06 Ocak 2019

Sinemamızda 'Mars savaşı'nın perde arkası

Kriz, parlamentonun gündemine de geldi; bu süreçte Cem Yılmaz, Yılmaz Erdoğan ve Şahan Gökbakar bir araya gelerek dayanıştı

Mars Sinema Grubu ile balayı döneminin bittiği yakın zamana kadar, anaakım sinemamızın önde giden sanatçıları Cem Yılmaz, Şahan Gökbakar, Yılmaz Erdoğan, Ata Demirer’in filmleri en iyi vizyon zamanlamalarıyla sömestr tatilinde salonları kapatıyorlardı. O halde Cengiz Semercioğlu, Cem Yılmaz’ın adının öne çıktığı, Mars Kurumsal İletişim Direktörü’nün açıklamalarına kapıyı neden açtı?

Her şey magazin medyasından Cengiz Semercioğlu’nun, Mars Sinema Grup Kurumsal İlişkiler Direktörü Aslı Irmak Acar’la yaptığı söyleşiden çok eski bir tarihte, 1987 yılında başladı aslında… Bu tarih aynı zamanda Türk sinemasının akil adamlarına göre, “Yeşilçam’ın bitişi”ni de temsil ediyordu. O tarihte Amerikan Başkanı, geçtiğimiz günlerde ölen George H.W. Bush (Baba Bush) ve Türkiye Başbakanı da Turgut Özal’dı. Bush, Amerikan sinemasına Türkiye’de uygulanan kotanın kalkmasını ve pazar payını artırmasını istiyordu. Başbakan Özal ise Türk tekstil ürünlerine uygulanan kotadan rahatsızdı. Türk sineması o güne kadar tam bir sektör olamamışsa da görece bağımsız kalabilmişti ve yapım, dağıtım, gösterim sacayağını kontrol edebilmekteydi.

Fitili “Yabancı Sermaye Yasası”nda yapılan değişiklik ateşledi.

“Amerikan majör’leri” film piyasamızda

Sinemamızın değişime, kendi iç arayışlarını gerçekleştirmeye gereksinimi olduğu 1980’li yıllarla birlikte açıkça ortaya çıkmıştı. Gerek film üretim koşulları gerekse film gösterim koşulları teknolojik olarak geri kalmıştı. Bu dönemde seyirci sayısı da ciddi bir şekilde azalma gösteriyordu. Sinema yazarı Burçak Evren’le 2004’de yaptığımız bir söyleşide o, bu duruma şöyle dikkat çekmişti: 

“87’de sinema biraz kendine gelmeye başladığı vakit eski düzenle yenilikçiler örtüşüp, yeni bir düzen yaratmaya başladığı vakit… Türk Sineması tarihindeki en büyük engelle karşılaştı. ‘Yabancı Sermeye Yasası’ndaki değişiklik, 29-30 ve 31 no’lu kararnameler, yani majör dediğimiz dev Amerikan şirketlerine, Türkiye’de şirket kurup, dağıtım ve gösterim hakkının verilmesi oldu. Bu ne demekti? Zaten kriz içinde bocalayan bir sinema, alt yapıdan yoksun bir sinema, insan faktörünü oluşturmamış bir sinema… Bir de bunun karşısına; yıkılmakta olan, ayakları üzerinde yürümeyen bir sinemanın karşısına, bütün kapıları ardına kadar açıp, 87’deki majörlerin gösterim-dağıtım ve işletme haklarını elde etmesini sağlayan yabancı sermaye yasasındaki değişiklik” konuluyordu.

İşte bahsettiğimiz bu nedenlerle 1980’lerin sonlarında Amerikan majörleri Warner Bros. ve UIP’nin Türkiye’de film dağıtım ağına egemen olmaları süreci başladı.

Sinemamız açısından tehlike çanları çalmaya başlamıştı. Amerikan film yapım şirketleri, kendi dağıtım şirketleri aracılığıyla film dağıtım ve gösterim piyasamıza egemen olmadan önce, ülkemizde yılda ortalama 125 civarında Türk filmi vizyona giriyordu. Vizyona giren Türk filmi sayısı, Amerikan yapım şirketlerinin film dağıtım  ve gösterim ortamını ele geçirmesinden sonra ilk yıllarda yılda beş, on filme kadar düşmüştü.

Aşağıda sinema yazarı Agah Özgüç’ün rakamları, 1990’ların hemen başlarını göstermese de, 1990’ların ortalarındaki yıllık film üretimi ve gösterime giren filmlerin sayısı bakımından ortaya çıkan sorunu anlatmak adına ciddi veri niteliği taşımakta ve bu krizin 2000’lerin başlarında da devam ettiğini göstermektedir.

Ayrıca bu yeni dönemde, sinema salonlarına yüksek teknik standartta film izlenme koşullarının dayatılması (gümüş perde, dolbie digital ses sistemleri, rahat ve geniş aralıklı koltuk düzeni vd.) sinemamızı daha zor rekabet koşulları içinde bırakmıştı. Şüphesiz bu sürecin hem olumlu hem de olumsuz sonuçları oldu. Önce olumsuz sonuçlardan başlayalım. Sembol haline gelmiş Emek Sineması gibi “film izleme mabedi” niteliğindeki salonlar birer ikişer kapanmaya başlamıştı. Henüz 90’larda tam bir AVMania oluşmamışsa da, yeni sinemaların açılma merkezleri değişmeye başlamıştı. Arada kapanmadan kurtulabilen az sayıdaki sinema salonunun büyük kısmı ise, “Ay’ı kırpıp yıldız yaparak” pek çok küçük salona dönüşmeye başlamıştı. İstisnalardan birisi, yok oluncaya kadar Emek Sineması olmuştur.

“Bağımsız sinemacılar kuşağı”: Cim karnında bir nokta

Olumlu yanları ise başta Zeki Demirkubuz, Nuri Bilge Ceylan, Derviş Zaim gibi “bağımsız anlayışla” film yapan yeni bir yönetmenler kuşağının ve yeni bir film yapım ortamının oluşmasıydı. Bu yeni sürecin en olumlu ayağı film yapımı olmuştu. Çünkü eskiden “Yeşilçam”ın rahle-i tedrisinden geçmeyen hiç kimse film çekemezken, şimdi söyleyecek sözü olan ve imkan bulan herkes film çekebiliyordu. Sinema sanatıyla kültürel ifade açısından daha demokratik bir sürecin önü açılmıştı.

Ama aynı şeyi dağıtım ve gösterim için söylemek zordu. Bir kere yukarıda getirilen standartlara uyamayan sinemacıların filmleri, merkez sinema ağında dağıtım ve gösterim olanağı bulamıyorlardı. Diğer yandan bu ağdaki tekelleşme yüzünden, seyirci garantisi vermeyen bağımsız sinema ya da sanat sineması örnekleri ya çok az kopyayla gösterime girebiliyor ya da hiç gösterim olanağı bulamıyorlardı.

Ve “Marslılar” geldi!

Yazımızın başlığına da konu olan Mars Sinema, işte tam anlamıyla küreselleşme sürecinin rüzgarlarının ülkemizde de hayli güçlü estiği 2000’li yılların başında, Menderes Utku ve Muzaffer Yıldırım tarafından kuruldu. Grup, sinema salon zincirinde mevcut gruplardan da satın almalarla hızla büyüdü. Mars Sinema, 2016 yılında Güney Kore’li CJ CGV tarafından satın alındı. CGV Mars Entertaiment Group, piyasanın yüzde 38’ini, toplam seyirci sayısının yüzde 44’ünü kontrol ediyor. Diğer yandan Mars Sinema Grup bünyesinde CGV Arthouse salonlarında, sanat sineması örneklerinin gösterildiğini de belirtmek lazım.

Bu dönemin gerek yükseliş sürecinde gerekse de balayı döneminin bittiği yakın zaman öncesine kadar, anaakım sinemamızın önde giden sanatçıları Cem Yılmaz, Şahan Gökbakar, Yılmaz Erdoğan, Ata Demirer’in filmleri en iyi vizyon zamanlamalarıyla, sömestr tatilinin vizyon programlarını kapatıyorlardı. O halde Cengiz Semercioğlu, Cem Yılmaz’ın adının öne çıktığı, Mars Sinema Grup Kurumsal İletişim Direktörü’nün yaptığı açıklamalara acaba kapıyı neden açtı?..

Kapının açılmasına neden olan gelişme, yapımcıların film dağıtım ve sinema işletmeleriyle yaşanan fiyat anlaşmazlığıyla başladı. Yapımcılar bu şartlarda film çekmek istemediklerini açıkladılar. Yılmaz Erdoğan son filmi “Organize İşler 2”yi vizyona sokmadı. Ardından Cem Yılmaz ve Şahan Gökbakar filmlerini vizyondan çekti. Bunun üzerine yazımızın başında bahsettiğimiz söyleşi yapıldı ve Mars Sinema Grup Kurumsal İlişkiler Direktörü Acar’ın sözleri ortamı gerdi. Ama bu tartışmayı “Cem Yılmaz olmazsa başka Cem Yılmaz’lar çıkar” mertebesine dönüştürmek, yukarıda özetlemeye çalıştığımız buz dağını da görmezden gelmeye neden olabilir. Kaldı ki ihtiyaç dâhilinde yeni Cem Yılmaz’lar üretilir demek de ölçüsüz bir niyet göstergesi…

Elbette kriz, parlamentonun gündemine de geldi.

Geç gelen dayanışma

Bu süreçte Cem Yılmaz, Yılmaz Erdoğan ve Şahan Gökbakar bir araya gelerek bir dayanışma örneği sergiliyorlar. Keşke bu dayanışmayı zor koşullarda kendilerini ifade etmek için film çeken bağımsız yönetmenlerle de gösterselerdi! Filmleri vizyona girme şansı bulabilecek yönetmenler bile, salonlarda onların boş bıraktığı zamanlarla yetinmek zorunda kalıyorlar!..

Yakın geçmişte yönetmen Handan İpekçi’yle, alternatif bir “Başka Sinema” zinciri oluşturabilmek için üniversitede İSTKA projesi başlatmıştık. Proje az farkla reddedilmeseydi Anadolu ve Avrupa yakasında ön anlaşmaları yapılan sinema salonlarında yeni bir gösterim zinciri oluşacak ve filmlerini göstermek için salon bulamayan sinemacılara katkıda bulunacaktı bu…

Sonuç olarak, Cem Yılmaz’ın “terbiyesiz” olarak nitelediği Mars Sinema Grup’un Kurumsal İlişkiler Direktörü Aslı Irmak Acar, “terbiyesizlik”ten çok “işini yapıyor”muş gibi görünüyor. Seçtiği üslup şüphesiz özensiz! Ayrıca Türk sinemasında daha önce altı bölge işletmecisi (İstanbul, Ankara, Adana, İzmir, Samsun ve Zonguldak) yokmuş gibi davranarak, Anadolu’da film izlenme imkânının kendileriyle başladığı algısı yaratacak açıklamaları da abartılı. 

Kâr endüstrisinin vicdanı olmaz, boşluğu tolore etmez. Kapitalizmin adaleti olduğunu kim söyledi ki?!..

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Burası cennet olmalı

Filistin’in anayurdu ile gittiği yerler arasında beklenmedik benzerlikler olduğunu gözlemleyen ana karakter, bumerang gibi ülkesine geri dönerken nerenin gurbet, nerenin ise memleket olduğu sorusunu da tartışmaya açıyor

Uzaylı "Kirpi Sonic"

Film, dinamik sinematografik anlatımı ve masalsı karakterleriyle öncelikle küçük seyircilerin ilgisine mazhar olabilecek keyifli bir seyirlik

92. Oscar Ödülleri'nde geri sayım başladı

Oscar töreninde kimlerin şansı olduğu hakkında görüşlerimizi paylaşmadan önce, adayları ve kategorilerini okuyucularımıza anımsatalım