14 Kasım 2022

Putin’in Erdoğan’a seçim jestlerinin faturasını faiziyle vatandaş ödeyecek

Savaş, Putin’i Erdoğan’a, seçimler de Erdoğan’ı Putin’e mahkûm etti. Moskova’nın Türkiye’ye yaptığı nakit akışı karşılığında Ankara’ya gönderdiği talepler listesi soğuk duş etkisi yarattı. Zaman zaman karşılıklı restleşmeler de yaşanıyor. Ancak kim kime daha çok muhtaç; kimin eli diğerine oranla daha güçlü; bu anlamda son muhasebeyi yapan kapalı kapılar ardında teke tek görüşen iki lider; Erdoğan ve Putin. Kısa vadeli seçim hesapları için Putin’den sağlandığı sanılan “taviz-jestler” karşılığında vatandaş olarak uzun vadede önümüze ne türden bir fatura çıkacak tam olarak bilmiyoruz. 

Rusya lideri Vladimir Putin’in Türkiye’deki seçimlere Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın lehine müdahale etme niyeti konusunda artık şüpheye yer kalmadı. 

Ukrayna’ya saldırıp, sahada tahmin etmediği yenilgilerle karşılaşmasa, Putin böyle davranır mıydı bilinemez. 

Ancak savaş, Putin’i Erdoğan’a; ekonomik kriz gölgesinde yaklaşmakta olan seçimler de Erdoğan’ı Putin’e mahkûm etmiş durumda. 

Olası siyasi-ekonomik riskleri nedeniyle savaş ilk aşamada AK Parti cenahının canını sıkmış olabilir. Cumhurbaşkanı ateşkes için samimi çaba sarf ediyor da olabilir. 

Ancak ihtimal kimi AK Partililer bu savaşın aynen 2016 darbe teşebbüsünde kullandıkları ifade ile “Allah’ın bir lütfu” olarak çıktığını içlerinden itiraf ediyorlardır.

Sorun şu ki; Erdoğan ve AK Parti iktidarının kısa vadeli seçim hesapları doğrultusunda Putin’den sağlandıklarını sandıkları “taviz-jestler” karşılığında vatandaş olarak uzun vadede önümüze ne türden kallavi bir fatura çıkacak tam olarak bilmiyoruz. 

Elbet şunu tahmin edebiliriz. Erdoğan’la Putin birbirlerinin sırtlarını sıvazlarken, birbirlerinden karşılıklı azami ödünü koparmak için de muazzam bir bilek güreşi yapıyorlar. Ama işte, kapalı kapılar ardında yaşanan mücadele, vatandaş olarak kısa vadede geçici olarak yaşanacak rahatlamalara karşın aslında uzun vadede elimizi kolumuzu kaptıracağımız sonuçlara mı sahne oluyor? Muhtemelen evet.

Kritik Soçi zirvesi

Bu noktada, biraz filmi geri sarıp yaz aylarına gidelim.

Putin ve Erdoğan son dört ayda yüz yüze dört görüşme gerçekleştirdi. Her birinden, Erdoğan’ın konumunu özellikle içerde rahatlatacak türden sonuçlar çıktı.

Örneğin Temmuz ayında Tahran’da yaptıkları görüşmeyi takiben, İstanbul’da tahıl anlaşması imzalandı. Ağustos ayında Soçi’deki buluşma sırasında Mersin Akkuyu Nükleer Santrali’ni yapacak olan Rosatom’un Türkiye’ye milyarlarca dolarlık ön ödeme yaptığı- yapacağına dair haberler çıktı. 

Eylüldeki görüşmelerinde Türkiye’nin doğalgaz ödemelerinin bir bölümünü Ruble ile yapması konusunda anlaşmaya varıldığı açıklandı; en son 13 Ekim’de Astana’da yapılan yüz yüze görüşmede de Putin Türkiye’de bir gaz hubı kurma teklifini masaya getirdi; akabinde Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın Türkiye’nin doğalgaz ödemelerinin 2024’e ertelenmesi için görüşmeler yapıldığını açıkladı.

Soçi görüşmesi öncesi Rusya’dan maksimalist talepler

Tüm Putin - Erdoğan zirveleri arasında en kritiğinin Soçi zirvesi olduğunu anlıyorum.

Türkiye’ye nükleer santral yapımı gerekçe gösterilerek aktarılacak nakit karşılığı, Rusya’dan Soçi zirvesi öncesinde bir talepler listesi gelmiş. Dışişleri Bakanlığı’ndan Enerji Bakanlığı’na Ticaret Bakanlığı’ndan Tarım Bakanlığı’na Ankara’daki tüm bürokrasinin tüylerini diken diken eden maksimalist taleplerin olduğu bir liste. Taleplerin bir kısmının ne olduğunu 5 Ağustos tarihli Washington Post gazetesinden öğrendik. 

Tam da Erdoğan - Putin görüşmesinin yapıldığı gün yayınlanan makalede, Rusya’nın talepleri arasında Moskova’nın Türkiye’deki “petrol rafineleri, terminallerinin bir kısım hisselerini satın alma, Rus sanayicilerin Türkiye’deki serbest ticaret bölgelerinde faaliyet gösterme” gibi tam da yaptırımları delmeye yönelik, ama daha da beteri, neredeyse bir nevi kapitülasyon anlamına gelecek teklifler olduğu anlaşılıyor. Gazete, haberini Ukrayna istihbaratının ele geçirdiği Rusya-Türkiye yazışmalarına dayandırmış ki; makaledeki bilgiler gerçeğe oldukça yakın olduğu duruyor.

Karşılaştığım yetkililerden de zaten, Rusya’nın Türkiye’ye yoğun baskı uyguladığı, Türkiye’nin de bu baskıları püskürtmeye çalıştığını duyuyordum. 

Ankara - Moskova restleşmesi

Öte yandan Rusya’nın jest anlamında attığı adımlar karşılığında, taleplerine ilişkin kullandığı nobran söylem de rahatsızlık yaratmış. Alt düzeyde zaman zaman restleşmelerin de yaşandığı anlaşılıyor. Örneğin Türk Ticaret Bakanı’nın Moskova’ya gelme talebine Ankara olumlu bakmayınca, “o zaman Soçi zirvesi de gerçekleşmez” diye rest çektikleri, bu reste karşılık da Ankara’nın “ Soçi olmazsa olmaz” karşılığını verince, Rusların geri adım attığına dair bazı ilginç detaylar da var. 

Ama sonuçta Soçi’den tam ne çıktı halen bilinmiyor. Bilinen Rusya’dan Rosatom eliyle 7/ 7,5 milyar dolar olduğu tahmin edilen bir nakit akışının gerçekleşmiş olduğu; ki o da resmi bir bilgi değil. Ama bildiğimiz başka bir şey, Soçi’den hemen sonra başta Amerika olmak üzere Batılı ülkelerin heyet üzerine heyet gönderip özellikle Türk iş dünyasına “aman ha yaptırımlara dikkat” dedikleri.  

Peki bu jestler karşılığında misal enerjide rahatlama durumu var mı? Petrol anlamında Türkiye’nin Rusya’dan alımları ciddi oranda arttırdığını anlıyoruz; ama özellikle doğal gazda Rusya’nın indirim yaptığına ya da yapacağına dair bir veri yok. Tersine 2021’de süresi dolan doğal gaz alım anlaşmalarıyla ilgili müzakerelerin, Rusya’nın bazı konularda ısrarı nedeniyle bugüne kadar bir türlü yenilenemediği belirtiliyor. 

Bununla birlikte doğal gaz müzakerelerinde son dönemlerde Ankara’yı tatmin edecek türden bazı ilerlemeler sağlandığı kulağıma çalındı. 

Olası Biden-Erdoğan görüşmesi öncesinde Ruslar yine çiçek mi atıyor?

Rus Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü’nün G20 zirvesi sırasında Türkiye’yle bazı girişimlerin duyurulmasının planlandığını söylemesini, bu ilerlemelerle bağlantılandırmak mümkün. 

Rus Sözcü, Türkiye ile doğalgaz işbirliğinin geliştirilmesi, tahıl ve gübre tedarikinin organize edilmesiyle ilgili bir dizi özel girişimin duyurulacağını açıkladı. Bu duyuruların Putin’in olmayacağı G20 zirvesinde yapılacak olması da ilginç tabii. İhtimal, olası bir Erdoğan - Joe Biden zirvesi öncesinde Ruslar “çiçek atıp” ön almaya çalışıyorlar.

Açıkçası, son dönemlerde Batı basınında ağız birliği etmişçesine birbiri ardına çıkan “Türkiye’nin eli daha güçlü”  temalı makalelerin Erdoğan’a “Ruslara fazla taviz vermek zorunda değilsin, güçlü olan sensin, elini iyi oyna,” şeklinde bir mesaj olduğunu düşünüyorum.

Zaten bütün mesele de bu. Kim kime daha muhtaç, kimin eli kime göre daha güçlü? 

Her iki ülkenin bürokrasisi birbiriyle ne kadar didişse de sonuçta son muhasebeyi yapan ve kararı veren, kapalı kapılar ardında teke tek görüşen iki lider; Erdoğan ve Putin. Halklarının çıkarlarını mı; yoksa kendi siyasi istikballerini mi önceliyorlar?

Sonuçta, bir yanda savaş nedeniyle izole olmuş, sahada ilerleme sağlayamayan, Türkiye’yi önemli bir nefes borusu olarak gören Putin var.

Diğer yanda, derinleşen ekonomik kriz karşısında akut nakit akışına ihtiyaç duyan, Batı’nın güvenini kaybettiği için bütün yumurtalarını Putin’in sepetine koymaya zorlanan, bu arada seçmenleri nezdinde dünya lideri mesajını Putin’le yan yana verdiği fotoğraflarla konsolide etme ihtiyacında olan Erdoğan var. 

Ortada ise, biz yani sade vatandaşlar var. Erdoğan’a seçim kazandırma hedefli jestlerin hangi faiz oranıyla geri ödeyeceğimizi bilmeyen bizler varız.

Barçın Yinanç kimdir?

Barçın Yinanç, 1968 yılında doğdu, ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü'nü bitirdi. 1990'da stajyer olarak başladığı Milliyet Ankara Bürosu'nda 10 yılı aşkın bir süre diplomasi muhabirliği yaptı. Ardından televizyon haberciliğine geçerek önce TV8, sonra CNN Türk Ankara Bürosu'nda çalıştı.

Türkiye-ABD, Türkiye-AB ilişkilerinin yanı sıra Kafkaslar'dan Ortadoğu'ya, geniş bir coğrafyada Türk dış politikasıyla ilgili gelişmeleri takip etti. Çok sayıda yabancı hükümet yetkilisiyle söyleşiler yaptı, BM, NATO ve AB gibi uluslararası kuruluşların zirvelerini, perde arkası gelişmeleri yerinden haberleştirdi.

2004 yılında İstanbul'a yerleşti, CNN Türk ve Referans gazetesinin ardından İngilizce yayımlanan Hürriyet Daily News'da (HDN) çalışmaya başladı. Haber koordinatörü, yorum sayfası editörü olarak çeşitli görevler aldı; 2010'dan başlayarak on yıl boyunca gazetenin pazartesi söyleşilerini gerçekleştirdi. Bu süre boyunca dış politika analizlerini yazmaya devam etti.

Pek çok uluslararası düşünce kuruluşunun toplantılarına konuşmacı, kolaylaştırıcı olarak katılıyor, yabancı yayın organlarının yayınları için yorumlar yapıyor. AtlatmaHaber adlı podcast serisini hazırlayan Yinanç Diplomasi Muhabirleri Derneği, Uluslararası Kayak Kayan Gazeteciler Derneği (Ski Club of International Journalist) ve Dış Politikada Kadınlar platformunun üyesi.

Son yayını; Women, Peace and Security Agenda in Turkey and Women in Diplomacy: How to Integrate the WPS Agenda in Turkish Foreign Policy (Türkiye'de Kadın, Barış ve Güvenlik Ajandası-Diplomaside Kadın: Türk Dış Politikası'na Kadın, Barış ve Güvenlik Ajandası nasıl dahil edilir) başlığını taşıyor.

Aralık 2020'de itibaren T24'te yazan Barçın Yinanç, T24 ekranında da, her hafta Metin Kaan Kurtuluş'la birlikte "Dış Politika ile İçli Dışlı" adlı programı yapıyor.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Genç bir muhabirin “vadedilmiş topraklar"la imtihanı

Sene 1994. Dönemin Başbakanı Tansu Çiller İsrail, Filistin ve Mısır’ı kapsayan bir tura çıkacak. Tarihi bir gezi. O dönem yurt dışı ziyaretlerde haberciler arasında rekabet daha uçağa binmeden VIP salonunda başlar, uçakta devam eder, gezi sonlanmadan da bitmezdi

Dışişleri'nde aşka yer yok mu, yoksa kadının adı yok mu?

Dışişleri’nde uygulanan personel politikasını nasıl okumalı? Bakan ve ekibi diplomasiyi erkek işi olarak mı görüyor, yoksa diplomasiyi tamamen bir istihbarat işi olarak görüp, MİT çalışanlarına daha fazla alan mı açmak istiyor?

İsrail tehdidi…

İsrail Filistinlileri yok sayan siyasetini sürdürdüğü sürece, sadece bizim için değil tüm bölge ülkeleri için tehdit olacaktır. Bugün kolunu kanadını kırsa da hiçbir zaman Filistin direnişini kıramayacak. İsrail bu yoldan gittiği sürece halkı hiçbir zaman huzur bulamayacak, tüm bölge ülkeleri olarak biz de diken üzerinde yaşamaya mahkûm kalacağız. Bunu böyle söylemek başka, İsrail’in toprağımızda gözü var demek başka

"
"