Akdeniz’deki adalardan birindeyiz. Benim masamda eski bir içişleri bakanı, genç bir avukat ve ünü düzgün bir inşaat firması sahibi var.
Biraz Capri, biraz Sardunya adasından konuşuyoruz. Yeni modalar, dekorasyon ve lüks tüketim değil tabii ki konumuz.
Havuzun ışıkları mavi, palmiyeler yeşil. Mikrofonsuz bir solist gitar çalıyor.
Ortam harika. Yemekler nadide…
Bir müddet sonra içeriye kalabalık bir güruh dalıyor. Havalı mı havalı topluluk, herkes bana baksın edasıyla dolanıyor.
Çoluk çocuk, hizmetçi dadı ve bir sürü de yandaşı.
Gelenin sabık bir başbakan olduğunu söylüyorlar. Şimdi rüşvetten yargılanıyor diyorlar. Yanında şöhreti malum yeni eşi ve modacısı bile var.
Modacı dediğime bakmayın poposunun çanakları ortada, dantel bluzdan göğüsler fora…
İçkili, sigaralı bir mekân. Misafirlerin hemen hemen hepsi yabancı ve yaşını başını almış ağır ve sessiz sakin konuklar.
Bebekler, çocuklar, hizmetçiler, dadılar
Mekân pek de ucuz sayılmazmış arkadaşlar. Havalı cıvalı girişler ile masalarına yerleşiyorlar. Masalarına dedim, çünkü yetişkinler kendi masalarına, bebekler ve çocuklar ile hizmetçi ve dadılar da yan masalarına
Sonrasına gerek yok. Canhıraş çığlıklarla mekânı birbirine katan çocuklar, dedikodu ve yemeğe dalmış müstahdem ve de kahkahalara boğulan şımarık ve ukala yetişkin masası. Oysa o saatte çocuklar çoktan yatmış olmalı.
Gece ilerledikçe şaşkınlığım artıyor. Personele yapılan küstahlıkların ardı arkası kesilmiyor. Sonunda hesabı ödeyip kalkıyoruz. Birkaç konuğun daha memnuniyetsiz bir halde mekânı terk ettiğinin de farkına varıyoruz.
Derken bir gürültü ile uyanıyorum. Hafif esen rüzgârdan üşüdüğümün de farkına varıyorum. Rüya işte bu, nasılsa gerçek olamazdı diyorum.
Ebeveynlerin daha doğru çocuk yetiştirdiklerine inanmak istiyorum.
Çocuklarını hizmetçilerin eline bırakmış toplumların gelecekleri ancak ve ancak başkalarının hizmetçisi olarak yaşanıyor.
Armut dibine düştüğünde ise toprak bile kurtlanıyor. Ve toprak kurtlandığında coğrafyaların kaderi yağma, ganimet ve işgal ile kutsanıyor.