16 Haziran 2021

Türkiye-ABD ilişkileri; bundan sonra ne olacak?

İki taraf hâlâ birbirinden haz etmiyor; ama anlaşmazlıkların ortak çıkar noktalarında işbirliğini geliştirmeyi engellememesi gerektiğinin de farkında. Bundan sonra ne olacak? Arka kapı kanallarının kullanılmasının yerini kurumsal diplomasi alacak

Kadir Has Üniversitesi tarafından her yıl yapılan dış politika konusundaki kamuoyu yoklamasının 2021 verileri dün açıklandı.

Kamuoyu yoklamasına katılanlara göre Türkiye'ye en büyük tehdit ABD, ancak yine aynı katılımcılara göre Türkiye'nin işbirliği yapması gereken ülkeler arasında liste başı da ABD.

Prof. Mustafa Aydın, Türk kamuoyunun ABD'ye bakışını şöyle özetledi:

"Türk kamuoyu ABD'yi güvenilmeyen bir ülke olarak görüyor. Ama ABD ile ilişkilerin geliştirilmesi ihtiyacı ve zorunluluğunu da anlıyor."

Yüzde 62'si S-400'ü hiç duymadığını ifade eden katılımcıların Aydın'ın "son derece rasyonel" dediği bu noktaya nasıl geldiği bir muamma.

Ancak Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'la ABD Başkanı Joe Biden'ın görüşmesinden çıkan sonuç bence tam da bu ikilemi yansıtıyor.

AK Parti'nin gözünde, 2016 darbe girişimini destekleyen (en azından darbe başarılı olsa üzülmeyecek) Demokrat Parti ekibi Washington'da iktidarda. Türkiye'nin yaşamsal tehdit olarak algıladığı PKK'nın Suriye uzantısı YPG'ye askeri destek verme politikası da bu ekibin başının altından çıktı.

Güvenilmeyen ABD ile çalışma ihtiyacı

Biden'dan göreve geldiği günden bu yana Ankara'nın bu bakışını değiştirecek bir işaret alınmadı. Hatta tersine sinyaller geldi.

Sonuçta iktidarın gözünde ABD hâlâ güvenilmez müttefik olsa da, gelin görün ki şartlar, Washington'la ilişkileri yumuşatmayı dayatıyor.

Washington'un gözünde de, Türkiye'de İslamcı ideolojisi nedeniyle demokrasi gibi batılı değerlerden uzaklaşan, sırf iktidar koltuğunu korumak için Rusya ve Çin'le, Batı ittifakının çıkarlarını zorlasa da işbirliği yapabilecek, öngörülmesi zor bir liderlik var.

Henüz Washington'un bu kanaati değişmemiş de olsa, Ankara'dan gelen yumuşama sinyallerini ve Türkiye'nin içinde bulunduğu ekonomik ve jeo-stratejik sıkışmışlığı okuyan Biden yönetimi, Erdoğan'la masaya oturma kararı aldı. Çünkü sonuç olarak, eğer Çin'le mücadeleye daha fazla vakit, enerji ve kaynak ayırmak istiyorsa, başta Orta Doğu olmak üzere Avrasya coğrafyasında başının daha az ağrıması gerekiyor.

ABD de misal biliyor ki, bugün "Yabancı askerler çıktıktan sonra Kabil havaalanında sorumluluk alırım" diyebilecek tek bir NATO ülkesi var, o da Müslüman nüfusu ile Afganistan'da çok farklı bir konuma sahip olan Türkiye. O nedenle Biden Brüksel'de pek çok liderle ayaküstü görüşürken, kendi kriterince oldukça uzun tek görüşmeyi Erdoğan'la yaptı.

Yani şartlar ABD'ye de Türkiye'yle sürekli itişeceği değil çalışabileceği bir zemin yakalamasını dikte ettirmekte. Ancak hiç kuşku yok ki, burada eli daha zayıf olan Erdoğan iktidarı. Erdoğan'ın Amerikan başkanının Ermenilerin soykırım iddialarını kabul eden 24 Nisan açıklamasına, bir satır da olsa değinmemiş olması bunun en çarpıcı örneği.

Kurumsal diplomasi geri döndü

Özet olarak iki taraf hâlâ birbirinden haz etmiyor; ama anlaşmazlıkların ortak çıkar noktalarında işbirliğini geliştirmeyi engellememesi gerektiğinin de farkında.

Bundan sonra ne olacak? Arka kapı kanallarının kullanılmasının yerini kurumsal diplomasi alacak. Erdoğan "iki ülke arasındaki mevcut ikili işbirliği ve bölgesel istişare mekanizmalarının yeniden canlandırılacağını" söyledi. Yani başta Afganistan olmak üzere, Suriye, Libya, Irak, İran ve Kafkaslarda ve hatta Balkanlar ve Afrika da dahil, çok geniş bir coğrafyada yakın dirsek teması beklenir.

Peki S-400, YPG'ye destek gibi konulara ne olacak? Askıya mı alınacak, dondurulacak mı ya da parantez içine mi alınacak? Bu tanımların hiçbirini kullanmazdım. Bölgesel işbirliği konularına paralel olarak, bu çıban başları da ikili işbirliği mekanizmaları çerçevesinde ele alınacak. Türkiye kısa vadede YPG'ye verilen desteğin en azından azaltılması için bastıracak.

S-400'de ise iki tarafı tatmin edecek bir formül bulunması kısa vadede mümkün görünmüyor. Ancak öngörebileceğimiz bir şey varsa, o da her iki tarafın "pozitif" olarak tanımladığı bu ortamda iktidarın S-400'leri aktive etmeye kalkışmayacağı; Rusya'dan ikinci parti alım görüşmelerini ağırdan alacağı.

Türkiye S-400'lerde ağırdan alacak

Erdoğan'ın geçmişte Amerikalı muhataplarına "S-400'lerin NATO silah sistemlerine risk oluşturduğunu ispat edin gereğini yaparım" dediği söyleniyor. Ancak Amerikalılar "S-400'lere karşı F-35'lerin yumuşak karnını faş etmek istemiyoruz" diyerek teknik komite kurulmasına yanaşmıyor. Türk tarafı ise bunu inandırıcı bulmuyor.

Sonuçta Erdoğan benzer bir cümleyi Biden'a da söyledi mi bilmiyorum.

Kanımca burada ıskalanan konu şu: Mesele S-400'ler üzerinden iki tarafın da kabul edebileceği bir formül bulmak değil; bu formül doğrultusunda Türkiye geri adım atacağına göre karşılığında ne alacağı.

En azından iktidar denkleme böyle yaklaşıyor. S-400'lerin aktive edilmemesinden, İncirlik'e konuşlanması yada başka bir ülkeye gönderilmesine; önemli olan bunlardan herhangi biri karşılığında Washington, misal F-35'lerle ilgili Türkiye'nin mağduriyetini giderecek mi? Patriotları daha uygun koşullarda satmayı garanti edecek mi? Veya başka herhangi bir alanda Ankara'ya bir jest yapacak mı?

Washington şimdilik S-400'lerde bu türden bir al-vere girmek istemiyor gibi duruyor.

Erdoğan önümüzdeki dönemde bölgesel işbirliği alanlarından olumlu somut sonuçlar alındıkça bu konuda Washington'u yumuşatabileceği hesabı yapıyor olabilir.

Her hal ve karda sorunlar çözülmemiş olabilir, ancak an itibariyle tepede buzlar kırıldığı için, alt kademede soğuk havanın yerini yumuşamaya bırakacağı bir döneme giriliyor. Bakalım Rusya ve Çin'den gelecek hamleler bu süreci nasıl etkileyecek.

Yazarın Diğer Yazıları

Türkiye kazançlı mı; İsrail ne yapıyor, gidişat ne yönde?

Mevcut durumun en büyük kazananı (şimdilik) İsrail. Suriye’deki tüm askerî altyapı tesislerini bombaladı. Ülkedeki tapu dairelerini, her tür evrak bulunduran devlet kurumlarının binalarını bombaladığına dair duyumlar da ayrıca dikkat çekici. Bir kaynağım bu durumu, İsrail’in Suriye’yi “sıfırlaması” olarak yorumladı

Esad gitti diye üzülen yok, başarı öyküsü içinse erken

Kimse Esad düştü diye ağlayacak değil. Ancak mevcut durumdan bir başarı hikâyesi üretmek için de erken. Suriye’nin normalleşmesi için bir fırsat penceresi açıldı. Ancak süreç büyük risklerle dolu

Trump’ın dış politikası: Öyle de yapabiliiir, böyle de yapabiliiiir…

Suriye’de olan gelişmeler de hem Ukrayna savaşı hem Gazze savaşı hem de Trump’ın ikinci dönemiyle doğrudan bağlantılı. İhtimal aktörler, Trump başkanlık koltuğuna oturmadan pozisyon alıyorlar

"
"