29 Nisan 2024

CHP'nin önündeki büyük fırsat: Geleceği belirleyecek aktörlerden birisi olabilecek mi?

Kutuplaşmanın, kimlik gerilimlerinin yükseldiği, ortak yaşama iradesinin, “biz” duygusunun azaldığı bir dönemde CHP bir fırsat yakaladı. Şimdi CHP’nin önündeki yolu belirleyecek iki önemli nokta var. Birincisi bu seçimdeki başarıyı nasıl anlamlandıracağı, ikincisi dünyayı ve zamanın ruhunu yeniden anlamlandırarak, yalnızca kadrolarında değil kendi iç yapısında, zihniyetinde, tüzüğünde, programında nasıl bir değişim geçireceği...

Yerel seçimlerin en önemli sonucu sansasyonel CHP başarısıdır. Hangi analizi, hangi açıklamayı yaparsak yapalım hepsinden öte tartışılmaz bir CHP başarısı var karşımızda.

CHP’nin 1992 yılında ikinci kuruluşundan sonraki en önemli başarısı bu ve bu dönemde ilk kez CHP iktidar partisini de geçip, birinci parti oldu.

Genç okurlar için hatırlatalım, 12 Eylül askeri darbesi sonrası askeri cunta tüm partilerle birlikte CHP’yi de kapatmıştı. 1983 genel seçimlerine CHP’nin yerini doldurma iddiasındaki Halkçı Parti (HP) katıldı, Sosyal Demokrat Parti (SODEP) askeri cuntanın kararlarına takılarak katılamadı. Halkçı Parti de seçimlerde yüzde 30 oy aldı, yüzde 45 oy alan Özal’ın Anavatan Partisi (ANAP) karşısında ana muhalefet partisi oldu.

1984 yerel seçimlerine SODEP katıldı ve yüzde 23.4 oyla ANAP’ın ardından ikinci parti olurken HP yüzde 8.8 oya geriledi. Kamuoyunda CHP’nin oylarının yeni adresinin SODEP mi HP mi olduğu tartışmalarının ardından iki partinin birleşmeleri tartışmaları geldi. İki parti 1985’te Sosyaldemokrat Halkçı Parti (SHP) adıyla birleşti.

1987’de 12 Eylül cuntasının getirdiği siyasi yasakların kaldırılması için halk oylaması yapıldı ve yasakların kaldırılması yüzde 50.1 oyla kabul edildi. Halk oylamasının ardından Bülent Ecevit CHP’yi tümden reddederek kendi partisi Demokratik Sol Parti’nin başına geçti.

Kitle partisi olamadı

1987 genel seçimlerinde ANAP yüzde 36.3 oy alarak iktidarını sürdürürken SHP yüzde 24.7 oyla ana muhalefet oldu. Bu seçimlerin ardından siyasi yasakları kaldırılan neredeyse tüm eski CHP siyasetçilerinin ve örgüt yöneticilerinin de katıldığı SHP’de parti içi klikleşmeler başladı.

1989 yerel seçimlerinde SHP yüzde 28.7 oy alarak İstanbul, Ankara ve İzmir belediye başkanlıklarıyla 39 ilin belediye başkanlığını kazandı. İktidar partisi ANAP ise genel seçimlerdeki yüzde 36.3 oranındaki oyundan 14 puan kaybederek yüzde 21.8 oy oranına geriledi.

Bu tarihten itibaren SHP parti içi klikler arası mücadeleyle üst üste kurultaylar yaşadı. Parti yerel seçimlerin başarısını artırarak sürdürme çabası yerine iç çekişmelere teslim olunca 1991 genel seçimlerinde yüzde 20.7 oy oranına gerileyerek 3’üncü parti olabildi.

1992’de 12 Eylül rejiminin eski siyasi partilerin aynı adla tekrar açılmasını engelleyen yasağı kaldırıldı. Ardından Eylül 1992’de CHP yeniden kuruldu, Deniz Baykal CHP Genel Başkanı oldu. Sosyal demokratlar bir kez daha ayrıştı.

1994 yerel seçimlerinde SHP yüzde 13.6, DSP yüzde 8.8 ve CHP yüzde 4.6 oy aldı. Bir önceki yerel seçimlerde kazanılan İstanbul ve Ankara Refah Partisi’ne, İzmir de DYP’ye kaybedilmişti. Hüsranın ardından her zaman gündemde olan “oylar bölünmesin”, “birleşin” tartışmaları alevlendi, SHP 1995 yılında CHP’ye katıldı, DSP yoluna ayrı devam etti.

Bu birleşme de çare olmadı, 1995 genel seçimlerinde CHP yüzde 10.7 oy alırken DSP yüzde 14.6’ya ulaştı. 1999 genel seçimlerinde DSP yüzde 22.2 oyla birinci parti olurken, CHP yüzde 8.7 oy oranıyla seçim barajının altında, meclis dışında kaldı. 1999 yerel seçimlerinde ise DSP yüzde 18.7 oy alırken, CHP yüzde 11.1 oy aldı.

1980 darbesi ardından 2002’ye dek sosyal demokrat olduğunu iddia eden partilerin oy toplamları ortalama yüzde 25-30 aralığında kalırken, 2002 genel seçimleri sonrası CHP hiçbir yerel ve genel seçimde yüzde 30’u aşan bir oy oranına ulaşamadı.

Sosyal demokrat iddiası olan partilerden DSP neredeyse yok oldu, CHP tek başına yüzde 25-30 aralığındaki laiklik duyarlılığı son derece yüksek seküler Türklerin partisine dönüştü, kitle partisi olamadı.

Seçmenin gönlüne zihnine girememiş

Bu arada ülke kentleşti, sanayileşti, dışa açıldı, teknolojiyle tanıştı. Kuşaklar değişti ama sosyal demokrat olduğunu iddia eden partiler ve kadrolar değişemedi, iktidar da olamadı. Şimdi CHP ilk kez yerellerde nüfusun, ekonomik ve kültürel sermayenin dörtte üçünün olduğu alanda yerel iktidarların sahibi. Bu nedenle CHP’nin bu başarısı nedenleri ne olursa olsun sansasyonel bir başarıdır diyorum.

Öte yandan CHP kuruluşundan bu yana 100 yıllık tarihinde 38 kurultay, 18 olağanüstü kurultay gerçekleştirmiş. 1992’de ikinci kuruluşundan bu yana ise 14 kurultay, 10 olağanüstü kurultay gerçekleşmiş. Partinin değişip değişmeyeceği, değişecekse nasıl değişeceği, kuruluş ilkelerine mi döneceği yoksa değişmesi mi gerektiği tartışmaları hiç bitmemiş. Siyasi gündemde CHP değişmeli mi değişmemeli mi tartışması hep var olmuş ama son 31 yılda bir türlü seçmenin gönlüne, zihnine girememiş. CHP sol mu sosyal demokrat mı yoksa merkez sol mu analizleri ve soruları hiç gündemden düşmemiş. Üstelik 2007 genel seçimlerinden beridir de ülkede iktidar değil muhalefet ve özünde CHP sorunu olduğu da sıkça konuşulmuş.

Elbette 100 yıllık yaşamında tek bir CHP yok. İnönü’nün, Ecevit’in, Baykal’ın, Kılıçdaroğlu’nun CHP’leri aynı CHP değil.

Cumhuriyeti kuran kadroların partisi olarak başlayan CHP tarihini hatırlamak gerek. Kalkınma ve modernleşme olarak iki temel hedefi olan cumhuriyetin hedefleri CHP’nin de hedefidir aynı zamanda. Atatürk’ün ardından İnönü’nün CHP’si İkinci Dünya Savaşı'nın öncesi ve savaş sırasında daha otoriter ve milliyetçi bir çizgiye gelirken, savaş sonrası çok partili seçim sistemine geçişi kabul etmiş ve 1950 seçimleriyle iktidarı devretmiş. 1957 ilk hedefler beyannamesiyle o çizgiden daha Batılı bir çizgiye geçmiş. Soğuk Savaş yılları içindeyken hem entelektüel ağırlığı hem toplumsal ağırlığı artan sola karşı ortanın solu gibi yeni bir söylemi sahiplenmiş ve 1974 tüzük kurultayında kendini demokratik sol olarak tanımlamış. Ecevit’le beraber geçmişten daha farklı bir CHP çizgisini aramak, oluşturmak hedef olmuş ama bu süreç darbeyle son bulmuş. 1992’de ikinci kuruluştan itibaren Baykal ile adım adım kitlelerden, sınıflardan uzaklaşarak kentleşmiş, laiklik duyarlılığı yüksek kesimlerin partisine dönüşmüş, giderek muhafazakarlaşmış. Kılıçdaroğlu ile değişim tartışmaları yine sürmüş ama parti kendi iç dinamikleriyle değişmek, dönüşmek, kitle partisi olmak yerine vitrinine diğer kimliklerin temsilcilerini koyarak geniş kitlelere açılabileceğini sanmış. Ama devletin kurucusu ve sahibi rolünü içselleştirmiş.   

Her dönemin CHP’si kendi lideriyle, döneminin koşullarına göre, o günkü politikaları ve söylemleriyle değerlendirilmeli elbette. Bu arada yalnızca CHP değil ama başta CHP olmak üzere tüm siyasi partilerin beslenme damarları kapanmış, yeni insanlar, yeni fikirler partilerin içine girememiş. Politika erbabı yerine partiler politika esnafının eline geçmiş. Her partide olduğu gibi CHP’de de hep partinin sahibi olduğunu düşünen tutucu kadrolarla yeni gelen, partide yer bulmaya çalışan ve partinin değişmesi gerektiğini savunan insanlar, gruplar arası çekişmeler tarihi de CHP’nin tarihi. Sorun şu ki her dönemin yenilikçileri bir sonraki dönemin tutucuları ve partinin sahipleri haline dönüşmüş. Her dönemin yeni kadroları yenilenme, değişme, dönüşme demiş ama tanımlı, vizyonu, hedefleri ilkeleri belirlenmiş bir değişim iddiası hiç gündeme gelmemiş. Dahası siyasi rekabet iktidara ulaşacak siyaseti aramak üzerinden değil parti içi iktidar talebi ve çekişmesi üzerinden şekillenmiş.

40 yılın en düşük katılımıydı

Bugün tüm bu sürecin sonunda gelinen noktada ve hiç bitmeyen tartışmaların gölgesinde her şeye karşın bir başarı var. Aynı zamanda bir fırsat ve hatta bir görev… Kendine karşı da ülkeye karşı da.

CHP’nin önündeki yolu belirleyecek iki önemli nokta var. Birincisi bu seçimdeki başarıyı nasıl anlamlandıracağı, ikincisi partinin geçmişini başarılarıyla da başarısızlıklarıyla da hatırlayarak, dünyayı ve zamanın ruhunu yeniden anlamlandırarak, yalnızca kadrolarında değil kendi iç yapısında, zihniyetinde, tüzüğünde, programında nasıl bir değişim geçireceği.

Yerel seçimlerdeki başarının analizi oldukça önemli. Seçimlerin ülke ve il bazlı sayısal sonuçları üzerinden bakıldığında seçimlere katılım oranının ve YRP oy oranının iktidar partilerinin oy kayıplarının kaynağı olduğu açık. CHP’nin Millet İttifakı partilerinin oylarını konsolide ettiği de açık. Elbette sandık ve ilçe sonuçları üzerinde daha sağlıklı ve güvenilir analizler ile çok daha net tespitler yapabileceğiz ama şimdilik ülke genel oy dağılımıyla değerlendirmeler yapabiliyoruz. Dramatik sonuçlar üreten bir başka faktör CHP belediye başkan adaylarının partinin meclis oylarından fazla aldıkları 1.6 milyon oy. Kazanılan her bir ilçede ve ilde kiminde 100 oy kiminde 10000 oy belediye başkanlığı getirdi ve spekülatif kazanımlar gerçekleşti. Öte yandan hala muhafazakâr dünyanın seçmenlerinden ya da öncenin Ak Partili oylarından ya da CHP’ye karşı negatif kimliklenme ve duygusal mesafelenme içinde olan seçmen kümelerinden oy alınabildi mi sorusunun cevabı net değil. 

Farklı belediye başkanı adaylarının partinin programına ve ideolojisine aykırı duruşları, söylemleri, kazanabilmek için geçici bir taktik hamle olarak kabul edilebilir belki. Fakat bu tarzın temel strateji olarak kabul edilmesinin neler getirip neler götüreceğini de CHP’nin iyi düşünmesi gerek.

Parti yönetiminin ve kazanan belediye başkanlarının serinkanlı dil ve söylemleri dikkat çekici. CHP kamuoyunda 1989 yerel seçimleri ve ardından yaşananların travması oldukça güçlü biçimde gözleniyor. Çok haksız da sayılmazlar. 1989 yerel seçimlerinde de katılım bu seçimlerdekiyle beraber son 40 yılın en düşük katılımıydı, SHP çok spekülatif bir başarı elde etmişti ama sürdürülemedi ve SHP ulusalda iktidar fırsatını kaçırdı. Bugün bu travmanın izlerinin de etkisiyle oldukça temkinli bir yaklaşım gözleniyor.

Aynı zamanda iktidarla ve Erdoğan’la temasa açık demeçler verilirken erken seçim çığlıkları duyulmuyor. Bu serinkanlı dilin karşılığının ne olacağını, siyasetteki manevi şiddet yüklü söylemlerin terk edilmesini ve gerilimin düşmesini sağlayacak mı göreceğiz. 

Özgür Özel bu başarıyla genel başkanlığını pekiştirdi. Mansur Yavaş Ankara’da tarihi bir oy farkı üretti. Ekrem İmamoğlu ise 29 Mayıs sabahından itibaren partisini değişime, kurultaya, yeni genel başkan seçimine, yerel seçimlerdeki etkileyici kampanyasına ve kayda değer oy farkıyla kazanmasıyla partisinin de muhalefetin de lider adayı. CHP’nin önündeki olası risklerden birisi parti kamuoyunun, danışmanların, abilerin zorlamalarıyla erken bir cumhurbaşkanı adaylığı tartışması tuzağına düşmek olacaktır.

Yeni bir hikayeye ihtiyaç var

Daha da önemli olan CHP’nin başarı hikayelerine ihtiyacı olduğudur. Kitle partisi olabilmenin gerek koşullarından birisi CHP’nin kendisine karşı olumsuz duyguları, duygusal mesafesi olan kesimlerle ve genelinde toplumla yeni bir güven inşa etmesidir. Kazanan belediye başkanlarının başarıları da güven inşasının en önemli unsuru olacaktır.

Yapılması gereken kurultaydaki değişimi şimdi gerçekten yaygınlaştırmak, derinleştirmek ve örgütsel yenilenmedir. CHP tüzüğünü değiştirerek kapılarını, pencerelerini yeni insanlara açmalıdır. Bunun biricik yolu da yeni insanlara gerçekten parti içi demokrasiyi tüzüğüyle garanti etmektir.

Başlangıçta CHP tarihi üzerine uzun girizgahımın amacı da budur, nelerin yapılamadığının görülmesi. Liderlerin söylemleriyle, aday ithalleriyle değişim olmuyor. Değişim yeni bir vizyonla, zihniyetle, yöntemle ve kurumsal, örgütsel gayretle oluyor. Kendi tarihinin bir kısmını hatırlayıp, o kısmın değerlerini, ideolojisini sahiplenip bir kısmını yok sayarak değil geçmişini, bugünü ve yarını bir arada düşünerek, yüzleşerek, öğrenerek oluyor.

Toplumsal kutuplaşmanın, kimlik gerilimlerinin yükseldiği, ortak yaşama iradesinin, “biz” duygusunun azaldığı bir dönemde CHP bir fırsat yakaladı. Ülkeden ve gelecekten umudu azalmış, endişeli insanların çoğunlukta olduğu bir zaman aralığında başka bir siyasi tablonun mümkün olabildiği görüldü.

Öte yandan dünya da bölge de siyasi, ekonomik, kültürel krizler yumağı içinde. Dünya ve ülke karmaşıklık ve belirsizlik esaslı bir geleceğe yeni bir ütopya olmadan gidiyor. CHP dünyanın yaşamakta olduğu karmaşayı, ekonomik modellerdeki çöküşü, kalıcılaşmış ve derinleşmiş yoksulluğu, teknolojik değişimin ürettiği riskleri ve fırsatları yeniden değerlendirmeli, anlamlandırmalıdır. Kriz ve tıkanma yalnızca ülke siyasetinde değil her ülkenin siyasetinde yaşanmaktadır.

Böyle bir dünyanın Türkiyesinde ve bu zaman aralığında yeni bir hikayeye ihtiyaç var. Korkuları değil umutları yeşertebilmek için yeni bir söze ihtiyaç var. CHP’nin yalnızca kendi başarısı için değil ülkenin selameti için, içine düştüğümüz çıkmazdan çıkabilmek için yenilenmesine ihtiyaç var. Bu da CHP’nin sorumluluğu ve ödevi aslında.

CHP’nin şansı da burada aslında. Hasan Bülent Kahraman’ın tanımıyla, “CHP bugüne değin hiç vazgeçmeden kültürel değerler üstünden siyaset yaparak reel politikayı görmezden (bir o kadar da bilmezden) gelmiştir. Şimdi ilk kez eline soyut, çağın dışında kalmış kültürel söylem unsurlarını bir yana itip ekonomi ve sosyoloji temelinde siyaset yapabileceği bir eşikte durmaktadır. Bundan sonraki başarısı bu doğrultudaki dönüşümünün gücüne bağlıdır.” 

 


Bekir Ağırdır'ın bu yazısı, Oksijen gazetesinden alındı.

Yazarın Diğer Yazıları

Açılıma tepkisizliğin nedeni ne? İlgisizlik mi, toplumsal barış beklentisi mi?

Gündelik hayat yalnızca bireysel varlığımızı ve hayatımızı sürdürebilme gayretine dönüşmüş. Ortak hayatın meseleleri öncelikli ilgi alanımızda değil. Ancak toplumsal psikolojinin depresyon seviyesine kadar gerilemiş olması, Kürt meselesi gibi kadim meselelerde çözüme yakın olduğumuza işaret ediyor

Hepimizin meselesi: Kürt meselesinde yeni bir aşama mümkün mü?

Kürt meselesi temelde devletin yeniden yapılandırılması, demokratikleşmesi, yargının baştan aşağı yenilenmesi, çok kültürlü ve kimlikli toplumsal yaşamın kuralları ve yapılarının tanımlanması gibi pek çok başlıkla birlikte tartışılmalı. Bu konular Kürtüyle, Türküyle ve her türlü kültürel, toplumsal, siyasal ve bireysel kimlik farklılıklarıyla hepimizi ilgilendiriyor. Çünkü eski kurallar yalnız Kürtleri değil, çoğunluğa dâhil olmayan her türlü kimliği yok saymaya dayalı

Neden toplumsal çöküntü içindeyiz?

Hukukun ve adalet sisteminin çalışmadığı, suçun önlenmesi ve cezalandırılması mekanizmalarının olmadığı yerde meseleyi yalnızca toplumsal ahlaka ve bireysel psikolojik zaaflara bağlamak doğru değil. Yaşadıklarımıza bakınca, toplumsal bir çöküntü içinde olduğumuz açık

"
"