Memleket filim setlerini aratmıyor. Ne yazsam diye sıkıntı duymak olanaksız. Hatta yeni yayın dönemiyle başlayan onlarca televizyon dizisinin senaryolarındaki birbirine benzerlik yanında memleketteki yaratıcılık üst düzeyde. Ama maalesef şiddet, korku, cinnet senaryoları ön planda. Artı 18 yaş sınırında sokaklarımız. Son on gün içinde olanlardan iki başlık seçtim.
Şort giymenin kadına şiddeti mazur gösterebileceği bir toplum olmanın kıyısındayız. Saldırının toplu taşım aracında olmuş olması, çok tanıklı, kayıtlı görüntülü ve olanlara sessiz kalmayan bir kadının çığlığı ile olanlardan haberdar olabildik. Sosyal medya, haber kanalları konunun üzerine gitmeye devam edince ancak yakalanabilen ve ona rağmen ilk sorgu sonrası serbest bırakılan bir suçlunun, hukuk karşısında mağduru nasıl mağdur etmeye devam ettiğini gördük. Sonra saldırının kendisi için değil de ifade şekli ile ilgili tekrar gözaltı kararı yüreklerimizi ferahlattı. Toplum haliyle ikiye bölündü. Klasik olarak herkes tarafını seçti. Giyim tarzı tartışıldı, tahrik unsuru olmak ile kadın suçlandı, dini duygular okşandı, mağdur sesini çıkardığı için duygusal olarak hırpalandı. Az kaldı suç işleyen kahraman ilan edilmek üzereyken Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Betül Sayan Kaya aklı başında bir açıklamayla kadının yanında tavır aldı, bölmeden, kaşımadan. Çünkü hatırlayalım aynı bakanlığın, eski kadın bakanı Ensar Vakfı’nda çocukların taciz edilmesi sonrası açıklamaları ile kanımızı dondurmuştu. Sonra ‘fısıldasaymış, mırıldansaymış ama vurmasaymış iyiymiş’ tarzındaki açıklamaları artık kulaklarımız duymak istemedi. Gönlümüz dayanmıyor, erkek egemen toplumda okumuşun da, okumamışın da konu hakkında derinlerde nasıl ilkel duygulara sahip olduğunu görmeye. Gözün görmediğine gönül katlanıyor ve kadına, çocuğa şiddet, taciz evlerde, sokaklarda, okullarda, yurtlarda, iş yerlerinde, nefes aldığımız her yerde devam ediyor. Susuyoruz, yutkunuyoruz.
İkinci olay gene bir toplu taşıma sisteminde, onlarca kişinin gözü önünde yaşandı, kayıtlara geçti. Ve bir sürü cana kıymak üzere yapılmış bir saldırıydı benim kanımca. Nice’de kamyonla kalabalığın içine giren teröristten bir farkı yoktu, şoföre metrobüsü kullanırken saldırılması. Çünkü beynine bir parça oksijen gidebilen herkes bilir ki hareket halindeki aracı kullanana yılan bile dokunmaz. Arada atasözleri duruma göre modifiye edilebilir. Saldırgan da, şoför de ayrı ayrı sorumlu olanlardan ama o anda, o metrobüste olanlarla, yolda araçlarının içindekilerle, durakta bekleyenlerle yani ‘o anda orada olan herkesle’ bu iki sorumsuzun nasıl ortak kaderleri olabilir? Şaşılası tesadüfler gibi de görünse bu toplumda bizler eğitimsizden kaçamıyor, saklanamıyoruz; umulmadık anlarda sobeleniyoruz. Tüm toplum belli bir kültür ve eğitim seviyesine ulaşmadan hepimiz risk altındayız. İyi okullarda okumak ya da çocuklarımızı okutmak, sitelerde saklı yaşantılarla günümüzü kurtarmak, sanata sığınmak, kitaplarla avunmak ne yaparsak yapalım bir gün aklına gelmeyen şekilde bir anoksik beyinlinin (kötü söz yazmayacağıma kendime söz verdim. O yüzden tıbbi terim kullanıyorum; beynin çalışmama durumu diye açıklayabilirim) görünmez, tesadüfi hedefi olabiliriz.
Yazarken aklıma gelen okul servisi şoförlerinin densizliklerini ve mafya vari hesaplaşmalarını da satır arası yazayım. Çocuklarımızı bunlara nasıl emanet edebiliyoruz? Kimler sorumluluk alacak konuyla ilgili merakla bekliyorum.
Ne zaman bu hale geldik? Bundan daha kötüsü olamaz... Yok artık... İnanamıyorum, hadi canım... Bence her şeyin mümkün hale geldiği bir toplumdayız. Değerlerin dibe vurduğu, adalet duygusunun insanın içinde tükendiği (hukuk devleti kavramından vazgeçtim artık), vicdanların sızlamadığı, akıl tutulmasının fezaya ulaştığı, delirmişler ülkesinden bildiriyorum. Bizi bize anlatıyorum, keşke o tekmeleri atabilenlerin eline de bu yazılanlar ulaşabilse, oradan hücrelerine nüfus edip, biraz mutasyonla (değişim) medeni insana dönüşebilseler. Elimdeki sihirli değnek kelimeler ve onlarla dünyayı değiştiremediğimi çok iyi biliyorum. Belki sadece yazanın dünyasını değiştirip, karartabiliyor. Yazar Aslı Erdoğan cümlelerini 19. Ağustos’tan beri duvarların içinden yazıyor. Unutmayalım.
Gene de, her şeye rağmen iyi pazarlar olsun mu?