24 Temmuz 2024

Özgür Özel'in girdiği fotoğraf karesi, Türkiye'nin girmediği kare

Yüce reis dört uçak olmadan seyahat edemediği için Türkiye'nin çıkarları açısından önem taşıyan bir zirveye gitmeme şuursuzluğunu yere vurmak gerekmez mi? Muhalefetin ayrıca Avrupa'ya "Erdoğan kendisini demokrasi kulübünün bir parçası olarak görmeyebilir, ama biz Türkiye'yi demokrasi ailesinin bir parçası olarak görüyoruz," mesajını da vermesi gerekirdi

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nde kutlanan 20 Temmuz Barış ve Özgürlük Bayramı'na, Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan ile CHP Genel Başkanı Özgür Özel konuşurken.

1996'da kurulan Refahyol dönemindeki Türkiye - AB ilişkilerini özetleyen şahane bir karikatür vardır. 

1990'ların ortasında Türkiye AB'ye aday mı değil mi tartışmaları, Türkiye'nin aile fotoğrafında yeri var mı yok mu metaforu üzerinden giderdi. Malum AB liderleri toplantılarının ardından "aile fotoğrafı çektirirlerdi. İşlevsel bir demokrasiye sahip olmayan, nüfusunun büyük çoğunluğu Müslüman bir ülke olan Türkiye'nin Avrupa ailesine ait olmadığını düşünenler çoktu.

Şimdi olduğu gibi Türkiye'ye demokrasi gömleğini XL bulanlar da AB'den hazzetmezlerdi. 

Karikatürde, dönemin Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Tansu Çiller, AB liderleri ile birlikte poz verirken, yanında duran Başbakan Necmettin Erbakan ise kameraya sırtını dönmüş şekilde çizilmişti. Çiller'in baloncuğunda yanlış hatırlamıyorsam "Ama hocam lütfen" türünden bir sitem vardı. 

Şu aralar, CHP Genel Başkanı Özgür Özel'in Kıbrıs harekâtının 50. yıldönümü vesilesiyle gittiği KKTC'de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'la göründüğü fotoğraf karesi tartışıldı. Meselenin iç siyaset boyutuna bu aşamada girmeyeyim. 

Ben ana muhalefet liderinin bir başka fotoğraf karesini gündeme getirmesini, Türkiye'nin Avrupa Siyasi Topluluğu (AST) zirve fotoğrafında neden olmadığını sorgulamasını beklerdim.

Otokratlarla poz verme hevesi 

Son iki aydır süren zirveler zinciri, İngiltere'de yapılan AST zirve toplantısı ile son buldu. Cumhurbaşkanı İtalya'daki G20 zirvesine katılırken, Dışişleri Bakanı Çin'e yaptığı ziyaretin ardından, BRICS ülkelerinin Rusya'da yaptığı dışişleri bakanları toplantısına katıldı.

Yine Erdoğan, Washington'daki NATO zirvesine gitmeden önce Şangay İşbirliği Teşkilatı'nın Astana'daki (ŞİT) zirvesine katıldı. Yaptığı açıklama ile bu otakratlar kulübüne üye olmak hevesinden vazgeçmediğini de yineledi.

Zirve sırasında "dostum" dediği Rusya lideri Vladimir Putin'le yan yana poz verdi. Emekli Büyükelçi Selim Kuneralp'in yazısında vurguladığı gibi, bu görüşmeden kısa bir süre sonra, Rusya Kiev'de bir çocuk hastanesini vurdu. Gazze için ortalağı kaldıran Türkiye'den tabii ki manalı bir ses çıkmadı.

Türkiye demokratik ülkeler grubunun aile fotoğrafında yok 

Değişen jeostratejik ortamda, Türkiye'nin ŞİT ve BRICS gibi oluşumlarla ne türden bir ilişki biçimi içinde olması gerektiği tartışılır. Sonuçta Türkiye'nin elbet aralarında komşularının da olduğu diktatörler ve otokratlarla çalışmaması, ilişki kurmaması söz konusu olamaz. Ama işte; ilişki biçimi önemli. "Ekonomik ilişkilerimi geliştireceğim, bu örgütlerin içinde Türk Cumhuriyetlerinin yanında durup, Rusya ve Çin'e karşı denge oluşturacağım" gibi bazı argümanlarla, sınırlı bir ilişki biçimi tutturmak var, bir de "aidiyet" ilişkisiyle bu oluşumlara yaklaşmak var. Bu diktatörler ve otokratlar kulübüyle aynı karede yer almak için can atılırken, demokratik ülkeler grubunun fotoğraf karesine tenezzül edilmemesini, Türkiye'de hak, hukuk, demokrasi mücadelesi veren muhalefetin gözden kaçırmamas, hafife almaması gerekir. 

Evet, Batılı demokrasilerin yatacak yeri yok. Peki sırtımızı dönerek mi yöneteceğiz ilişkilerimizi? "Bak sonra otokratlarla bir olurum" diye tehdit edip, ciddiye alınacağımızı mı sanacağız? Demokratik ülkeler grubunun içinde yer alarak, içinden eleştirmek var; bir de dışardan atıp tutup ahkam kesmek var.

Kaldı ki; Türkiye'nin AST zirvesine katılmamasını muhalefet pek çok farklı yönden eleştirebilirdi. İktidardan iyi haber alan kaynaklara göre, Erdoğan, geçtiğimiz haftalarda zaten benzer zirvelere katıldığı için AST zirvesine gitme lüzumu görmemiş. Bir de tabii zirvenin yapılacağı yerin imkanlarının kısıtlı olması nedeniyle heyetlerin sayısının düşük tutulması da gitmeme kararında önemli rol oynamış.

Yüce reis dört uçak olmadan seyahat edemediği için Türkiye'nin çıkarları açısından önem taşıyan bir zirveye gitmeme şuursuzluğunu yere vurmak gerekmez mi?

Muhalefetin ayrıca Avrupa'ya "Erdoğan kendisini demokrasi kulübünün bir parçası olarak görmeyebilir, ama biz Türkiye'yi demokrasi ailesinin bir parçası olarak görüyoruz," mesajını da vermesi gerekirdi. 

Özel'den KKTC mesajları 

Özgür Özel'in KKTC'deki tartışmalı fotoğraf karesiyle başladım. Yazıyı KKTC'de verdiği mesajlarla bitireyim.

Kıbrıs basınından Yeni Düzen Gazetesi Özel'in şu üç mesajını öne çıkarmış:

"Erdoğan'ı oy oranı her geçen gün artan CTP ile diyaloğa davet ediyorum.

Türkiye'ye alınmayan Kıbrıslı Türkler konusunu Erdoğan'a ileteceğim.

CHP olarak biz Kıbrıs Türkünün evet demediği hiçbir şeye evet demeyiz.

Biz her zaman müzakereden ve çözümden yanayız."

Çok yerinde mesajlar. Tabii bunları Erdoğan'a ne ölçüde iletebildi önemli. Bir kulaktan girip diğerinden çıktıysa, üstüne Erdoğan, "genel seçimlerde köy köy gezip benim için oy isteyen büyükelçim, seni karşılamaya gelmemiş, ayıp etmiş" demediyse; ben ne anladım normalleşmeden?

Barçın Yinanç kimdir?

Barçın Yinanç, 1968 yılında doğdu, ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü'nü bitirdi. 1990'da stajyer olarak başladığı Milliyet Ankara Bürosu'nda 10 yılı aşkın bir süre diplomasi muhabirliği yaptı. Ardından televizyon haberciliğine geçerek önce TV8, sonra CNN Türk Ankara Bürosu'nda çalıştı.

Türkiye-ABD, Türkiye-AB ilişkilerinin yanı sıra Kafkaslar'dan Ortadoğu'ya, geniş bir coğrafyada Türk dış politikasıyla ilgili gelişmeleri takip etti. Çok sayıda yabancı hükümet yetkilisiyle söyleşiler yaptı, BM, NATO ve AB gibi uluslararası kuruluşların zirvelerini, perde arkası gelişmeleri yerinden haberleştirdi.

2004 yılında İstanbul'a yerleşti, CNN Türk ve Referans gazetesinin ardından İngilizce yayımlanan Hürriyet Daily News'da (HDN) çalışmaya başladı. Haber koordinatörü, yorum sayfası editörü olarak çeşitli görevler aldı; 2010'dan başlayarak on yıl boyunca gazetenin pazartesi söyleşilerini gerçekleştirdi. Bu süre boyunca dış politika analizlerini yazmaya devam etti.

Pek çok uluslararası düşünce kuruluşunun toplantılarına konuşmacı, kolaylaştırıcı olarak katılıyor, yabancı yayın organlarının yayınları için yorumlar yapıyor. AtlatmaHaber adlı podcast serisini hazırlayan Yinanç Diplomasi Muhabirleri Derneği, Uluslararası Kayak Kayan Gazeteciler Derneği (Ski Club of International Journalist) ve Dış Politikada Kadınlar platformunun üyesi.

Son yayını; Women, Peace and Security Agenda in Turkey and Women in Diplomacy: How to Integrate the WPS Agenda in Turkish Foreign Policy (Türkiye'de Kadın, Barış ve Güvenlik Ajandası-Diplomaside Kadın: Türk Dış Politikası'na Kadın, Barış ve Güvenlik Ajandası nasıl dahil edilir) başlığını taşıyor.

Aralık 2020'den itibaren T24'te yazan Barçın Yinanç, T24 ekranında da, her hafta Metin Kaan Kurtuluş'la birlikte "Dış Politika ile İçli Dışlı" adlı programı yapıyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Suriye’de Türkiye’nin en büyük rakibi AK Parti mi?

Batı’dan Doğu’ya Suriye’deki süreci baltalayacak çok aktör var. Ama mevcut durumu iç politikaya tahvil edip, “Suriye’deki başarıdan” nemalanmaya çalışan AK Partili siyasiler, şimdiye kadar süreci iyi yönettiği görülen “devlet aklının” kurgulaması gereken yeni dönemin en büyük rakibi olabilir

Kalın’ın mesajlarının dışarıdaki hasar kontrolünü Fidan mı yapıyor?

İstihbarat başkanı Kalın’ın Şam ziyaretinin başta Araplar olmak üzere kimi başkentlerde yaratabileceği rahatsızlığı Dışişleri Bakanı Fidan’ın dengelemeye çalıştığı görülüyor. Fidan’ın Türk ve Arap basınına verdiği demeçler, Ankara-Şam çıkışlı kimi mesajlardan ayrışıyor

Türkiye kazançlı mı; İsrail ne yapıyor, gidişat ne yönde?

Mevcut durumun en büyük kazananı (şimdilik) İsrail. Suriye’deki tüm askerî altyapı tesislerini bombaladı. Ülkedeki tapu dairelerini, her tür evrak bulunduran devlet kurumlarının binalarını bombaladığına dair duyumlar da ayrıca dikkat çekici. Bir kaynağım bu durumu, İsrail’in Suriye’yi “sıfırlaması” olarak yorumladı

"
"