12 Eylül 2022

Başkanlık, başkancılık, başkansızlık...

Mesele “başkanlık” veya “başkansızlık” değil, iyi bir anayasal düzen. Toplumun çoğulcu dokusu ve  kaynaklarını kalkınma enerjisine dönüştürebilen akıllı bir anayasal düzen. Aksi yönde gelişen “başkancılık” ise, bir milletin yeteneklerine, basiretine ve onuruna hakarettir. 

Mevcut Anayasa kötü bir hukuksal metin. Kötü bir siyasal tasarım. İyi bir demokrasi tanımlamıyor. Etkin bir devlet kurgulamıyor. Özgür bir toplum öngörmüyor. Türkiye’yi güçlendirmiyor. 

İyi bir anayasa güçler ayrılığı ve dengelerini iyi tanımlar. Temsil gücü yüksek bir yasama ve etkili bir icraat tasarlar; tarafsız, bağımsız ve iyi işleyen bir yargı erki tesis eder. 

İyi bir anayasa vatandaş odaklıdır. Eşit vatandaşlık kavramında nettir. Devleti toplumun hizmetkârı olarak tayin eder. İnsanların zaten doğuştan hakkı olan özgürlüklerini güvence altına alır. Güvenlik ile özgürlükleri çelişen değil, birbirini güçlendiren öncelikler olarak içselleştirir. Etnik, dinsel, kültürel ve cinsel temelli her türlü ayrımcılığı dışlar. 

İyi bir anayasa ülkeyi çağın ötesine taşıyabilmelidir. Bugün 21. yüzyılın yirmili yıllarında bunun anlamı yeşil dönüşüm, dijital devrim, sosyal haklar, eğitim ve sağlık gibi alanlarında ilerlemeyi milli ülkü olarak tanımlamaktır. İçinden Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları geçen bir anayasa iyi olur. 

İyi bir anayasa yalın, berrak ve yüksek nitelikli bir hukuksal metindir. Yetkin bir akademik kurul, geniş bir toplumsal danışma ve ulusal uzlaşma ile yaşam bulur. 

Teori ve pratik 

Peki iyi bir anayasa nasıl bir rejim tanımlar? Başkanlık, parlamenter, yarı başkanlık veya güçlendirilmiş parlamenter rejimlerden hangisi daha iyi? 

Bu sorunun mutlak yanıtı yok. Önemli olan yukarıdaki kıstaslara uymak. Anayasal düzenler birbirinden keskin modellerle ayrışmıyor. Her anayasal metin ve uygulamada bir çok nüans var. Ülkeyi başbakan ve hükümet yönetiyordur ve devlet başkanı konumundaki kişinin yetkileri simgeseldir. Veya devlet başkanı yasaları bir kere veto etmek ve bazı üst düzey kamu atamalarına onay gibi yetkiler sahibi olabilir. Anayasa ne diyorsa, nasıl tanımlıyorsa… 

Eğer bu devlet başkanını meclis değil halk seçiyorsa daha doğrudan demokratik meşruiyet söz konusu olur ve etkisi uygulamaya yansıyabilir. Hatta tamamen simgesel bir monark için bile farklı modeller mümkün. Örneğin İngiltere’ye kıyasla Hollanda veya Belçika kralları seçim sonrası dönemlerde daha etkili oluyorlar. Çünkü bu ülkelerde mecliste tek parti çoğunluğu oluşmuyor. Bu durumda koalisyon görüşmelerinde devlet başkanı olan monark müzakerelerde kolaylaştırıcı bir rol üstlenebiliyor. 

Diğer yandan, tarihin akışında hemen hemen her ülkede mevcut anayasal düzene yönelik rahatsızlıklar, eleştiriler, değişen koşullara uyum talepleri olağan. 

Örneğin Londra’da son başbakanlık değişimi iktidardaki Muhafazakâr Parti üyelerinin oylaması sonucunda parti genel başkanlığı değişimi ile gerçekleşti. Geleneğe uygun olarak, partinin yeni liderine devlet başkanı olarak Kraliçe Elisabeth yeni hükümeti kurma görevi verdi. Böylece Liz Truss parlamentoda geniş çoğunluk sahibi partinin lideri ve dolayısıyla güvenoyuna sahip olarak başbakan oldu. Bu vesileyle bir çok tartışma konusu açıldı. İki seçim arası dönemde böyle parti içi siyaset sonucunda başbakan değişmesi demokratik mi? Seçmenlerin tamamından değil de sadece parti üyelerinden alınan bir yetki başbakan olmak için yeterli mi? Bu düzen değişmeli mi? 

Tabii Birleşik Krallık kökleri eski bir parlamenter demokrasi geleneğinden geliyor. Yazılı bir anayasa metni yok fakat 1215 tarihli Magna Carta belgesinden beri gelişmiş olan anayasa hukuku, içtihadı ve geleneği var. Ayrıca, temel hak ve özgürlüklerde, toplumsal refahta, kolektif liderlik anlayışında, ekonomi dahil karar alma süreçlerindeki denge ve denetim mekanizmalarında, tüm güncel sorunlarına rağmen, dünyada ileri ülkelerden. 

Başka anayasal düzen tartışması örnekleri de çarpıcı. Örneğin ABD’de başkanı doğrudan ülke sathında alınan oy toplamının belirlemiyor. Eyaletlerin nüfusuna göre sayıları belirlenmiş büyük seçmenlerin çoğunluk sayısına bakılıyor. Bu anayasal kural sıkıntı yaratıyor çünkü eyaletlerin büyük seçmen delegelerinin sayıları ülkenin toplam nüfusu ile tam orantılı değil. Sonuçta bazen, Hillary Clinton ve Donald Trump arasındaki seçimde olduğu gibi, ülke nezdinde çoğunluk oyları alan değil diğer aday başkan seçilebiliyor. Zamanında ülkenin coğrafya büyüklüğü ve yeni topraklara genişlerken, eyaletler arası dengeler için geliştirilmiş olan bu kural bugün demokratik dengeleri bozabiliyor. Aynı şekilde Anayasa Mahkemesi üyelerinin atanması sistemi de aşırı siyasallaşmaya meyilli. Bu kuralları değiştirmek zor zira anayasa değişikliği için, anayasanın öngördüğü yöntem icabı, mevcut durumdan faydalanan Cumhuriyetçi Parti’nin desteği gerek. 

Fransa’da da rejim tartışması var. Emmanuel Macron yeniden Cumhurbaşkanı seçildi fakat akabinde yapılan meclis seçimlerinde kendisini destekleyen ittifakın partileri mecliste çoğunluk sağlayamadı. Şimdi Paris’te icraat zafiyeti mevzusu kaygı kaynağı. Avrupa Birliği’nin de işleyişinde anayasal zemini oluşturan kurucu antlaşmaların reformu yine gündemde. AB ideal olarak tesis edilmek istenen federal yapıya aşamalı bir evrim içinde zorlanarak ilerliyor. Şili’de ise, diktatörlük kalıntısı anayasayı toplumda yeterince tartışmadan ve uzlaşma aramadan değiştirme girişimi referandumda reddedildi. 

Başkanlık 

Türkiye her ne kadar kendine has bir ülke olsa da, rejimin evrimini daha iyi izlemek için ileri demokrasilere genel bir bakış yararlı olabilir. İki temel demokratik rejim var: Amerika’daki başkanlık rejimi ve Avrupa ile Japonya’da ve bir çok diğer “Batı” ülkesindeki parlamenter rejim. 

ABD’nin 1787 tarihli anayasasının ilham kaynağı İngiltere. İngiliz demokrasinin tarihsel evriminde, o dönemdeki sistemini, bağımsızlığa kavuşan eski sömürgesi örnek almış. Londra’daki kralın yetkilerine sahip, fakat seçimle işbaşına gelen bir başkanlık tasarlanmış George Washington için. Başkanın Kongre ile ilişkileri de, o zamanki İngiltere kralı ile parlamentosu arasındaki ilişkiye benzer. Birbirinden bağımsız iki güç, fakat yasama sürecinde kralın da rolü var. O devirde İngiliz parlamentosunda güçlü Lordlar Kamarası yerine ABD kongresinde eyaletlerin temsil edildiği Senato ve yine İngiliz parlamentosundaki Avam Kamarası benzeri bir ABD Temsilciler Meclisi tesis edilmiş. 

ABD kalıcı bir anayasal düzene kavuşurken, İngiltere’de evrim devam etti. Kral tamamen simgeselleşti. Lordlar etkisizleşti. Avrupa modeli parlamenter demokrasi gelişti. Hükümetin meşruiyet kaynağını parlamentodan aldığı ve iki kurumun birbirini denetleme ve dengeleme haklarının olduğu; güvenoyu, gensoru, erken seçim, parlamentonun lav edilmesi gibi yetkilerin öngörüldüğü parlamenter rejim. 

Washington’da Beyaz Ev’deki Başkan ise Kongre’den bağımsız. Kongre’de başkanın partisinin çoğunluğu olmasa da önemli bir hareket alanına sahip. Fakat bu “bölünmüş hükumet” durumunda başkan siyasi programının yasama gerektiren unsurlarında zorlanıyor, partiler üstü uzlaşma için çabalıyor. Kongre de başkanı görev süresinden önce, bazı ileri istisna durumlar dışında, deviremiyor. 

ABD’nin başkanlık rejimini “güçlü icraat” adına doğrudan halk tarafından seçilen bir insana başkanlık yetkileri yığan pratiklerle karşılaştırmak yanıltıcı olur. Böyle sistemlerde, örneğin bazı Afrika veya Latin Amerika ülkelerinde görüldüğü ve de Türkiye’de de tartışma konusu olduğu üzere demokrasi yüzeyselleşiyor. Yargı siyasallaşıyor. Sadece güçler ayrılığı açısından değil, örneğin ekonomi politikalarının oluşmasında bile devlet içi denetim katmanları silikleşiyor. Politikaların kalitesi, devlet görevlerinde liyakat seviyesi, toplumsal ortamın demokratikliği ve bir sonraki seçimlerin güvenilirliği ciddi şekilde zedeleniyor. Sistem başkanlık değil, “başkancı” oluyor. 

Bu noktada önemli olan diğer bir düzenleme ABD modelinde başkanın bakanları ataması yönetiminde. Başkan atıyor fakat Kongre’de Senato’da “hearing” sürecine tabi oluyorlar. Senatörlerle soru ve sorgulama oturumu ve onay aşaması ile ABD’li bakanlar demokratik meşruiyet kazanıyorlar. Büyükelçiler gibi bir çok üst düzey atama için de Senato onayı gerekiyor. Kısmen benzer bir süreç Avrupa Birliği’nin bakanları olan komiserlerin Avrupa Parlamentosu tarafından onayında gerçekleşiyor. 

Türkiye’de mevcut anayasal düzende olmayan bir uygulama bu. Bakanlar daha önce parlamenter sistemde olduğu gibi meclisten güvenoyu almış olan bir hükümetin çoğu halihazırda milletvekili olan üyeleri değiller. Cumhurbaşkanı tarafından atanıyorlar fakat örneğin ABD’de olduğu gibi meclis onayından geçerek demokratik meşruiyet kazanmıyorlar. Sorumlulukları siyasal değil bürokratik. Sorumlulukları cumhurbaşkanına karşı. Bir demokrasiyi, ülkeyi, halkı seçilmiş de olsa yegâne siyasal sorumlu olarak tek bir kişinin yönetmesi, o halka ve de o kişiye karşı haksızlık. Başkancılık kötü. 

Parlamenter modeller 

Uygulamada iki farklı parlamenter rejim işleyişi ve ayrıca yarı-başkanlık modeli bir çok demokraside yaygın:

1. Kabine hükümeti: Tek parti iktidarı. Siyasal güç başbakan ve çevresindeki önemli bakanlardan oluşan dar kabinede yoğunlaşıyor. Başbakanın meclise de hâkim olduğu ve istediği yasaları kolaylıkla çıkarabildiği bir sistem. Meclisteki tek parti çoğunluğunun kaynağında ülkenin siyasi geleneği, dar bölgeli seçim sistemi ve siyasi konjonktür gibi çeşitli nedenler olabilir. Bazı durumlarda küçük bir partiyle koalisyon hükümeti kurunca da bu model işler. İngiltere bu grubun en tipik örneği. İspanya, İrlanda, Yunanistan, Portekiz, İsveç, Macaristan, Yeni Zelanda, Avustralya, Japonya, Hindistan ve nispeten Almanya gibi başka örnekleri de var. 

2. Partitokrasi: Koalisyon. Hükümetin birçok parti tarafından seçim sonrası pazarlıklarla kurulduğu sistem. İktidarın asıl kaynağı hükümetten parti genel merkezlerine kayar. Parti başkanları hükümete girmeyebilir. Kararlar parti liderleri arasında alınır. Uzlaşma arayışı ve her an hükümetin bozulması olasılığı siyasi gündeme renk verir. Diğer taraftan, uzlaşma ile alınan kararların toplumsal desteği daha geniş halkalara yayılır. Bu sayede bazen zor reformlar daha iyi başarılır. Bu modelin tipik örnekleri Belçika, Hollanda, Lüksemburg, İsviçre, İtalya, Almanya ve Danimarka gibi ülkelerde gözlemlenir.

 3. Yarı-başkanlık rejimi: Fransa’da De Gaulle için 1958’de tasarlanan sistem (bazı ayrıntıları burada). Klasik parlamenter demokrasinin üzerine, bir de halkın seçimiyle bir cumhurbaşkanı iktidara geliyor. Başbakanın tayininden, meclisin lav edilmesine, yasaları veto hakkından, dış politikaya uzanan geniş yetkileri var. Tabii Cumhurbaşkanı karşısında mecliste güçlü bir muhalefet çoğunluğu varsa, o durumda hükümet ile cumhurbaşkanı iktidarı paylaşıyor (“co-habitation”). Fransa modeli yarı-başkanlık rejimine en çok yaklaşan diğer Avrupa ülkeleri Polonya ve Romanya. Ayrıca, Avusturya, Portekiz ve Finlandiya gibi bazı ülkelerde de seçimle işbaşına gelerek değişik derecelerde anayasal yetki sahibi olan cumhurbaşkanları var. 

Tercih zamanı 

Demokrasilerde üç temel erk olan yasama, icraat ve yargının yetkileri ve dengeleri öncelikli konu fakat başka etkenler de önemli. Topluma karşı “saydamlık” ve “hesap verebilirlik” iki seçim arasında kalan dönemin temel demokratik özellikleridir. Ülkenin hayrınadır böyle olması. 

Ekonominin işleyişinde başta merkez bankası olmak üzere bankacılık, sermaye piyasaları, telekomünikasyon, rekabet, enerji, eğitim, kamu alımları gibi alanlarda farklı derecelerde de olsa bağımsız denetleyici veya uygulayıcı kurumların varlığı yüksek nitelikli bir demokrasi için şart. 

Ayrıca parti dışı ve içi muhalefet, medya, sivil toplum, sendikalar ve özel sektör gibi aktörler hiç bir iktidarı denetimsiz bırakmamalı. Tam tersine, karar alma süreçlerinde toplum ile etkileşim içindeki iktidarlar daha kaliteli ve etkili politikalar üretir; daha başarılı icraat mümkün olur. Üstelik artık muazzam teknolojik ilerleme çağındayız. Fiziksel ve siber dünyaların giderek içi içe geçtiği, bilgiye ulaşımın, gündemdeki politikalar için veri teyitlerinin, etki analizlerinin ve de maalesef dezenformasyonun siyasette belirleyici önem kazandığı bir devirdeyiz. Dördüncü sanayi devrimi ötesinde bir yeni toplum arayışı söz konusu. Sürdürebilir Kalkınma Amaçları da bu yönde iyi bir hareket alanı oluşturuyor. Demokrasiler de uygarlığın evrimini takip etmeli, ilerlemesinin önünü açmalı. 

Sonuçta, Türkiye gibi kaliteli ve hızlı ekonomik büyüme zorunluluğundaki bir ülkede rejimin niteliği önemli. Demokrasi ve ekonomi, hukuk ve kalkınma etkileşimi bariz. Peşi sıra koalisyon hükümetleri siyasal belirsizlik, uzayan tek parti dönemleri ise aşırı merkeziyetçilik tetikleyebiliyor. Seçilmiş bir cumhurbaşkanı ise kendi başına ne mutlak olumlu, ne de olumsuz bir seçenek. Mesele “başkanlık” veya “başkansızlık” değil, iyi bir anayasal düzen. Toplumun çoğulcu dokusu ve  kaynaklarını kalkınma enerjisine dönüştürebilen akıllı bir anayasal düzen. Aksi yönde gelişen “başkancılık” ise, bir milletin yeteneklerine, basiretine ve onuruna hakarettir. 

Önemli olan teoride ve pratikte demokratik bir anayasa. En iyi demokratik modelin asıl odağı her zaman vatandaş; “insan”. Yani özgürlük ve hukuk. Ve de güvenlik, eğitim, kültür, doğa, yaratıcılık, girişimcilik, sosyal haklar ve toplumsal sorumluluk. 

Cumhuriyetimiz ikinci yüzyılına en çetin demokrasi sınavı ile giriyor. 

Sonuç her nasıl olacaksa, etkileri sınırları aşacak, dünya demokrasi tarihine yeni sayfalar eklenecek.

Sonra da dilerim, yüzyıllık deneyimlerden süzülerek, 21. yüzyılın etkili, yaratıcı, ilerici bir anayasa modeli uygarlığımıza armağan olacak.

Yazarın Diğer Yazıları

Geleceğin harabeleri ve hayalleri

Bu da geçer ya hû. Önemli olan tarihin akışını görebilmek, zamanı hissedebilmek. "Boşlukta bir noktayız, uzayın ve zamanın sonsuzluğunda trilyonlarca galaksi var." Bu doğru. Diğer taraftan, bu gerçek bizi şimdiki zaman ve mekânda etkisiz bir yaşam türüne dönüştürmemeli

Burjuvazi, ekonomi ve demokrasi

Sanayi devrimleri burjuvazinin toplumsal rolünü hep yukarıya çekti. Fakat artık mevcut kapitalist sistem kendi yarattığı demokrasiyi ve uygarlığın gezegen doğası ile uyumlu yaşamını tehdit eder hâle geldi