17 Temmuz 2021

Dış güçler ve FETÖ'yle mücadelenin dış boyutu

Darbe girişiminden bu yana sürdürülen psikolojik harp son hızıyla devam ediyor. Ne yazık ki, yurt dışı temsilcilikleri enerjilerinin büyük bir bölümünü Ak Parti iktidarının yarattığı bu garabetle uğraşmaya ayırıyorlar

Amacım, FETÖ'yü besleyip, palazlandırıp, devletin kılcal damarlarına kadar sızmasına imkan tanıyan mevcut iktidarın darbe teşebbüsü ile ilgili sorumluluğunu küçültüp, onu aklamak değil. Tersine, isteyen affetsin ben affetmiş değilim.

"FETÖ'yü dış güçler besledi, darbeyi ABD yaptırttı" diye kestirip atmanın da, içerdekilerin elini yıkayıp kendilerini temize çıkarmasına hizmet etme riski bulunuyor. 

Öte yandan FETÖ meselesinin göz ardı edilmemesi gereken bir dış boyutu da var ki, günümüzde Batılı demokrasilerle Türkiye arasında yaşanan sorunların temelinde bu olgunun da bulunduğunu vurgulamak gerekir.

Başta ABD bazı ülkelerin FETÖ'yü hâlâ koruyup kollaması, Recep Tayyip Erdoğan iktidarını elbette kızdırıyor; ancak özellikle başta laiklik olmak üzere Cumhuriyet değerlerini benimsemiş devlet görevlilerinde de büyük tepki yaratıyor.

İşin ironik tarafı, Batılı istihbaratçıların el verip, Ak Parti-FETÖ işbirliğiyle hedef alınan diplomasi ve güvenlik bürokrasisinden bugün FETÖ'nün yurt dışındaki faaliyetlerine karşı mücadele vermesi bekleniyor; ki onlar da zaten bunu bir görev duygusuyla yapıyorlar. Ancak yine aynı iktidarın sadece darbe öncesinde değil sonrasında da izlediği yanlış politikalar bu mücadeleyi güçleştiriyor.

Hatırlayalım, Ak Parti'nin iktidara gelmesine kadar yurt dışındaki temsilcilikler Gülen Cemaati'ne mesafeli durmaya çalışmıştı. 2003 yılında dönemin Dışişleri Bakanı Abdullah Gül imzasıyla çıkartılan, Gülen okullarının yurt dışında desteklenmesini isteyen genelge bu anlamda bir dönüm noktası oldu. Diplomatlar aldıkları talimat üzerine bulundukları ülkelerin kurumlarını, Gülenci kuruluşlarla yakın çalışmaları için teşvik etmek durumunda kaldılar.

Bu arada Gülencilerin devlete sızma girişimlerinden her kurum gibi Dışişleri Bakanlığı da nasibini aldı. 

Diplomatlar cemaati önce övdü, sonra sövdü

2013 sonrasında, yani ittifakın çatlamasının ardından, 180 derece ters yönde talimat alan diplomatlar, cemaatçileri karalama kampanyasına girişince, Batı'dan Doğu'ya, Asya'sından Afrika'sına, "yahu daha düne kadar 'bunlar çok iyi çocuklar' diyordunuz; siz istediniz bunlara yakın durmamızı, şimdi tersini istiyorsunuz" tepkisiyle karşılaştılar.

"Ya pardon biz aldanmışız, siz aldanmayın" demek diplomatik ciddiyetle pek örtüşmüyordu.

Tabii yabancı istihbaratçılar neyin ne olduğunu gayet iyi biliyordu da, nüvesini kendi oluşturdukları ancak daha sonra kendilerine AK Parti tarafından tepsine sunulan kozu da kolay kolay bırakma niyetleri yoktu.

Bu durumda FETÖ ile mücadelenin yurt dışındaki siyasi ayağını yürütmek, Gülenci istilası nedeniyle hakları yenen, kimi zaman Cemaatin iftiralarıyla zor günler yaşayan diplomatlara düştü.

Anti-demokratik uygulamalar, Batı'nın gözünde FETÖ'yü mağdur konumuna itti

Ancak siyaseten ikna konusunda şöyle bir zorluk vardı:

Son derece iyi eğitimli, yabancı dilleri sular seller gibi konuşan, gerektiğinde kilit noktadaki isimleri parayla bile satın alan Cemaat üyeleri yurt dışındaki köşe başlarını çok iyi tutmuştu. Kendilerini, temel özgürlüklere saygılı, Türkiye'ye demokrasiyi getirme heveslisi olarak tanıtma konusunda özellikle Avrupa'da çok başarılı oldular.

Bir de şunu hatırlayalım; 2010'a kadar Ak Parti'yi kendi tanımlamalarıyla "Batı karşıtı kemalist vesayete karşı demokrasiyi getirecek ılımlı İslamcı parti" olarak gören Batı 2010'lı yılların ortasına gelindiğinde artık Recep Tayyip Erdoğan'da Türkiye'yi demokrasiden uzaklaştıran otoriter bir lider görmeye başladılar.

Bu çerçevede, FETÖ'cüler, devlete sızmaya çalışan yasadışı bir yapı olarak değil, Erdoğan'ın anti demokratik uygulamalarına karşı çıkan muhalifler olarak görülmeye başlandı. Türkiye'nin demokraside geri pedala basması, FETÖ'cüleri dünyanın gözünde mağdur konumuna düşürdü.

Darbe girişimi, FETÖ'nün gerçek yüzünü göstermek için iyi bir fırsat olabilirdi. Ancak bu fırsat iyi değerlendirilemedi.

Batı, darbe gecesi bekle gör stratejisi izledi

Batılı demokrasilerin darbe girişiminin ilk saat ve günlerinde tepkisiz kalmaları bir noktaya kadar anlaşılabilir. Zira, Türkiye'de bile pek çok kesim, ilk zamanlar ne olduğunu tam anlamamıştı.

Ancak şu da kesin; Batılı pek çok ülke, Erdoğan rejiminin yıkılmasından çok da üzüntü duymayacakları için bir bekle gör stratejisi izlediler.

Mısır'da Müslüman Kardeşler'e yapılan askeri darbeye tepki vermemesinden kendi adına ders çıkaran, o dönem başbakanlık koltuğunda oturan Recep Tayyip Erdoğan'ın da Batı'nın kendi iktidarının altını oymak istediği kanaati de böylece daha da perçinleşti. 

Darbe girişiminin başarılı olması durumunda hem yaşanabileceklere dair fikir sahibi olan, hem de hedef olacaklarını bilen; özel olarak Batı karşıtı olmayan ancak "demokrat" olarak tanımlanabilecek bürokratlar açısından da Batı'nın bu ikircikli tutumu ciddi bir hınçlanma yarattı.

Öte yandan bu kesimlerin FETÖ'nin yurt dışı ayağıyla mücadele konusundaki tavsiyeleri de iktidar tarafından göz ardı edildi; ve hatalar silsilesi darbe öncesinde olduğu gibi darbe sonrasında da devam etti.

Darbe sonrası yapılan hatalar

Gülen hareketi 2015 yılında terör örgütü olarak tanımlandı. Aslında iktidar, FETÖ tanımlaması ve cemaat üyelerinin "terörist" olarak nitelendirilmesinin, özellikle dışardaki mücadeleyi olumsuz etkileyeceği konusunda uyarılmıştı. Özellikle de eline silah almamışların terörist tanımlamasına sokulmasının sakıncalarına dikkat çekildi.

Suç örgütü tanımlaması yapılsaydı, tıpkı Al Capone'un azmettirdiği cinayetlerden değil vergi kaçırmaktan yakalanmasında olduğu gibi, FETÖ'cülerin yurt dışında sıkıştırılması daha kolay olacaktı. Bu durum yabancı uzmanlar tarafından da pek çok kez vurguladı. FETÖ'cülerin her daim masum ve yasal olmayan parasal ve diğer faaliyetleri misal FBI gibi örgütlerin radarında idi; CIA'yi atlayıp FBI'yı FETÖ karşıtlığına çekmek daha kolay olabilirdi.

Ancak iktidar, terör tanımını kullanmanın FETÖ'cüleri daha hızlı yargılayıp, hapse göndermeyi daha kolaylaştıracağı gerekçesiyle bu tavsiyeye uymamayı tercih etti. İçerde elini kolaylaştıran yöntem dışarıda elini zora soktu.

Öte yandan; darbe girişiminin ilk günlerinde başta yandaş gazetelerde olmak üzere yayınlanan kötü muamele fotoğrafları da yurt dışında diplomatların elini zora soktu..

Ama daha da kötüsü; FETÖ şüphelisi olarak gözaltına alınanların yüzbinleri bulması oldu. Zaten Türkiye'deki yargı bağımsızlığı konusunda şüphe duymak için elinde yeterince veri olan Batılı ülkelerde, adil bir yargılama olmayacağı gerekçesiyle emekli bir diplomatın sözleriyle "çocuk pornocusu olsa iade etmeme" eğilimi başladı.

Darbenin ilk günlerinde bir nevi can havliyle Interpol'e 60 bin kişi için bildirim yapılması da işin ciddiyetini maalesef ciddiyetsizleştirdi.

Yaşın yanında kurunun da yandığı, yüzbinlerin etkilendiği süreç dünyada, darbe girişimine karşı adalet arayışı olarak değil, Erdoğan'ın sadece FETÖ'den intikamı değil, kendisine hukuk içinde kalarak karşı çıkan muhaliflerini de tasviye operasyonu olarak görüldü.

FETÖ en etkili Türk karşıtı lobi oldu

Diplomatlar bu algıyı yıkmaya çalışsalar da bu algı hâlâ son derece güçlü. Üstelik, Ankara'dan bu algıyı zayıflatacak değil güçlendirecek haberler geliyor. Darbe sonrası ilan edilen olağanüstü halin, 3 yıl daha uzatılacağı haberi içeride bile, FETÖ'ye karşı bir önlem olarak değil, Erdoğan'ın seçimlerde elini rahatlatma hamlesi olarak algılanırken, dünyanın da farklı düşünmesini bekleyemeyiz. 

Darbe ertesinde bürokrasinin en azından eli silah tutmamış, etkisi daha zayıf kimi FETÖ'cüler için af çıkarılması önerisinin de kabul görmediğini hatırlatalım. Ve işte tüm bunlar FETÖ'nün yurt dışındaki en etkili Türk karşıtı lobi olmasının yolunu açtı.

Yurt dışında psikolojik harp

Sonuç olarak, darbe girişiminden bu yana sürdürülen psikolojik harp son hızıyla devam ediyor. Ne yazık ki, yurt dışı temsilcilikleri enerjilerinin büyük bir bölümünü Ak Parti iktidarının yarattığı bu garabetle uğraşmaya ayırıyorlar.

Öğretmen, gazeteci gibi sivillerin, hele de yaşadıkları ülkelerde kuralların dışına çıkmadıkları sürece, yaptıkları faaliyetlere karşı önlem aldırmakta zorlanılıyor. Bir de tabii işin vatandaşlık boyutu var. Bir kısmı bulundukları ülkenin vatandaşlığını aldılar. Örneğin Belçika'da FETÖ'cü bir örgütle ilgili girişim yapıldığında, "onlar Belçika vatandaşı ve bu örgüt Belçika örgütü size ne oluyor" gibi bir yanıt alınabiliyor.

ABD'de eski ulusal güvenlik danışmanı John Bolton'u Türk karşıtı bir örgütün yönetim kuruluna aldırtacak kadar da etki ve finansal güçleri hâlâ var.

Yıllarca FETÖ'nün yurt dışında palazlanması için "ne istediyse verenler" bugün FETÖ'yle yurt dışında mücadelede, sofistikasyondan uzak, hoyrat stratejilerle, FETÖ'nün mazlum ve mağduru oynamasının da yolunu açıyorlar.

Yazarın Diğer Yazıları

Yeni dönemde CHP'nin dış politikası nasıl şekillenecek?

Seçim sonuçları Türk kamuoyu kadar kadar dünya için de sürpriz oldu. Bu nedenle uluslararası kamuoyu, CHP'ye ayrı bir gözle bakmaya başladı bile. Yani CHP'nin uluslararası ilişkiler ve dış politikaya eskisinden çok daha fazla önem vermesi kaçınılmaz

Seçimler bitti, Bakü'yle İsrail sendromu da bitmeli

Ankara, Ermenistan liderinin AB ve ABD ile yaptığı üçlü toplantıya tepki gösterdi. Bakü'nün dayatmasına teslim olan iktidar, Kafkaslar'da barış için gerekli adımları atamıyor. Azerbaycan'ın korkusuna inisiyatif alamayınca boşluğu başka aktörler dolduruyor

İmamoğlu, Erdoğan'ın uluslararası konumuna da rakip olarak geliyor

CHP'nin de seçim sonuçlarını uluslararası bir vizyonla okuması; dahası bundan sonra siyasetinde uluslararası vizyona daha fazla yer açması gerekir. Bunun ipuçlarını özellikle İmamoğlu'nun 31 Mart gecesi yaptığı konuşmada görmek sevindirici. Erdoğan'ın balkon konuşmalarında yaptığı gibi İmamoğlu da dünyaya mesaj verdi