğunun altında bir karış kıl. Ben Müslümanım bir kere, kolumun altında kılla gezmem. Kafamı üzerine yapıştırdıkları adamın kolunda bir de saat var. Bakın olayı anlatayım size.
- Yok ben onu hiç sormadım. Bu tür bir siyaset mühendisliğini külliyen reddediyorum. Seks görüntüsü, videosu vesaire sormam ilkesel olarak.
Tamam anlıyorum ama şunu konuşmamız lazım; medya başlık atıyor "Muharrem İnce'ye kaset komplosu" diye. Bu doğru bir yaklaşım değil. Gerçekte bir kaset olur, o kaseti yayınlarsan o kaset komplosudur. Burada kaset yok! Yani bunların hepsini, bu sahte dekontları, sahte kasetleri, hepsini FETÖ'cüler yaptı ama yayan sadece FETÖ'cüler değil.
- Ben bunların gerçek olanının da olmayanın da siyaseten tartışılmasına ilkesel olarak karşıyım, onu demek istedim. "Yapanla yapmayan bir" demek istemedim. Siz olayı anlatmak isterseniz buyurun lütfen.
Bir milletvekili adayımız, eşim ve ben Antalya'ya gideceğiz. Milletvekili adayımız telaşla beni aradı. Eşimden uzaklaşmamı rica etti. Bir porno haberi olduğunu söyledi ve görüntüyü bana gönderdi. Şöyle bakar bakmaz "bu ben değilim" dedi. "Nereden anladınız?" diye sordu. Birincisi kolunun altındaki kıllardan anladım, ikincisi de saatten. Ben saat takmam. Alyans takmak bile yük gelir bana. Eşim o sorada 20 metre kadar ötedeydi, hemen çağırdım yanıma ve dedim ki; "Bak porno kasetim çıkmış." Baktı ve hemen "Yok, bu sen değilsin" dedi. "Nereden anladın?" dedim. "Bir, saat takmazsın. İki, kolunun altında kıl olmaz" dedi. Ama işte bunu yaydılar.
- Sağlık sorunlarınız o dönemin stresiyle mi baş gösterdi?
Ya tansiyonum fırladı. Yani anama üzüldüm. Benim 80 yaşında anam var ve anamın haberi oldu bu iftiralardan. Anam 80 yaşında torunlarının fotoğraflarını görmek için akıllı telefon kullanmayı öğrendi, sosyal medya öğrendi. E tabii bunları gördü, "Oğlum sana neler diyorlar" dedi. Ona çok üzüldüm. Gelinimden utandım. Tamam, bir suçum yok, bir günahım yok. Ama o gencecik kadının bunları görmesi, duyması… "Kızım bak eşim önemli değil çünkü o bu tür şeyleri kaldırır, yani o iftira olduğunu biliyor zaten. Sen de üzülme" dedim. Eşim Muharrem İnce'nin eşi yıllardır alışkın bu tür şeylere. Ama diğer iki kadın için çok üzüldüm; anama ve gelinime.
- Çok çok geçmiş olsun size de, ailenize de.
Adaylık yarışından çekildikten sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan sizi telefonla aramış ve "geçmiş olsun" demişti. Kemal Bey de aramıştı. Erdoğan o telefondan sonra çıktığı bir canlı yayında şu sözleri söylemişti: "Kendisine her türlü yardıma hazır olduğumuzu söyledik. Devlet olarak yapmamız gereken Adalet Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı noktasında bunların yapılabileceği zaten bulunduğumuz makamın görevi." Soruşturma sonuçlandı mı, sizi tatmin edecek bir sonuca ulaşıldı mı?
Cumhurbaşkanı aradı ve geçmiş olsun dedi. Rahatsızlandığımı duyunca Kemal Bey de aradı. O zaman da bunları açıkladım, kendilerine teşekkür ederim. Soruşturmalar açıldı bazı tedbirler alındı, tam olarak beklediğimiz neticenin alındığını söyleyemem. Ama yargıya güvenmekten başka da çarem yok. Sayın Cumhurbaşkanı aradığında kendisine söylemiştim;
"Ben bu ülkede 100 bin imzayı toplamış bir Cumhurbaşkanı adayıyım, benim şerefim, namusum bu ülkeyi yönetenlere yani size ait." O da konuyu takip edeceğini söyledi. Henüz net alınmış bir şey yok.
"Rakibim neden Ümit Özdağ olsun, benim rakibim Erdoğan; ben cumhurbaşkanı olmak istiyorum"
- Söylemlerinize dikkatli bakılınca size en yakın gördüğüm siyasetçi -ton farklarınız olsa da- aslında Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ. O sığınmacılar meselesinde çok daha radikal bir tavır öneriyor ve ülkücü geleneğin milliyetçilik konseptinden devam ediyor ancak ikiniz de en çok Atatürkçülük ve laiklik üzerinden CHP'nin küskünlerine hitap ediyorsunuz sanki. En büyük rakibiniz Ümit Özdağ mı?
Hayır canım, benim en büyük rakibim Tayyip Erdoğan. Neden Ümit Özdağ olsun? Ben -cumhurbaşkanı olmak istiyorum.
- Siz hâlâ cumhurbaşkanı olmak istiyorsunuz, yine deneyeceksiniz yani?…
Evet, ben bu ülkeyi yöneteceğim. Ben bu ülke için dört şey yapacağım. Bir, bu ülkenin tarımını ayağa kaldırarak bu ülkenin çocuklarına et yedireceğim, süt içeceğim. En ucuz eti yedireceğim, en ucuz sütü içireceğim. İki, bu çocuklara laik, bilimsel, nitelikli bir eğitim vereceğim. Bu ülkenin çocuklarını iyi okullarda okutacağız. Üç, bu ülkenin çocuklarını tarikat yurtlarına muhtaç etmeyeceğiz. Çocukların dans etmesini, eğlenmesini sağlayacağız. Dört, bu çocuklara iş bulacağız. Benim bu ülkeyle ilgili hayallerim var. Her gece yatağa yattığımda hayal kuruyorum. Ben güneş pilleri üzerine çalışacak çocukları yurt dışına göndereceğim. Makine mühendisliği için yurtdışına göndereceğim, yüksek lisansa, doktoraya göndereceğim. Onları gönderirken yapacağım konuşmaların hayalini kuruyorum gece yatağımda. Diyeceğim ki; "Korkma, Türkiye Cumhuriyeti arkanda, paradan yana sıkıntın olmayacak ama bir şartım var. Memlekete geri dönüp mesleğini iyi yapacaksın, memleketin kalkınması için çalışacaksın. Benim cumhurbaşkanlığıyla ilgili kurduğum en büyük hayal gençlerle çocuklarla ilgili yani. Tarikat yurtlarını def etmek ve o çocuklara bir gelecek vermek, benim hayalim bu. Ve hepsini teker teker böyle konuşmalar yaparak yurtdışına göndereceğim.
Cansu Çamlıbel kimdir?Cansu Çamlıbel, Ortadoğu Teknik Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi bölümünden mezun oldu. Yüksek lisansını, Britanya'daki Cardiff Üniversitesi'nde Uluslararası Gazetecilik bölümünde yaptı. 2002 tarihli master tezi, "Türk medyası ve otosansür sorunsalı" başlığını taşıyor. |
Trump Reis koltuğuna oturur oturmaz “Devlet Bey çağrını aldım, güçlü bir Türkiye için ‘evet’ diyorum” diyecek olsa bile uzun süre her şey limbo olacak. Zira mesele ‘Mazlum’a karşı Öcalan’ kartını çekmekle halledilebileceği aşamayı geçeli çok uzun oldu
“İktidar Bahçeli’nin neden olduğu tepkiyi kayyımla dindirmeye çalışıyor. Kayyım atamalarında sembollerle mesaj verdiler. Halfeti Öcalan’ın memleketi, 4 Kasım Selahattinlerin tutuklandığı tarih. ‘Bizim istediğimiz çizgiye gelmezseniz daha kötüsünü yaparız’ demiş oldular”
“Kandil 2013’te Öcalan’dan gelen mesajları hiçbir zaman doğrudan alıp uygulamadı. Bugün Öcalan’ın o dönemki kadar popülaritesi yokken, Sayın Bahçeli Öcalan’ı dinleyeceklerini nasıl düşünebiliyor?”
© Tüm hakları saklıdır.