16 Ekim 2023

Mehmet Bekaroğlu: Garaj İstanbul toplantısında ben de vardım, gelin hepimizi alın o zaman

"Çok rahatsız oluyorum bu Gezi dosyasında verilen cezalardan, Can Atalay'ın milletvekili seçilmiş olmasına rağmen Meclis'e gidemiyor oluşundan, Osman Kavala'nın AİHM kararlarına rağmen hâlâ içeride oluşundan. Bunlar hepimizin ayıbıdır. Gücümüz yetmiyor ama hepimiz tanığız. Biz evimizde çoluğumuz çocuğumuzla yer içerken bunlar oluyor. Biz hayatı boyunca büyük büyük laflar etmiş, bedeller ödemiş insanlarız ve şimdi elimiz kolumuz bağlı. Böyle olmamalı"

Türkiye siyasetindeki "Müslüman sol" yaklaşımın en eski ve muhtemeldir ki en çok tanınan yüzü olan Mehmet Bekaroğlu, son seçimlerde dokuz yıl önce katıldığı Cumhuriyet Halk Partisi'nden milletvekili adayı olarak gösterilmedi. Ancak konumuz bu değil. Mehmet Bekaroğlu'nun Yargıtay 3. Ceza Dairesi'nin Gezi Parkı davasına dair onama kararının ardından "bir şeyler söyleme ihtiyacı içinde olduğu" haberini ulaştıran kaynağımla konuştuktan sonra biraz araştırdım.

Meğer Gezi iddianamesi yazılırken Mehmet Bekaroğlu'nu da soruşturmaya katmaya yönelik birtakım girişimler olmuş. Hatta AKP'ye çok yakın bir gazetede çıkan "Gezi'nin finansmanını için yabancılarla buluştular" şeklindeki haberde Mehmet Bekaroğlu'na benzeyen bir kişinin arkadan çekilmiş bir fotoğrafı kullanılmış. Kendisi olmayan bir kişinin fotoğrafı delil olarak kullanılarak hiç gitmediği bir yerde olduğu iddiasıyla 18 yıla mahkûm edilen Çiğdem Mater'in başına getirilenin Bekaroğlu'nun da başına getirilmesinden o dönem milletvekili olduğu için mi vazgeçildi bilinmez. Sonuçta Bekaroğlu'nu da "Gezi şüphelisi" konumuna sokmaya dönük hazırlık bir biçimde sönümlenmiş. Kendisinin arka planda yaşadıklarından habersiz olsak da Bekaroğlu'nun Gezi direnişini savunmaktan, Gezi nedeniyle hapis yatanlarla omuz omuza durmaktan geri basmadığına tanıklık ettik.

Bekaroğlu'nu söyleşiye davet etmeden önce bir kritik bilgiye daha ulaştım. Yargıtay'ın 28 Eylül kararında hükmü onananlar için en kuvvetli delillerden biri olarak öne sürülen 27 Haziran 2013'teki Garaj İstanbul toplantısına Bekaroğlu da katılmış. Hem de o toplantıda Gezi tutuklusu Tayfun Kahraman ile aynı masada oturmuş. Edindiğim bilgilerin sağlamasını yapmak için konuşmayı teklif ettiğimde Mehmet Bekaroğlu tek saniye düşünmeden "evet" dedi. Rize'deki köyünde olduğu ve bir süre daha orada kalmaya devam edeceği için video konferans üzerinden söyleştik. Benim malum kaygılarla zorlanarak sorduğum soruları o hiç zorlanmadan, adeta zamanın ruhuna meydan okuyarak yanıtladı. AKP iktidarının turnusol kağıdına dönüşen Gezi davasının hakiki arka planını anlatmak adına Bekaroğlu'nun kendi namına aldığı risklerin farkındalığı içinde okumanızı rica ediyorum.

"Taksim Platformu toplantılarına Has Parti adına katıldım"

- Gezi protestoları başladığında hangi görevde olduğunuzu ve siyaseten ne yapmakta olduğunuzu hatırlatır mısınız?

HAS Parti kapatılmış, ben o zaman aktif siyasette değilim. İstanbul'da bir özel üniversitede çalışıyorum.

- Biraz daha geriye gidelim. Taksim Platformu aslında, 6 Eylül 2011'de dönemin İBB yönetiminin "Taksim Yayalaştırma Projesi"ni kabul etmesinin ve bu planın 4 Ocak 2012'de Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu tarafından da onaylanmasının ardından kuruldu. O tarihte siz Genel Başkanlığını Numan Kurtulmuş'un yaptığı Halkın Sesi Partisi'nde (HAS Parti) yöneticisiniz ve "Genel Başkan Yardımcısı" sıfatıyla Taksim Platformu'nun toplantılarına katılıyorsunuz. Dolayısıyla da HAS Parti de bu toplantıların bir tarafı, bir bileşeni değil miydi?

HAS Parti bu toplantıların bir tarafı, ben de o zaman HAS Parti'nin İstanbul İl Başkanı'yım. Hem Genel Başkan Yardımcısıyım hem İl Başkanıyım. Taksim Platformu toplantılarına katılmaya başladım. O süreçte HAS Parti kapatıldı. Numan Bey AK Parti'ye gitti, ben gitmedim. Ben Taksim Platformu toplantılarına gitmeye devam ettim. 

"Genel Başkan Numan Kurtulmuş'u hepsinden bilgilendirdim"

- Bunu bu kadar detaylı hatırlatarak sormamın nedeni şu: Gezi iddianamesi Gezi protestolarından sonra "Taksim Dayanışma" adı altında faaliyetlerine devam eden "Taksim Platformu"nu adeta hükümete karşı kalkışma senaryosunun beyni olarak işaret etmiş durumda. Yanlış yorumluyorsam lütfen düzeltin. Ve siz Taksim Platformu'nun toplantılarına HAS Parti Genel Başkan Yardımcısı sıfatıyla katılıyorsunuz. Şehrin sorunlarının tartışıldığı bu toplantılara katılım hakkında dönemin HAS Parti Genel Başkanı Numan Kurtulmuş'un tavrı neydi? "Gitmeyin" falan dedi mi size hiç?

Aslında bu iş, HAS Parti'den önce başladı. 2009'da ben Saadet Partisi'nin İstanbul Büyükşehir Başkan adayıydım. Sayın Kılıçdaroğlu CHP'nin, Rahmetli Topbaş da AK Parti'nin adayıydı. Ben o dönemde Mimarlar Odası ile Şehir Planlamacıları Odası ile temastaydım. Tayfun Kahraman ile o dönemde tanıştım. Belki İBB'yi kazanamayacaktım ama siyasette bir şeyler söylemeye hazırlanıyordum. O hazırlık döneminde İstanbul ile ilgilenen herkesle görüşüyordum; jeoloji mühendisleri, depremciler… Tayfun ile de çok görüştüm, o görüşmelerde notlar aldım. Sonra HAS Parti kuruldu, başta ben üye bile değildim ama sonra ısrarla beni aday gösterdiler. HAS Parti'ye katılma sürecim öncesinde yaptığım bütün görüşme ve çalışmaları onlara attım. HAS Parti Genel Başkan Yardımcısı ve İl Başkanı olduktan sonra da İstanbul'la ilgili onlarca konferans, toplantı, panel ve eyleme katıldım. Hepsinden de Genel Başkan'ı bilgilendirdim.

"Numan Bey hiçbir zaman 'Niye gidiyorsunuz?' diye itiraz etmedi"

- Numan Kurtulmuş'un Taksim Platformu özelinde hiçbir yorumu ya da itirazı olmuş muydu?

Numan Bey pragmatist biridir. O dönemde "geçerli" ya da "olumlu" kabul edilen bir şeyse görmezden gelir. Bir değer olarak bakmaz böyle şeylere. O dönem de değer üzerinden bakmıyordu, şimdi de baktığı kanaatinde değilim. Ama hiçbir zaman da "Nereye gidiyorsunuz, niye gidiyorsunuz?" diye itiraz da etmemiştir. Zaten benim bu konulara ilgim ve bu konulardaki çalışmaların nedeniyle Saadet Partisi'nde İBB'ye aday olmamı istediler ve aday yaptılar. Liberal demokrat çevrelerle, insan hakları ve özgürlük mücadelesi veren kurum ve kuruluşlarla olan ilişkilerim dolayısıyla benim aday olmamı istediler. O çevrelerde popüler olduğumu bildiklerinden dolayı aday olmamı istediler. O pragmatizmleri de çalıştı, yüzde 5 oy almıştım.

"27 Haziran 2013'teki Garaj İstanbul toplantısında ben de vardım"

- Şöyle bir hatırlatma daha yapmam gerekiyor: Yaklaşık iki hafta önce Yargıtay 3. Ceza Dairesi, Gezi Parkı davasında, Osman Kavala ile Can Atalay'ın da arasında olduğu 5 sanığın mahkûmiyetlerini onadı, 3 sanık hakkındaki hükümleri ise bozdu. Mücella Yapıcı ve Hakan Altınay tahliye edildi. Avukatlarla yaptığım görüşmelerden edindiğim izlenim, cezası onanlara yönelik en büyük suçlamalardan biri "27 Haziran 2013'te yapılan Garaj İstanbul toplantısına katılmak". Hatta bu suçlamaya maruz kalan Çiğdem Mater Yargıtay'ın "fotoğraf ve fiziki takip var" hükmü karşısında "fotoğraf yok" diye bir yazı yazdı. Bildiğim kadarıyla siz 27 Haziran 2013'te Garaj İstanbul'daki toplantıya katılan isimlerden birisiniz. Hatırlıyor musunuz o günü?

Çok iyi hatırlıyorum. Ben o zaman Üsküdar'da oturuyordum, hâlâ da öyle. Gezi olayları yaşandı ve bildiğimiz şekilde müdahale edildi. Bir süre sonra "Bu nedir, ne anlama geliyor" diye süreci anlamaya çalışmaya dönük bir toplantı düzenlendi. Toplumsal muhalefet adına Türkiye'de ilk defa bu şekilde bir olay oldu. Çok ciddi bir şey. Toplum bilimciler de siyaset bilimciler de siyasetçiler de doğaldır ki ilgilendi. Bu toplantının davetini yapanlar gelip benimle Üsküdar'da görüştüler. Sonuçta o toplantıya gittim ve o toplantıda Tayfun ile aynı masada oturdum. Her masa beşer altışar kişilikti ve evet Tayfun'la aynı masadaydık.

"Terör örgütünü bu senaryoyu yazanlar kurdu"

- Neler konuşuldu toplantıda?

"Gezi nasıl ortaya çıktı, ne oldu, sonucunda ne oldu?" gibi sorulara yanıt arandı ve bir değerlendirme yapıldı. Daha önemlisi de hükümetten ziyade muhalefete etkileri konuşuldu. Türkiye'de toplumsal muhalefet nasıl gelişebilir, Gezi'nin siyasi muhalefete bir katkısı olur mu? Gezi bitti mi yani? Bu sorular soruldu. Hatta "Gezi siyasi parti olsun" diyenler bile oldu.

Böyle bir toplantıydı. Herkes düşüncelerini ifade etti. Tabii Gezi'nin nasıl sonuçlandığı konuşulurken hükümetle ilişkiler boyutu da gündeme geldi. Hatırlarsınız olaylar sırasında Ankara'ya hükümetle görüşmelere gidilmişti. Tabii bizler de orada arka kapı diplomasisi yürüttük. Başbakan (Erdoğan) Ankara'da değildi o zaman, yurt dışındaydı. Hükümetle temasların tertip edilebilmesi için girişimler oldu. O zaman Sayın Arınç Başbakan vekili idi, onlarla görüşüldü. Orada güzel açıklamalar da oldu. Arınç da Abdullah Gül de aslında olumlu şeyler söylediler. Biz o şekilde katkılar yapmıştık, bunları paylaştık.

Ergenekon'u, Balyoz'u hatırlayın. O kalıptan çıkmış gibi, geriye doğru bir hikâye ile bir terör örgütü kuruyorlar. Yani terör örgütünü bu senaryoyu kurgulayanlar kuruyor, aynı FETÖ'nün zamanında yaptığı gibi. "Efendim, Cezayir Lokantası'nda nasıl toplantılar olmuş?" diye bakıyorlar. Ondan sonra da bunun üzerine "Avrupa'dan Amerika'dan Gezi'nin finansmanı için para getirenler buraya geldi vesaire" diye hikâye yazıyorlar.

"O iddianameden bir dolu psikiyatrik teşhis çıkar, dünya kadar şizofreni teşhisi koyarım"

- Nereden biliyoruz bu tür bir finansman hikâyesi yazdıklarını?

İstanbul Emniyeti'nden çıktı o haber. Ben biliyorum kaynağını. "Gezi'nin finansmanı" diye hikâye yazanlar işte bu terör örgütünü kuranların kendisi aslında. Masa başında parçaları birleştirip, boşlukları doldurarak, içine Osman Kavala'yı, Hakan Altınay'ı, Çiğdem Mater'i, Mine Hanım'ı, Mücella Hanım'ı, Tayfun'u monte ettiler. Bunu yaparken de bir sürü yanlışlıklar yaptılar. Çok da usta değiller. O kadar kendilerine güveniyorlar ki "boşluk bırakmayalım" falan diye bir kaygıları bile yok. Bir sürü boşluk bırak bırakıyorlar. Belki de bile bile bırakıyorlar o boşlukları bizlere gözdağı vermek için.

- İddianameyi söylediğiniz gibi "özensiz ya da boşluklarla" hazırlamak nasıl bir gözdağı şekli olabilir?

"Ne yaparsanız yapın istersek sizi terör örgütü üyesi yaparız, deliller de bulur sizi içeri tıkarız, hatta Kavala'ya yaptığımız gibi ağırlaştırılmış müebbet veririz" demek istiyorlar. Belki de öyle bir şey anlatmaya çalışıyorlar, bilemiyorum. Ben biraz önce Ergenekon benzetmesi yaptım ama belki de orada bir örgüt, hükümete dönük bir ihtilal vardır. Ben bunları bilmiyorum. Türk Silahlı Kuvvetleri içindeki bazı gruplar geçmişte ihtilal yapmışlardır. Ama işte üç tane yazar, iki tane imar uzmanı, beş tane mimar, Mücella Hanım bir araya geliyorlar…Bu insanlar anayasayı ortadan kaldıracaklar ve hükümeti devirecekler! Bunlar akla ziyandır. Zaten akıl filan yok bu davada. Ben psikiyatri uzmanıyım, o iddianameden bir sürü teşhis çıkarırım. Öğrencilere ödev verecek örnekler bunlar. Dünya kadar şizofreni teşhisleri koyarım. Maalesef böyle bir davada insanlar yargılanıyor. İnsaf! Bakın biz Tayfun'u tanıyoruz, eşini tanıyoruz, kızını tanıyoruz. O insanın ailesi, hayatı, geleceği, o kız çocuğunun yaşamış olduğu travmalar… İddia edildiği gibi şeyler yok bu insanların hayatında. Oturuyorlar bu insanları içine monte edip geriye doğru bir hikâye yazıp terör örgütü kuruyorlar.

- Sizin "hikâye" iddianızdan hareketle devam edelim. Neden o hikâye yazılırken özellikle bu isimler seçiliyor? Çünkü biliyoruz ki bu tür toplantılara katılan çok insan var.

Ben diyorum işte; ben oradaydım. Benimle birlikte orada 100 kişiye yakın insan vardı. Tam sayı veremiyorum ama o kalabalık bir grup insandık.

"Osman Kavala gibi bileştirici gücü olan insanlardan korkuyorlar"

- Neden Osman Kavala'nın, Tayfun Kahraman'ın, Çiğdem Mater'in, Hakan Altınay'ın, Mine Özerdem'in ve Mücella Hanım'ın seçilmiş olabileceğiyle ilgili bir teoriniz var mı?

Bilemiyorum ki… Kavala'nın seçilmesinin sebebini tahmin edebiliyorum. Gerçekten liberal demokrat bir insan, birleştirici bir insan, insan hakları ihlaline uğrayanların hep yanında olmuş, başörtüsü yasağına maruz kalanların yanında olmuş, Cumartesi Anneleri'nin yanında olmuş bir insan. Hani Türkiye'de hep denir ya "Tasada kıvançta birlik olduk". Pek öyle de değildir durum genel için. Ama Osman Kavala hakikaten de bunu sağlayabilmiş insanlardan biri. Bunların en çok koktukları şey bu; insanların birlik olup bir araya gelmesi. Bunu başarabilen insanlardan korkuyorlar, onları değersizleştiriyorlar. Osman Kavala her haksızlık yapılanla dayanışmaya gitmiştir. Bugün benim bunu söylememe bile gerek yok. Bu tip insanları istemiyorlar. Böyle birleştirici gücü olan insanları istemiyorlar çünkü ülkeyi yönetenler düşmanlarla ve potansiyel düşmanlarla ayakta duruyor.

"Erdoğan Gezi'ye kadar Osman Kavala ve benzer arkadaşları kullandı" 

- Osman Kavala'nın sahibi olduğu Cezayir Lokantası konusunda da bir hatırlatma yapmak gerekiyor. Bu mekânda çok çeşitli sivil toplum kuruluşlarının toplantıları olurdu. Gazeteci olarak benim de çok gitmişliğim var. Hatta MHP yöneticisi Celal Adan ile söyleşi için orada buluştuğumu hatırlıyorum. Bir de şöyle bir şey var: Osman Kavala AKP'nin ilk döneminde el attığı konuların çoğunun çözümüne sivil toplum kanalıyla destek vermiş bir isimdi. Kürt meselesi, Ermeni meselesi, Türkiye'nin AB adaylığı…tüm bu alanlarda hükümetin çabalarına paralel sivil toplum faaliyetleri için imkanları seferber eden bir iş insanıydı. AKP'nin tanımadığı bilmediği biri değildi. AKP'den birtakım üst düzey isimlerin de tanıdığı birisi neden bir anda hedef olarak seçiliyor?

İşte zaten şaştığımız yer burası. Bu soruyu herkes soruyor. Bakın Numan Bey ile ilgili bir şey söyledim; "pragmatist" dedim. Bir konu şu anda işine yarıyorsa, üzerine basıp biraz daha yukarı kalkabiliyorsa onu değerlendirir, kullanır. Yarın aynı şeyi düşmanlaştırır, başka şekilde kullanır. Evet çok iyi hatırlıyorum; o dönemde Türkiye'nin AB adaylığından çözüm sürecine, Alevi açılımına kadar pek çok konuda Osman Kavala'ya ve bu gibi insanlara gidilmiştir. Onlar Ankara'daki toplantılara çağrılmıştır. Bir süre sonra, biz siyaseten sertleşince hükümet dışladı. Ama Kavala ve benzer arkadaşları Gezi'ye kadar kullandılar, değerlendirdiler.

- Bu sene Gezi protestolarının 10. yıldönümüydü. Geriye dönük bir okumayla Gezi için ne dersiniz?

Gezi çok masum bir şeydi. Ama ben biliyorum ki Gezi'de iki tane halka var. İlk halkada tertemiz bir şey vardı, insanlık vardı. Gerçekten ağaçtı. Evet ağaç ve ot sevgisiydi, şehirdi. Tayfun'un, Mücella Hanım'ın, Can Atalay'ın şehre bambaşka bakışları vardı. Bunlardan çok farklı bir bakışları vardı. Bunlar ise arada bir boşluk sonra beton dök, daha yüksek bina daha fazla metrekare… Maalesef Adalet ve Kalkınma Partisi'nin ve Sayın Erdoğan'ın en önemli özelliğidir; Osman Kavala gibi değerleri almıştır, kullanmıştır ve bir kenara atmıştır. Kendilerinin içinden çıktığı İslami kesime de aynı şekilde davranmışlardır. Bunların döneminde bir tane Cahit Zarifoğlu, Sezai Karakoç, Rasim Özden Ören yetişmedi. Onlardan önce var olanların isimlerini kullandılar. Her şeyi ve her kesimden insanı kullandılar, bozdular kirlettiler. Bütün bunlara rağmen ayakta duranları da "terörist" ilan ettiler. Bu kadar basit mi olur komplo dediğiniz şey!

"Benim hakkımda da bir delil üretme gayreti oldu"

- Yargıtay 3. Ceza Dairesi'nin 28 Eylül kararına tekrar dönelim. Yargıtay, 27 Haziran 2013'te yapılan Garaj İstanbul toplantısına katılanların fiziki takip ve fotoğraflarla doğrulandığını söylüyor. Siz de fotoğraflanmış mısınız, bilginiz var mı?

Fiziki takip ne kadar yapıldı yapılmadı onları bilmiyorum ama bildiğim kadarıyla benim de hakkımda bir delil üretme gayreti vardı. Bana gelen bilgilere göre, bu haber önce gazetecilere servis edildi. Bizim Gezi'de yargılanan bir kısım arkadaşla birlikte yabancı bazı insanlarla bir yerlerde buluştuğumuz ve orada Gezi'nin finansmanı için bazı alışverişler yaptığımıza dair o zaman yayımlanan hükümet yanlısı etkili bir günlük gazetede -şimdi onun sadece internet sitesi var- bir haber çıktı. Birtakım fotoğraflar da basmışlar. Güya beni de arkadan çekmişler. Yüzüm görünmüyor ama gazete o kişinin ben olduğumu iddia ediyor. Tarzı itibarıyla bana benzettikleri biri. Omzumda çantayla gezerim ben, çanta kullanan birinin fotoğrafını basmışlar. Bu haber çıkınca biraz araştırdım, dosyada başka fotoğrafların da bulunduğunu öğrendim. Oysa benim Gezi direnişini savunduğumu anlatmak için böyle suni fotoğraflar filan bulmaya gerek yok ki. Saklayacak bir şey yok ki… Ben o zaman da söyledim, yine söylüyorum. Gazetelere demeçler verdik, açıklamalar yaptık. O zaman bir internet sitesinde yazı yazıyordum, yazdım, Gezi'yi savundum. Gezi'de dayak yedim ben Cansu Hanım.

"Daha protestolar sürerken bu iddianameye maddi delil yaratmaya dönük hazırlık yapılmış"

- Nasıl?…

Öyle polislerden filan değil. Dükkanların, büfelerin camlarını kıran gençlere "Ne yapıyorsunuz arkadaşlar?" dedim diye bana saldırdılar. Kimdi onlar, nereden gelmişlerdi? Çevreyle, İstanbul'la ilgili endişesi olan insanlara destek için birtakım bilinen sivil toplum örgütleri tabii geldiler. Ama bunların yanında birden tuhaf tuhaf çadırlar kuruldu. Orada birtakım şeyler oldu. Ateşli silahlar bile kullanıldı. Kimdi onlar?

Taksim Platformu'yla inanın ilgisi olmayan insanlardı onlar. Çözüm için Ankara'ya hükümetle görüşmeye giden arkadaşların bu insanlarla bir ilgileri yok. Tanımazlar etmezler. İşte o tuhaf insanlardan bir grup ortalığı kırarken arada bana da saldırdılar.

- Gezi'ye bir noktadan sonra birtakım provokatörler sokulduğunu düşünüyorsunuz, doğru mu anlıyorum?

Kesinlikle zehirlendi. Kusura bakmayın biraz komplocu olacak ama bu işleri kotaranlarla o işleri kotaranlar aynı insanlardı. Bu çok açık.

- Hangi işleri kotaranlardan bahsediyorsunuz? Şunu mu diyorsunuz; Gezi iddianamesinin yazılmasına önayak olanlarla şiddet görüntüsü versin diye provokatörler gönderenler verenler aynıydı?

İddianameye bakın sanki bugün yazılanlar için o günden maddi delil yaratmaya dönük hazırlık yapılmış. Daha eylemler sırasında hazırlık başlamış. Taksim'i kurtarmak için silahsız şiddetsiz gösteri yapan insanlara bile saldırılıyor. Orası zehirleniyor. Demokratik bir ülkede bir hükümetin görevi nedir? Hükümete karşı olsa da o gösteriyi yapanları, o düşünceyi ifade eden insanları korumaktır bir hükümetin görevi. Demokrasinin en asgari prensiplerinden biridir bu. Ama öyle olmadı ki. Oraya birtakım insanlar geldiler, getirildiler neyse. Onlar vurdu, kırdı dağıttı. Ne ilgisi var o insanların Gezi'yle?

"Gezi'de fotoğrafı olan herkesi atsınlar o zaman içeri gelsinler alsınlar hepimizi" 

- Siz o gördüğünüz ve "tuhaf" diye tanımladığınız insanların aslında devlet bağlantıları olan gruplar olduğunu mu ya da bizzat hükümet tarafından getirildiğini mi düşünüyorsunuz Gezi Parkı'na?

Benim hükümet tarafından getirildikleri konusunda bir bilgim yok. Parçaları birleştirince "muhtemeldir ki" diyorum. Şimdi parçaları birleştiriyoruz. Hani bunlar geriye doğru hikâye yazdılar ya, şimdi biz bunu anlamaya çalışıyoruz. Ne yazdılar? Çünkü arkadaşlarımızın, insanların hayatı karartıldı. Osman Kavala tutuklanalı altı sene oldu. Orada gençler yatıyor; Tayfun, Çiğdem… Kardeşim kaç tane Tayfun yetiştirdi bu ülke ya? Yapmayın. "İstanbul yıkılmasın, yıkılırsa yeniden nasıl kurulur?" diye kafa yoran, "Hatay yeniden nasıl kurulur?" diye kafa yoran kaç tane insanımız var? Bu insanlara yapılan haksızlıkları nasıl durdurabiliriz diye çırpınıyoruz. Tamam, o zaman gelsinler toplasınlar hepimizi. Gezi'de hepimizin fotoğrafı var, alsınlar atsınlar içeri hepimizi.

- Gazeteci olarak bu soruları size sormam gerekiyor ama bir taraftan da "Mehmet Bey'e bu soruları soruyorum diye acaba kendisini durduk yerde mercekle bakılacak bir konuma sokar mıyım?" diye de kaygılanıyorum. Siz artık milletvekili de değilsiniz, yani dokunulmazlığınız da yok.

Haklı olabilirsiniz ama bir şekilde bir yerden başlamak lazım. Böyle devam edemeyiz, böyle sürdüremeyiz. Böyle Türkiye olmaz. Bu yapılan şeyler Adalet ve Kalkınma Partisi'nin kendisine de zarar. Sayın Erdoğan 22 senelik iktidarı sırasında daha önce yaptıklarına ters düşen ya da geri adım olarak düşünülebilecek şeyler yapmıştır. İşte şimdi ekonomide yaptıklarına bakın. Yine Ortodoks politikalara döndüler, değil mi? Mehmet Şimşekler, Gaye Hanımlar geldi. Ama ekonomistler ne diyor? "Bunlar yetmez, demokrasi olması gerekiyor" deniyor. Türkiye'nin asgari demokratik ve öngörülebilir bir hukuk devleti olması gerekiyor. Bir taraftan ekonomiyi düzeltmek için bir şeyler yapmaya çalışıyorsun, öbür taraftan icat edilmiş birtakım hikayeler ve suçlarla Gezi davasında insanları içerde tutuyorsun.

İnsan başka bir canlıya böyle bir şey yapamaz. Böyle bir Türkiye'nin geleceği yoktur. Böyle bir Türkiye'nin ekonomisi de yoktur, hiçbir şeyi de yoktur. Böyle bir Türkiye dünyada tek başına kalır. Böyle bir Türkiye'yi Erdoğan'ın da istememesi gerekiyor, Adalet Kalkınma Partililerin de istememesi gerekiyor. Bir yandan tekrar batıyla ilişki kurmaya çalışıyorlar, öbür taraftan da Gezi davasını bu şekilde sürdürüp AİHM kararlarını uygulamıyorlar. Kardeşim siz Avrupa Birliği'ne üye olacağız diye neler yaptınız, adaylık başladı diye Ankara'da gündüz saatlerinde havai fişekler patlattınız. Davullar zurnalar filan…Şimdi böyle Türkiye mi olur? O nedenle alsınlar hani… götürsünler. Hepimizi alsınlar, hepimizi. Yazık değil mi bu insanlara? Ben üzülüyorum bu insanlara.

"Benim korkum yok, korkmayacak yaştayım" 

- Tam olarak ne suç işlediklerini bilmeden çelişkilerle dolu bir iddianame üzerinden yıllardır cezaevinde tutulan bu kadar insan varken siz "Gelin beni de alın" diye adeta meydan okuyorsunuz. Alıp sizi götürseler siz de bu eleştirdiğiniz hukuki süreçlerin benzerine maruz kalmaz mısınız? Sizin de hayatınız kararmaz mı?

Olmaz mı? Olur böyle şeyler. Tımarhanede olmaz da Türkiye de olur böyle şeyler.

Bakın biz anayasa değişikliği yaptık ve anayasamıza yazdık, dedik ki "Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin kararları bizim kanunlarımızın ve mahkeme kararlarımızın üstündedir" dedik. Anayasamızda duruyor bu. Ve AİHM'in Osman Kavala kararları de orada duruyor. Bizimki dönmüş "tanımam" diyor. Nasıl olacak bu, neyi tanımazsın? Bu sürdürülemez. Bundan sonrası yok. Ha bu saate kadar böyle geldi. Ama bundan sonra böyle gidemez. Dolayısıyla da benim korkum filan yok. Korkmayacak yaşa da geldim. CHP'nin Genel Başkanı bu konularda bir şey söylemişti "Benim için madalyadır" diye. İnsan hakları mücadelesi vermek, başkalarının hakları için söz söylemek… Bunlar şereftir. Her şey herkesin gözünün önünde oldu. Onun için ben açıkça söylüyorum; eğer bu insanların katıldığı toplantılar "terör örgütü" toplantısı idiyse işte polisiniz var, güya elinizde fotoğraflar var, e o zaman bu "terör örgütünün" tamamını toplayın kardeşim. Ayıptır ya! İnsanların gözünün içine baka baka hakaret etmeyin, aklımızla dalga geçmeyin.

"O günün fotoğrafları arşivlerde duruyor" 

- Yine kimsenin ismini durduk yerde gündeme getirmiş olmama kaygısıyla isim vermeyeceğim. Ama siz de hatırlattınız, Taksim Platformu'nun üyesi olan ve Gezi'yi savunan insanların bir kısmı hükümetle görüşmeye gitmişti. Gezi protestoları sırasında Ankara'da başbakanlıkta Başbakan Erdoğan tarafından bizzat kabul edilmişti. Ve de onlar konuşurken Erdoğan'ın not aldığını biliyoruz.

Evet. Duruyor o günlerin fotoğrafları.

- Tabii, görüntüleri bütün televizyonların da arşivlerindedir. Ben şimdi isim vermeyeceğim. Erdoğan'ın ekibi herkesten daha iyi biliyor. Dolayısıyla belki de soru şu: Dönemin Başbakanı şimdinin Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın karşısına oturup dertlerini anlatan insanlar nasıl bir anda "terörist" sepetine atıldılar. Başbakan iken Erdoğan'ın karşısına alıp dinlediği, hatta sözlerini not aldığı insanların bazıları nasıl oldu da bir anda dertlerini anlatmaya çalıştıkları hükümete karşı yasadışı kalkışma organize ettiği iddia edilen bir grup olarak etiketlenebildiler? Esas soru bu heralde.

Esas soru bu ve burada acı acı gülmekten başka bir şey yapamıyoruz.

"'22 senelik iktidarınızda bu ülkede nasıl milyonlarca terörist yetişti?' diye sormak lazım bunlara"

- Bir devam sorusu olarak da Erdoğan'ın o zamanki danışmanlarına, güvenlik ekibine, hatta kızına "Nasıl oldu da bu yasadışı kalkışma planlayan insanları diyalog kursun diye Erdoğan'ın karşısına oturttunuz?" diye de sormak lazım.

Bunlar öyle laflar ettiler ki neredeyse Türkiye'nin yarısına "terörist" diyorlar. O şekilde kanunlar filan da yaptılar. O yüzden şunu da sormak lazım; sizin 22 senelik iktidarınızda milyonlarca terörist nasıl yetişti bu ülkede?

Ben burada bir inatlaşma da görüyorum Cumhurbaşkanı tarafında. "Ben yaptım oldu" diye diye bu noktaya geldiler. Ayıptır ama. Bu insanları kapalı toplantılardaki pazarlıklarda piyon olarak kullanmak ayıptır. Bunlar her şeyi yapabilirler. Ve biz yaptıkları karşısında ancak acı acı gülebiliyoruz.

"Abdülhamit Gül'e kıyamam, Numan Bey ile mukayese bile etmem ama gücü yetmedi, anlamlı bir şey yapamadı, bu süreçte nice Abdülhamit Gül'ler kullanıldı"

- Siz eskiden birlikte siyaset yaptığınız Numan Kurtulmuş'tan bahsederken kendisini "pragmatist" bir siyasetçi olarak tanımladınız ve o gün işine nasıl gelirse o şekilde pozisyon aldığını söylediniz. Yine HAS Parti içinde birlikte siyaset yaptığınız ve aslında siyasi kariyerine el verdiğiniz eski Adalet Bakanı Abdülhamit Gül'ü sormak istiyorum. Abdülhamit Gül, 2017 temmuzundan 2022 aralığına kadar AKP'nin Adalet Bakanı olarak görev yaptı. Tarihler önemli zira Osman Kavala Kasım 2017'de tutuklandı. Gezi iddianamesi 16 ayda hazırlandı ve 2019 martında kabul edildi. Gezi protestolarından bir "terör suçu" üretme süreci tam Abdülhamit Gül'ün Adalet Bakanlığı dönemine denk düşüyor. Diğer tutuklamalar da keza onun döneminde gerçekleşti. Abdülhamit Gül'ün bakan olarak performansını değerlendirmenizi isterim. Bütün bunlar olurken kendisiyle hiçbir görüşmeniz oldu mu? Kaygılarınızı kendisine iletme imkânınız oldu mu?

Ben bu konuları konuştum kendisiyle bakan iken de sonrasında da. Kıyamam bu arkadaşa. Abdülhamit Gül'ü diğerleriyle mukayese bile etmem. Bakanlık döneminde diğerlerinin ne yaptığına bakarsanız yine onun bir çaba içinde olduğunu görürsünüz. Mesela İnsan Hakları Eylem Planı onun döneminde hazırlandı. Çok önemli bir şeydi ama tabii uygulanmadı. Zaten o malum tartışmalardan sonra sanıyorum Cumhurbaşkanı'nın istediklerini tırnak içinde yapmadığından dolayı görevinden alındı. Bunların söylemiyle "affedildi" diyelim.

Tabii kişiselleştirmek istemiyorum ama Numan Bey'in durumu farklı. Genel Başkan olmuş, insanları ayağa kaldırmış bir insandı. Türkiye'de süzüle süzüle oluşan bir muhalif dalga vardı, sağda solda Müslümanlar arasında bir "vicdan hareketi" vardı. Bunların üzerine oturdu, bunların çalışmalarını birikimlerini ve kredibilitelerini kullandı. Bunlar bana göre büyük kötülükler. HAS Parti'nin o tecrübesinde Abdülhamit Gül de vardı, kendisi Ankara İl Başkanıydı. Ben de hem Genel Başkan Yardımcısı hem de İstanbul İl Başkanı oldum.

Evet HAS Parti'de Abdülhamit Gül de vardı ama kendisini Numan Bey ile mukayese bile etmem. Abdülhamit Gül tabii Gezi konusunda bahsettiğiniz süreçteki olaylardan haberdardı ama hiçbir şeyi düzeltmeye ya da yerli yerine oturtmaya güçlerinin yetmediğini düşünüyorum. Ve gittiler. Şimdi yine aktif siyasette ama çok fazla anlamlı bir şey yapamadılar. Kim ne derse desin, Erdoğan büyük bir hayal kırıklığı, Adalet ve Kalkınma Partisi büyük bir hayal kırıklığı. İslami kesimde mücadeleler olmuş, umutlar bağlamış insanlar. Umutların tükendiği o yıllardan sonra iktidara gelmiş Adalet ve Kalkınma Partisi ama bu güveni harcayıp gitmiş durumda. Bırakın inanların tek tek Müslümanlara güvenini, insanların İslam'a güveni ortadan kalkmış durumda ve bu güven daha uzun yıllar geri gelmeyecek. Harcadılar o güveni. Bu süreçte nice Abdülhamit Güller kullanıldı. Kendisini üzecek bir şey söylemek istemiyorum, onu vicdanlı insanlardan biri olarak görüyorum ve biliyorum.

"Bu sessizlik beni çok rahatsız ediyor" 

- Aktif siyasete ara vermişken tüm bunları şimdi açıklamak neden?

Kendi kendime düşünüyorum, arkadaşlarla görüşüyorum. Çok rahatsız oluyorum bu Gezi dosyasında verilen cezalardan, Can Atalay'ın milletvekili seçilmiş olmasına rağmen Meclis'e gidemiyor oluşundan, Osman Kavala'nın AİHM kararlarına rağmen hâlâ içeride oluşundan. Bunlar hepimizin ayıbıdır. Gücümüz yetmiyor ama hepimiz tanığız. Biz evimizde çoluğumuz çocuğumuzla yer içerken bunlar oluyor. Biz hayatı boyunca bu kadar büyük büyük laflar etmiş, bedeller ödemiş insanlarız ve şimdi elimiz kolumuz bağlı. Böyle olmamalı. Ben hayatım boyunca barıştan yana oldum, şiddete karşı çıktım. Asla ve asla bir insanın burnunun kanamasını hiç istemem. Bir mücadelenin yöntemi yolu vardır, olması gerekiyor. Bu sessizlik beni çok rahatsız ediyor. Çok sessiziz. Demokratik tepki diye bir şey kalmadı. Başını kaldırana vuruyorlar. 

"Ben saklayacağım bir şey yapmadım; Osman Kavala da bir suç işlemedi, yok, bulamazlar" 

- Biraz önce sizin de hatırlattığınız gibi hükümet 2013'ten sonra gösteri ve yürüyüş olasılığını iyice daraltan birtakım yasal tedbirler aldı. Terörle mücadele yasasının kapsamı genişletildi. Neredeyse üç kişi yan yana gelip basın açıklaması okuyacak olsa alıp götürüyorlar. En son Cumartesi Anneleri'nin maruz kaldığı muamele ortada. Bahsettiğiniz sessizliğin sebebi çok muhtemeldir ki korku iklimi.

Gidelim ya. Bir gidelim ya… Beş kişi, on kişi, yirmi kişi, yüz kişi. Ne olacak ya? Ne yaptık ki biz ya? Osman Kavala da yapmadı, yok, bulamazlar. Ben, insanlardan saklayacağım hiçbir şey yapmadım. Türkiye'nin aleyhine kimseyle bir yerde bir şekilde konuşmadım. Bir suç işlemedim. Çalmadım, kimsenin malına mülküne bir şey yapmadım. Yok! Ne yapacaklar, benim neyimi çıkaracaklar? Çıkaramayacakları için de belki bu insanlara uydurdukları gibi şeyler uyduracaklar. Kıralım bu döngüyü. Ya Osman Kavala bir şey yapmadı, suç işlemedi.

"Ses çıkarmak için asgari demokratik bir şeyler bulmak, şaşırtacak işler yapmak lazım"

- Siz bu son seçime kadar -10 seneye yakın- CHP milletvekili olarak siyaset yaptınız. Gezi protestolarından sonra Türkiye farkı vesilelerle kritik süreçler ve toplumsal kırılmalar yaşadı. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu toplumsal kırılmalar üzerinden gerginliklerin yükseldiği anlarda seçmenlerine genelde itidalli olup sokağa çıkmama yönünde telkinde bulundu. Siz bunun tam tersini savunuyorsunuz. Demokratik tepki kalmamış olmasından, herkesin bir sessizliğe bürünmüş olmasından rahatsızlığınızı dile getiriyorsunuz. Muhalif seçmenlerin sokakta barışçıl yöntemlerle hak arama çalışma mücadelesine geri dönmesi gerektiğini mi savunuyorsunuz? Söylediklerinizden bunu mu anlamamız lazım?

Sayın Kılıçdaroğlu provokasyonlara karşı uyarılar yaptı evet. Gezi nasıl zehirlendi size anlattım. Ama öte yandan Kılıçdaroğlu sokağa çıktı. Türkiye'nin en önemli sokak hareketlerinden birine önderlik etti Kılıçdaroğlu. Türkiye'nin en önemli yol hareketini yaptı.

Bu şekilde değerli işlerin yapılması gerekiyor. Ama tabii bu tür çabaları marjinalize etme diye bir şey de var, onlara da dikkat etmek lazım. Türkiye'de bugün her şey terörize ediliyor, her gün daha fazla şey suç kapsamına alınıyor. Bu bütün dünya da böyle. Küresel ulus ötesi kapitalist sınıf neyse bunların çıkarına ters olabilen herkes ve her şey - örgütlenme, sendikalaşmak- terör kapsamı içine dahil edilebiliyor. Bunların da farkında olmamız gerekiyor ama bir yandan da düşüncemizi ifade etmemiz gerekiyor. O insanları şaşırtacak şekilde zekice ve barışçı işler yapmak gerekiyor. En önemli şey de açıklıktır. Ne için toplanılacaksa açık bir şekilde, belki bir parkta yapmak lazım, şaşırtmak lazım. Herkese açık biçimde, yüksek sesle konuşmak lazım. Bunların hepsine ışık tutmak lazım. Asgari demokratik şeyleri bulmamız lazım.

"Kılıçdaroğlu'nun hakkını yemeyelim, önemli değişiklikler yaptı, CHP'yi bir yere kadar getirdi" 

- Millet İttifakı'nın cumhurbaşkanı adayı olarak seçimi kaybetmesinin ardından sizce CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu mağlubiyet sürecini nasıl yönetti?

Seçim sürecini önemli işler yaparak yürüttü, kaybetti seçimi. Oraya girmiyorum. Seçim sonrası süreci yönetemedi. Ama toparladı biraz. Bu arada ben delege değilim ama Genel Başkan'ın yeniden seçilmesinin doğru olduğunu düşünüyorum. Sayın Özgür Özel, Genel Başkan'ı günah keçisi ilan ettiler. Tabii Sayın Kılıçdaroğlu kaybetti ama sadece ona yüklememek gerekir. Bu arkadaşların tamamı 15 beri Genel Başkan'ın yanındalar, bütün yerleri de işgal ettiler. Solun bütün dünyada geçirmiş geçirmekte olduğu krizleri, sosyal demokrasinin konumunu, emek meselesini… bütün bunları bir konuşsalar, tartışsalar. Bu soruları Türkiye boyutuna dönük çözüm üretmeye çalışsalar. Değişimin böyle olması gerekiyor ama böyle bir çaba yok. İkincisi de Sayın Kılıçdaroğlu'nun hakkını yemeyelim Cumhuriyet Halk Partisi içinde önemli değişiklikler yaptı. Yalnızdı, tabanda çok fazla desteği yoktu, el yordamıyla ilerledi ama önemli işler yaptı. Hayat değişiyor, dünya değişiyor, ihtiyaçlar farklılaşıyor. Sayın Kılıçdaroğlu bir yere kadar taşıdı, getirdi. Yenileşme hareketinin CHP'yi buradan alıp daha ileriye götürecek bir hareket olması gerekir. Sayın Kılıçdaroğlu'nun bunun farkında olduğunu düşünüyorum. Çok sık da görüşmüyorum. Ama bir görüşmemizde

Sayın Kılıçdaroğlu'na "Siz kalmak istiyorsunuz görebildiğim kadarıyla, tekrar cumhurbaşkanlığına aday mı olacaksınız?" diye sordum. "Yok. Bunların hepsini yaptım, yaşadım. Düşünmediğimiz, ihmal ettiğimiz bir şeyler daha varsa CHP için onları da yapmamız lazım. Ama 2024 yerel seçimlerini de atlatmamız lazım. En azından mevcut durumu muhafaza etmemiz lazım" dedi.

"Kemal Bey'in bırakması öyle yıllar sürmez"

- Sonuçta bir süre daha kalmak istiyor partinin başında, değil mi?

Ben öyle tahmin ediyorum ki Sayın Kılıçdaroğlu kurultayla aday olacak ve muhtemelen seçilecek. Kafasındaki yenilenme ve yeni kadro işlerine yoğunlaşacak. Bütün bunlar olduktan sonra en kısa zamanda tekrar bir kongre süreciyle bırakacak. O da çok uzun sürmez bence.

Yani yıllar sürmez. Bir gruba bırakır diye düşünüyorum. Şu anda el yordamıyla, kavgayla gürültüyle yapılanlar kimsenin işine yaramaz. Bu bir iktidar kavgasına, "Ben olacağım" kavgasına dönüştü. Bu haliyle CHP kongrelerinden kelimize merhem olacak bir şeyler çıkmaz. Tabii yine küçümseyemeyiz; en azından iki üç adaylı kurultay olacak. İnsanlar fikirlerini ifade ediyor. Bu başka partilerde yok. Ama CHP'nin dertlerini çözecek şeyler bunlar değil. CHP'den başka da bu işleri ele alabilecek bir siyasi yapı da görünmüyor.

"Böyle bir lideri bağrış çağrış göndermek CHP'ye yakışmaz" 

- Çok uzun sürmez bırakır diyorsunuz ya… Mart'taki yerel seçimlerden sonrayı mı kastediyorsunuz? Ya da şöyle sorayım: Kemal Kılıçdaroğlu 2024 yılı sona ermeden koltuğu bırakır mı?

Ben 2024 seçimlerinden sonra yeni programların yapıldığı, konuların tartışıldığı zengin bir süreç başlar ve o süreç yasal kongre sürecine dönüşür diye düşünüyorum. Öyle de göndermemiz gerekiyor Kılıçdaroğlu gibi bir lideri. Böyle bağırıp çağırarak, kavga gürültüyle göndermek yakışmaz bize, CHP'lilere. Bizde "emanetçi aday" da olmaz, bunlar CHP'ye uymaz. Olmaması lazım. Benim sonradan CHP'li olarak içimden böyle geçiyor. Netice itibarıyla delege bir karar verecek. Ben delegenin böyle karar vereceğini düşünüyorum çünkü geziyorum, dolaşıyorum. Parti denetçiliğim var, sorun olan illere gidiyorum, oralardaki insanlarla konuşuyorum, rapor yazıyorum. Benim izlenimim bu yönde.

Cansu Çamlıbel kimdir?

Cansu Çamlıbel, Ortadoğu Teknik Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi bölümünden mezun oldu. Yüksek lisansını, Britanya'daki Cardiff Üniversitesi'nde Uluslararası Gazetecilik bölümünde yaptı. 2002 tarihli master tezi, "Türk medyası ve otosansür sorunsalı" başlığını taşıyor.

NTV'de diplomasi muhabirliği, 2005- 2008 arasında da Brüksel muhabirliği yaptı. 2008'den Şubat 2019'a kadar Hürriyet ve Hürriyet Daily News gazetelerinde muhabirlik, haber müdürlüğü, yazı işleri müdürlüğü, köşe yazarlığı görevlerini üstlendi.

Yaklaşık 5 sene boyunca, "Yüz Yüze Pazartesi" köşesinde, Hürriyet'in haftalık siyasi söyleşilerini yaptı. 2015- 2016 döneminde ABD'de Harvard Üniversitesi'nin Nieman Bursu'nu kazandı.

Nisan 2017- Şubat 2019 döneminde ise Hürriyet Washington Temsilcisi olarak görev yaptı.

Gazetenin, siyasi baskı sonucu el değiştirmesinden sonra istifa ederek, Türkiye'ye döndü. Gazete Duvar'daki köşesinde, dış politika alanında yazılar kaleme almaya başladı. Eşzamanlı olarak Gazete Duvar'ın İngilizce edisyonu Duvar English'in kurucu Yayın Yönetmeni oldu. Bu görevi, Ekim 2021'e kadar sürdürdü.

Uluslararası Basın Enstitüsü (IPI) Türkiye Ulusal Komitesi üyesi olan Çamlıbel, IPI için hazırlayıp sunduğu, "Özgür Sohbetler" isimli podcast serisinde, günümüz Türkiyesi'nde gazetecilik yapmanın bedeline, içeriden bir bakış sunmaya çalışıyor.
Ocak 2023'te, T24 ekibine katıldı. 
Lulu'nun annesidir.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Eski Boğaziçi Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Üstün Ergüder: Biz başörtülü çocukları okuttuk, YÖK bize müsamaha gösterdi

“Süleyman Soylu aradığında İstanbul’a geleli birkaç ay olmuştu. O konuşmamızın üstüne çıktı televizyonda hakaret etti. Kendi kafasında ne varsa artık. Benim protesto falan örgütleyecek halim yok. Allah aşkına, ben 2000 yılında terk etmişim orayı. Çok kızdım da adama. Gitmedim ya. Uğramadım dahi. Hiç unutmuyorum o olayı. Çünkü çok gücüme gitti, hak etmedim. Ben iktidara da laf atan bir adam değilim, onu da bilirler. Tayyip Erdoğan'la ilişkim geçmişte çok iyiydi. Ama son zamanlarda hiç karşılaşmadım. En son kendisi Belediye Başkanıyken görüşmüşüzdür”

Reform Enstitüsü Direktörü Mehmet Ali Çalışkan: Yeni seçmenin yüzde 50’sini CHP alıyor, kentlileşen genç seçmen iktidardan uzaklaşıyor

"Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçtikten sonra Türkiye karar mekanizması aşırı merkezleşti. Karar mekanizması çok merkezleşince iktidarı oluşturan partilerin siyasetsizleştiğini görmeye başladık. Çünkü karar çok yukarıda veriliyor. Öyle olunca da siyasetin tabanından yani mahalleden, ilçeden gelen kadrolar önemsizleşmeye başladı"