Kürt meselesi temelde devletin demokratikleştirilmesi ve yeniden yapılandırılması, yönetim düzenimizin demokratik ve katılımcı bir biçimde yeniden düzenlenmesi, çok kültürlü ve kimlikli toplumsal yaşamın kurallarının ve yapılarının tanımlanması, ekonomik refah ve gelir dağılımında adaletin sağlanması gibi pek çok başlıkla birlikte tartışılmalı. Bu konular Kürdü’yle, Türkü’yle ve her türlü kültürel, toplumsal, siyasal ve bireysel kimlik farklılıklarıyla hepimizi ilgilendiriyor.
Sorun çok boyutlu, unsurlu ve aktörlü. Demokrasi, yönetim, kültürel kimlik, bölgesel geri kalmışlık, dış politika ve terör boyutlarının tümünü kapsıyor. Asıl konumuz ise toplumsal barışı tesis etmek, devletle toplumun yeni bir mutabakatını üretirken bunun gerektirdiği kurumları ve kuralları inşa etmek.
Bu nedenle mesele hepimizin. Dolayısıyla çözüm de hepimizin istekleri, umutları, ortak yaşama arzusu ve iradesiyle şekillenecek. Ortak hayata giden yolun üzerinde engeller, engel olmak isteyen iç ve dış aktörler de var elbette. Her bir aktörün zihnimizde ve toplumda bir karşılığı, tabanı, destekçisi var. Ama asıl engel zihinlerimizde. Asıl engel gerçek meselemizi çözecek aklımızı teröre rehin vermiş olmamızda. Öte yandan bu zihni esareti besleyen, meşrulaştıran bir terör örgütü ve terör meselesi de uzun yıllardır vakıa olarak karşımızda.
Sorunu yalnızca terör üzerinden konuşmak çözümün önündeki en büyük zihni engel ve siyasi kısıt olarak duruyor. Aynı zamanda terör ve teröre destek tanımı da devlet ve iktidar tarafından muhalefetin ve Kürt siyasetini sınırlamanın aracı olarak kullanılıyor.
Mesele katman değiştirerek bölgeselleşiyor
Öte yandan bugün herkes kabul ediyor ki artık mesele bölgesel ve küresel dinamiklerle de doğrudan ilişkili hale dönüşmüş durumda. Yani küresel ekonomik, siyasal egemenliği bölüşüm kavgası, Batı ile Müslüman coğrafya arasındaki gerilim giderek daha yaygın bir savaşa doğru evrilme eğilimi gösteriyor.
Orta Doğu küresel bölüşüm savaşının kostümlü provasına sahne oluyor.
Bu gelişmeler doğal olarak Kürt meselesinin dinamiklerini de aktörlerini de doğrudan etkiliyor. Küresel ve bölgesel gelişmelerin Türkiye için ürettiği güvenlik riskleri nedeniyle devletin ve iktidarın yeni bir güvenlik değerlendirmesi yapması doğal, hatta görevi ve sorumluluğu da.
Orta Doğu’da bir anafor yaşanıyor. Suriye’de otoriter rejim çöktü ama yerine kurulanın ne olacağını, sürecin nasıl çalışacağını henüz bilmiyoruz. Suriye’de olan bitene dair sağlıklı bilgi ve değerlendirme yapabilmek mümkün görünmüyor henüz. Yine de Suriye’nin yeni gerilimlere gebe olduğunu öngörebiliriz. ABD ve İsrail’in İran’a yönelik askeri ve politik hamlelerinin nereye kadar olacağını ve İran’ın olası tepkilerinin olası sonuçlarını da bilmiyoruz. Trump sonrası Arabistan, Mısır gibi Arap ülkelerinin pozisyonları, ilişkileri nereye kadar ve nasıl değişecek sorularına da cevaplarımızdan emin değiliz.
Trump ABD’sinin lümpenliğinin nerelere, hangi konulara uzanacağını, Orta Doğu, Akdeniz ve Türkiye için olası riskleri bugünden öngörebilmek de mümkün değil.
Farklı senaryolar aynı anda devrede olabilir
Tam da bu zaman aralığında ekimden beridir MHP’nin başlattığı yeni bir süreç yaşanıyor. Başta Devlet Bahçeli ve iktidar sözcüleri, temsilcileri ısrarla bu sürecin bir açılım, müzakere meselesi olmadığının altını ısrarla çiziyorlar. Beklenen PKK’nın silah bırakması, hatta kendini lağvetmesi.
İktidarın ve devletin bu hamlesinin rastgele olmadığı, çalışılmış olduğu açık. Hamlenin zamanlaması ve çizilen çerçevenin kendi içinde bir gerekçesi ve yol haritası olduğu da seziliyor. Anlaşılıyor ki yeni bir dünya ve bölge okuması içinden güvenlik değerlendirmesi yapılmış. Bu türden hepimizi ilgilendiren konuların hiçbirisinde kamuoyuna sağlıklı bilgi vermek, gerekçeleri, hedefleri açıklamak gibi bir iktidar anlayışı olmadığı için de olanlardan çıkarımlar yapmaya, anlamaya, yorumlamaya çalışıyoruz.
Genellikle analizler yaparken aktörleri kategorik olarak ayırıyoruz. Herhangi bir meseledeki partinin, aktörün tutum ve pozisyonunun monolitik ve bütüncül olduğunu varsayıyoruz. Halbuki her bir aktörün içinde de farklı düşünenler, gruplar, pozisyonlar var. Örneğin Kürt meselesinde ya da bugünkü süreçte de her bir aktörün tek ve bütüncül bir pozisyonu olduğunu varsayıyoruz. Halbuki MHP veya AK Parti’nin ya da bütün olarak iktidar blokunun, devletin bürokratik güçlerinin ve hatta Kürt siyasetinin kendi içlerinde de meseleye farklı bakanların, farklı değerlendirenlerin olduğunu anlamak zor değil. Bu nedenle birbiri ile çelişik gibi görünen bazı olayların farklı aktörlerin, farklı senaryoları olduğu ve sürece farklı yollardan müdahale çabalarının olduğu da görülüyor.
Kaldı ki ülke yalnızca Orta Doğu veya Kürt meselesi nedeniyle değil ekonomik tufan, yoksulluk, adaletsizlik, merkezileşme, toplumsal umutsuzluk ve çaresizlik, yargının siyasallaşması gibi birçok katmanda ve alanda kriz yaşıyor. Bu nedenle farklı aktörler, farklı gerekçe ve hedeflerle de olsa aynı anda hareketlenmiş olabilirler. Aynı anda bir yandan açılım imaları diğer yandan kayyum uygulamaları, bir diğer yandan gazeteci ve siyasetçi davaları, tutuklamalarının kaynağı farklı aktörlerin farklı hamleleri olabilir. Yani yaşananların tümünün tek bir senaryo içinden ve yalnızca iktidarın kontrolü üzerinden okumak yeterli olmayabilir de.
İktidarın stratejisi belli peki muhalefetinki ne?
İktidarın motivasyonunun arkasında birden fazla gerekçe var. Birincisi, iktidarın siyasi hesaplarında iktidarını sürdürmek, Erdoğan’ın adaylık meselesini çözmek, seçimi kazanacağını hesapladığı zamanda ve koşullarda yapmak hesabının olduğu sır değil. İkincisi, iktidar bloku ve devlet hemen her meseleyi devletin bekası ve güvenliği çerçevesine sıkıştırıyor uzun zamandır. Üçüncüsü, iktidar blokunun siyasi alanı olabildiğinde kontrol ve baskı altında tutarak daraltmaya çalıştığını, her türlü eleştiriyi ve muhalefeti terör ve teröre destek çerçevesine alarak kısıtlamaya çalıştığını da biliyoruz.
Yine de tüm yaşananlar yalnızca Orta Doğu, Suriye ve dış politika konusu değil. İçeride de başta Kürt meselesi dahil hemen her siyasi konuda yeni bir evreye geçtiğimizi gösteriyor. İktidar blokunun genel siyasi stratejisinde değişiklikler yapmış olduğu ya da vites artırdığı anlaşılıyor. Muhalefet aktörlerinin İmamoğlu soruşturmalarından Ümit Özdağ tutuklamasına, medyadaki sahiplik değişikliklerinden yeni bürokratik atamalara dek tüm konularda nedenlerine ve olası sonuçlarına dair bütüncül ve yeni bir okuma yapması, siyasi çıkış yolları üretmesi gerekiyor.
Öncelikle bu zaman aralığındaki tüm dinamikleri, pozisyonları dikkate alınca meseleyi artık terör boyutundan kurtarmak, terör rehininden de çıkarmak gerektiği çok açık. Bir bakıma DEM dahil tüm siyasi aktörlerin terör konusunda net bir tutum ve davranış geliştirmeleri gerekiyor ki Kürt meselesi toplumun tüm kesimleri gözünde de güvenlik ve terör çerçevesinden çıkarılabilsin.
İktidarın çizdiği çerçeve Kürt meselesinin aynı zamanda ülkenin demokratikleşmesi sürecinden bağını koparmaya dönük. O nedenle yeni bir açılım sürecinin gündemde olmadığının altı ısrarla çiziliyor. Halbuki meselenin yalnızca terör, silah bırakma, çatışma çözümü gibi konuların içine sıkıştırılarak tartışılmasını aşmak gerekiyor. Hatta yalnızca Kürtlerin mağduriyetleri ve hakları içine sıkışarak değil, genel bir demokrasi mücadelesi kurgusu lazım.
![](https://i.gazeteoksijen.com/storage/files/images/2025/02/06/bekirvin-8tzb.jpg)
Demokrasi talebinde kararlılık şart
Ülkenin ve bölgenin dinamikleri, riskleri üzerinden bakılınca yeni bir siyasi alanın, ilişkinin, müzakere alanının açılması devlet ve Kürt siyaseti de dahil her bir aktör için mecburiyet gibi görünüyor. Bir yandan da sürecin içindeki yerel ve küresel aktörlerin bütüncül biçimde ya da içlerindeki farklı alt aktörlerin irrasyonel tercihlerinin her an karşımıza çıkabileceğini de dikkate almak, kararlı bir yeni siyaset örmek gerek.
Selahattin Demirtaş’ın yayınladığı değerlendirmesi önemliydi: “Uzun yıllardır kederimizi bitirecek, onu sevince dönüştürecek barışı arayıp duruyoruz. Hiç kimse barışı savaşı başlattığı kadar kolay başlatamıyor. Çünkü savaş bir kez başladıktan kısa bir süre sonra o kadar çok etken ve çıkar grubu dahil oluyor ki savaşa, savaş artık sizin savaşınız olmaktan çıkabiliyor. İşte bu nedenle, sizin olmayan savaşın size ait olmayan barışını kurmakta da zorlanıyorsunuz… Biz barışı istiyor, talep ediyor, arzuluyoruz. Ancak bunun yeterli olmadığını bildiğimiz için nefesimizin yettiği her yerde barışın inşası için çalışmaya devam ediyoruz. Öncelikle, enine boyuna tartışıp toplumsal barış için bir yol haritası çıkarmak durumundayız. Sonuçta şunu çok iyi biliyoruz ki, silahlar devredışı kalınca demokrasiye kendiliğinden geçiş diye bir şey olmayacak.”
Şimdi yapılması gereken subjektif kanaatler ve önyargılardan öte, neye karşı olunduğundan daha çok neden yana olunduğuna yaslanan yeni bir demokrasi ve barış siyaseti geliştirmek. Bu da CHP ve DEM başta muhalif aktörlerden beklenen.
Bekir Ağırdır'ın bu yazısı, Oksijen gazetesinden alındı.