Türkiye Rusya’ya uygulanan yaptırımlara uymuyor; hatta Moskova Türkiye üzerinden yaptırımları deliyor diye, Batı’da, “Türkler güvenilmez müttefik” propagandası aldı başını yürüdü.
Karşı görüş için elimizde sıkı malzeme vardı.
“Almanlar Kiev’e savaşın başında miğfer gönderip alay konusu olurken, Türkiye Ukrayna’ya dron gönderiyordu. Montrö Sözleşmesi nedeniyle Boğazları kapatınca Rusya Karadeniz’de filosuz kaldı” diye yapılanları arka arkaya sayınca, sesler kısılsa da karşı argüman şöyle geliyordu:
“Rusya’nın Ukrayna’ya yaptığı yanına kalırsa, yarın herkese tehdit oluşturur. Asker gönderemeyiz ama hiç olmazsa ekonomik olarak Rusya’nın boğazına çökersek, Kremlin’i geriletebiliniz. Türkiye bu stratejide gedik açılmasına neden oluyor.”
Özellikle Washington’dan gelen yaptırım tehtidi nedeniyle (hatırlayın en son Hakan Fidan, Biden yönetiminin giderayak Gazprom’la bağlantılı yaptırımlarına tepki göstermişti) Ankara son dönemlerde Rusya’yla ticaretinde ciddi önlemler almış, Ankara - Moskova arasında soğuk rüzgarlar esmesi de buna bağlanmıştı.
Güvenilmez müttefik Türkiye idi, şimdi güvenilmez müttefik ABD oldu
Trump geldi ve Waşington liderliğinde Batı ittifakının neredeyse son on yıldır izlediği Rusya politikasını tepe taklak etti.
Aslında Trump’ın savaşı bitirmek için Rus lider Vladimir Putin’e barış dalı uzatması bekleniyordu. Ama hiç kimse Trump’ın bunu Putin’in Ukrayna ve hatta Avrupa karşıtı tüm argümanlarını kabul ederek, ve Ukrayna lideri Vlodimir Zelenski’ye şarlayarak yapmasını beklemiyordu.
Trump elinde konuşma notlarıyla açıklama yapan biri değil. Öyle olsaydı sanırsınız, konuşma notlarını Putin yazıp eline tutuşturmuş.
Trump; “Biden Ukrayna’nın NATO’ya girmesini desteklemese bu savaş çıkmazdı” dedi.
Savaşın çıkmasından Zelenski’yi de sorumlu tuttu, “seçimsiz diktatör” dedi. “Kiev NATO’ya giremez, 2014 öncesi sınırlara geri dönüş de gerçekçi olmaz” dedi.
“Konuşan Trump mı, Putin mi” diye soracak kadar, Rus yanlısı açıklamalar yaptı.
ABD Avrupa’nın müttefiki mi hasımı mı?
Şoktan şoka giren Avrupa’da ABD “güvenilmez müttefik” eleştirisi seslendirilir oldu. Bir de ABD Avrupa’ya ticaret savaşı başlatırsa, müttefiklikten, hasımlığa doğru gidişat başlar.
Tüm bunları Ankara’da bir grubun “ee takdiri ilahi” diye sevinerek izlerken, bir başka grubun ise, hiçbir sonuca önceden atlamayıp, “her an her şey olabilir, tetikte kalmakta yarar var” şeklinde sıkıntılı bir refleksle izlediğini tahmin ediyorum.
Trump’ın (yarın ne yapacağı belli olmadığından) şu an için geçerli olan Rusya stratejisi görünürde Türkiye’nin tezlerine ve çıkarlarına uygun gibi dursa da; olası sonuçları nedeniyle Ankara’nın elini zora da sokabilir.
Trump ne yapmaya çalışıyor
Trump’ın Rusya politikasının temelinde, Çin stratejisi yatıyor. Çin’le mücadeleye odaklanmak isteyen Trump, Çin - Rusya ittifakını bozmak istiyor. Bunun olabilmesi için Rusya’nın Çin’e bağımlılığının azalması, bunun için de Ukrayna savaşının durması gerek.
Ukrayna savaşının durması için de Putin’in sırtının sıvazlanması gerek. Rusya Soğuk Savaş sonrası güçten düşüp, küresel güç konumundan neredeyse bölgesel güç konumuna geriledi. Putin’in istediği gibi “saygı gören büyük bir güç” olarak kabul görmesini sağlamak gerekiyor. Eh; bunun için de Ukrayna’dan taviz verilebilir, hatta Çin’le girişilecek küresel rekabette, Rusya bir hasım değil, bir müttefik olarak konumlanabilir.
Trump’ın Putin’le konuştuktan sonra attığı ilk sosyal medya mesajında İkinci Dünya Savaşı’nda ABD ile Rusya’nın nasıl müttefik olduklarını hatırlatması boşuna değil. Rusya İkinci Dünya Savaşı’nın zaferle bitmesini 9 Mayıs’ta ulusal gün olarak kutluyor. Trump’ın bu yıl 80. Yıldönümüne gitmesi bile konuşuluyor.
İşte bu konumlanma, ABD ve Türkiye’nin de üye olduğu NATO’nun son 10 yıldır kurguladığı Rus karşıtı stratejiyle taban tabana zıt düşüyor. Altında Türkiye’nin de imzasının bulunduğu son NATO zirvelerinde Rusya bir numaralı tehdit olarak gösterilmişti. ABD yaptırım diye Ankara’nın başında boza pişirmişti. Şimdilerde Trump Rusya’yla ekonomik ilişkilerin geliştirilmesinden bahsediyor.
İşte bu noktada zurnanın zırt dediği yere geliyoruz. Trump hadi Ukrayna’yı feda etti diyelim. Bu durumda Avrupa ne yapacak? Rusya’yı hasım olarak konumlandırmaya devam mı edecek?
Bu konuda Avrupa’da tek ses yok.
“Rusya için mesele Ukrayna değil; Ukrayna ile durmaz, Baltıklara da saldırır, bize karşı sürekli cephe genişletecek; Balkanları karıştıracak, Bulgaristan’dan Sırbistan’a her yeri karıştırmaya çalışıyor” diyen Rus karşıtı şahinler çok ses çıkarıyorlar.
İngiltere ile Fransa da şimdilik şahin grup arasında. Ancak Rusya’ya karşı ortak bir savunma hattı oluşturmakta zorlanıyorlar. Misal, Trump’ın yemin törenine giden tek Avrupalı lider olan İtalya’nın Başbakanı Georgia Meloni. İtalyan liderin Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un Paris’te alelacele topladığı liderler zirvesine çok da istekli gitmediği yazıldı.
Ukrayna’ya asker göndermekten bahsedilse de, “Rusya’ya niye bu kadar sert gidiyoruz” diyen ve güçlenmekte olan aşırı sağ karşısında Paris’in de diğer başkentlerin de eli güçlü değil.
Askeri, silahı bırakın, ABD’nin yaptırım uygulamayacağı bir Rusya karşısında Avrupa’nın yaptırımları da boşa çıkacak.
Türkiye gidişatın neresinde
Türkiye başından beri savaşın durmasını istedi. Bu nedenle Trump’ın yaklaşımı ilk anda Ankara’nın işine gelen bir durum. Ama sıkıntı Trump’ın savaşı bitirme stratejisinde yatıyor. Müzakere masasına oturmadan Putin’e istediği her şeyi vermiş durumda.
Ukrayna NATO’ya girmesin; kabul, Ukrayna’da işgal ettiğim topraklardan da çıkmam, kabul. Bazı haberlere göre, Putin, Rusya’ya komşu NATO ülkelerinde konuşlu (misal Baltıklar) NATO askerlerinin de çekilmesini istiyor.
Avrupalılar Trump’a diyorlar ki; “Bu nasıl müzakere taktiği; en baştan kozlarını harcıyorsun. Sen böyle elini verirsen, biz kolumuzu alamayız.” ABD de diyor ki; “valla kolunu kaptırmamak için, üzerine düşeni sen yapacaksın.”
Bu noktada bizim soracağımız soru şu: bu savaştan zaferle çıkan, özgüveni tazelenmiş bir Rusya’nın, Türkiye’ye karşı tavrı ne olur?
Birincisi Türkiye ile Rusya arasında asimetrik bir ilişki olduğunun altını çizmemiz gerekiyor. Rusya her şeyden önce bir nükleer güç ve Türkiye’nin buna karşı elindeki tek caydırıcı unsur NATO üyesi olması. NATO’da birlik beraberliğin bozulması, Türkiye’nin bir takım alt güvenlik yapılarından dışlanması, Moskova’ya karşı elimizi zayıflatır.
Öte yandan doğal gaz ve petrol olarak da Türkiye enerji alanında Rusya’ya ciddi bir bağımlılık içinde. İlk nükleer santral projesini, çok tartışmalı tavizlerle Rusya’ya vererek, bu bağımlılığın zayıflatılması değil, pekiştirilmesi söz konusu oldu.
Ukrayna savaşı, bu asimetriyi bir süreliğine Türkiye lehine dengeledi. Rus filosunun aldığı darbeler nedeniyle Türkiye Karadeniz’de Rusya’ya karşı başat bir konum elde etti. Rusya yaptırımlar konusunda Türkiye’ye bel bağladığı için, Türkiye’ye ucuz petrol sattı. Hatta, 2023 genel seçimlerine alenen müdahale anlamına gelecek şekilde Türkiye’nin doğal gaz ödemelerini erteledi.
Bu arada, Türkiye’nin desteklediği HTŞ’nin beklenmedik ilerleyişi karşısında Suriye’deki üslerden askerini çekmek zorunda kaldı.
Ancak şimdilerde Trump sayesinde eli güçlenmiş bir Rusya ile yeni bir döneme giriliyor.
ABD ile temas sınırlı, Lavrov Türkiye’ye geliyor
Trump’ın Ukrayna’yı feda etmeye hazırlandığı bir dönemde, Ukrayna lideri Vlodimir Zelenski’nin Ankara’da ağırlanması ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Washington-Moskova hattının tersine Ukrayna’nın toprak bütünlüğünün Türkiye’nin “olmazsa olmazıdır” demesi, Ankara’nın Moskova karşısında yelkenleri indirmeye niyetinin olmadığını gösteriyor.
Öte yandan Ankara, Rusya - Ukrayna barış görüşmelerinde rol oynamak istiyor. Çok ama çok istekli. Mesele şu ki, Trump’ın Türkiye’nin arabuluculuğuna ihtiyacı yok. İki ülkenin heyetleri Suudi Arabistan’da bir araya gelip konuşmaya başladılar. Bırakın Türkiye’yi, Trump, Avrupa ve hatta neredeyse Ukrayna’yı bile masaya almayacak.
Yani Rusya’yla diyaloğu muhafaza eden nadir NATO üyesi olarak Trump’a şirin görünmeyi sağlayacak bir kapı şimdilik kapalı duruyor.
Türkiye’nin tabii bir başka önceliği Suriye. ABD’nin YPG’ye desteğini kesmesini istiyor. ABD’nin Suriye’den asker çekme hazırlığına başladığı yönünde haberler var. Sanırım Trump bu konuda tam bir siyaset belirlemediği için Washington acele etmiyor. Ankara da bu aşamada nefes tutuyor.
Trump göreve geldiğinden beri üst düzey fiziki temas iki ülkenin dışişleri bakanları arasında gerçekleşti. İki bakan Münih’te bir araya geldiler, sonrasında telefonda da konuştular.
Fidan, daha geçen Perşembe Rus Dışişleri Bakanı Lavrov’la Güney Afrika’da bir görüşme gerçekleştirmişken, Lavrov’un bu görüşmenin üzerinden üç gün geçmeden Ankara’ya gelmesi dikkat çekici. Erdoğan’la görüşürse, Putin’den bir mesaj getirmiş demektir.
Eli çok daha güçlenmiş olan Rusya’nın masaya neler koyacağı önemli.
Ödenmemiş doğal gaz faturalarını masaya koyar mı? Ekonomi iyi gitmediği için doğal gaz faturalarının daha da ötelenmesi için karşılığında ne ister? “Ukrayna’da savaşın sonuna geliyoruz, Boğazları artık bizim savaş gemilerine aç” der mi? Suriye’deki konumlanmasına ilişkin ne tür bir mesaj verir?
Ne yazık ki, genelde iki ülke arasındaki temaslar hakkında olabildiğince az bilgi veriliyor.
Bu soruların cevaplarını, Lavrov temasları sonrasında bilebilecek miyiz, o da ayrı bir soru işareti.
Özetin özeti Trump’ın Rusya politikası Ankara’nın işine gelebileceği gibi, Rusya karşısında zorlanmasına da yol açabilir.