Benim için her şehrin gece aydınlatmaları artık aynı. Hepsi de dizi dizi ve sarı sarı. Bazen dalıp kendime geldiğimde hangi kentte olduğumu şaşırtıyorlar da.
İlhan Tanır ile bir Washington barından çıktığımızda da aynı hızla kayıyordu sokak lambaları yanımızdan. Gecenin geç bir saatinde son bir gece dahaydı dostlukla paylaşılan…
Eser Karakaş, Yavuz Baydar, Tuna Bekleviç, Erkan Saka ile bir dizi ziyaretlerde bulunduk geçen hafta. Foundation for Defence of Democracies’de Dr. Aykan Erdemir ve Merve Tahiroğlu; Center of American Progress’de Alan Makovsky, Center for International Private Enterprise’da Gregg F. Willhauck; ABD Senatosu’nda Marco Rubio’nun asistanı Bethany Poulos; Open Society'dan Mike Amitay; Weatherhead Center’de Amy Austin Holmes ve POMED, yani Project on Middle East Democracy ile Helsinki Comission yetkilileri ve daha nice Türkiye konusunda uzman ve deneyimli hak savunucuları… Tabii ki dostlar, Mutlu Civiroğlu, Burak Aydın ve eşi Samira Ghaderi, Giran Özcan ve Ulaş Doga Eralp…
Nedense ne konsolosluktan ne büyükelçilikten ne de yandaş medyadan kimseyi göremedik bu toplantılarda.
Sanırım kuyruktaydılar, yolcu karşılayıp bavul taşımak için Dulles Havalimanı’nda…
“Ey Amerika” diyenler Trump Hotel’de!
Rüzgâr gibi geçen dolu dolu 4 gün. Ancak birkaç saat boşlukta gezebildiğim National Portrait Museum ve biraz da caddeler pek düzgün…
Vitrinlerde S400 modeli Hermes çantanın yerini çoktan Dior’un F35’i almıştı. Fıskiyelerin hiçbiri kırılmamıştı. Beyaz Saray’ın önünde Ermeniler 1915 için mumlar yakıyorlardı.
Büyükelçilik önünde Kürtlere saldıran korumalar için T.C hükümeti, aleyhine açılan davada ek süre istemişti. Amerika’da fiziksel şiddet T.C'nin aksine cezasız geçiştirilemezdi.
“Ey Amerika” diyenler ise en ucuz odası 650 dolar olan Trump Hotel’de 44 kişilik siyah elbiseli güruh halinde tozu dumana katarak dolanıyorlardı. Kapıdaki koruma ordusu ise, şampanya bardan ayrıldığımızda beni görünce şok geçiriyor ve “Aman Türkçe konuşmayın, yanındaki ‘KARI’ Türkçe biliyor” diye densizlik bile yapıyordu.
Demirtaş’ın “Devran”ıyla Monaco Oteli’nde
Trump’dan randevunun fiyatını ise kimse bilemiyordu, ancak senatörlerin 50 bin dolara randevu verdiği aşikârdı.
Camps buz hokeyi karşılaşmasında yine destan yazıyor, Newseum Basın Müzesi'nin cephesini LGBTİ hakları sergisi kaplıyordu.
Her yerde Amerikan bayrağı olsa da asıl “Demokrasi ve Özgürlük”, sokakları, yurttaşları ile durmaksızın adımlıyordu. İlhan Tanır ve ben gibi…
Sarı sokak lambaları yerinde duruyor ancak gelecek onların önünden geçip gidenler ile yeniden şekilleniyordu. Sahi onca adam neden Amerika’daydı ve ne istiyorlardı. Yoksa birisi beni ve ailemi koruyun, istediğiniz her şeyi vereceğim mi diyordu?..
Elimde Selahattin Demirtaş’ın son kitabı “Devran” olduğu halde Monaco Oteli’ndeki odama girdim. Sabah beni yine kıtalararası bir uçuş ve yine gittiğim kentin sarı sokak lambaları bekliyordu.
Ya sizi ne bekliyor? Tehlikenin farkında mısınız?...