03 Ocak 2016

Ülke Dance Macabre’a kesti, neredesin çiftetelli?

Sabahlara karşı uzun namlulu, maskeli adamlar giriyor evlere...

Hatırlanırsa, geçen yılın Ocak ayında Erdoğan, Kobane’nin kurtuluşu için bir hayli içerlemiş, “Kobani söz konusu olduğunda dünya ayağa kalkıyor … Bugün bakıyoruz çiftetelli oynuyorlar…” demişti. Bugün ise ülke Dance Macabre’a (ölüm dansı) kesmiş durumda. Devletin başındaki çiftetelli sözünü ağzına aldığından bu yana tam bir yıl olmuş. 

Bir oyun havası olan çiftetelli, Anadolu kültüründe ironik bir anlama sahip. Zira vahim durum içinde bulunmalarına rağmen, bundan bihaber olanları aşağılamak için yakıştırılan bir eylem olarak da biliniyor. Çünkü oldukça ritmik; buna kalkışan kişinin vücudunun omuz, gerdan, göbek gibi belli başlı uzuvlarını aynı anda titretmesi gerekiyor. Ama çok da eğlenceli, aşağılanması bu yüzden. Bu dans için mutlaka hedefe ulaşmış olmak, belirgin bir sevinç, neşeli bir ruh hali… gerekiyor. 

 

Kar altında yatan çocuk ölüleri 

 

Peki, Anadolu halklarının bünyesine kazınmış olan çiftetelliye ne oldu? Değil gerdan kırmak, niye elimizi bile kaldıramaz haldeyiz? Birileri bize -alay etmek için de olsa- artık neden “şunlara bak çiftetelli oynuyorlar” bile demiyor? Kar altında üşümüş çocuk, kadın, yaşlı, genç ölüleri yatıyor. Yeni yıla havai fişekler yerine, gaz bombalarıyla, kurşunlarla, baskınlarla, tehditlerle, korkuyla… girdik. Geceler deyince artık uyku gelmiyor akla. Yağan kar ise aklımıza sadece kar maskelerini getirirken, yanan yüreklerimizi ise hiçbir kar söndüremiyor. Sabahlara karşı uzun namlulu, maskeli adamlar giriyor evlere. Hayatının baharında gencecik kadınları, erkekleri yataklarında öldürdükten sonra…

Çiftetelli devletin başı tarafından ağza alınıp kirlendiğinden bu yana çocukları da ikiye böldüler. Korunmaya, güvene, bakıma, ilgiye, sevgiye, şefkate, özene, hoşgörüye… en çok ihtiyacı olan insanın çocukluk hali iki tür olarak inşa edildi. Yaşadığımız ülkede çocuklar artık, bunlara layık görülenlerle, görülmeyenler olarak karşı karşıya getirilmiş durumda. Yoksul Kürt çocuklarının çocuk olmadıklarını kafalarına nişan alınarak öldürüldüklerinden bu yana öğrendik ya, bu bilgiyle baş etmenin yollarını arıyoruz. Ailemizde, yakınımızda, çevremizde gördüğümüz her yaştan çocuğa başka bir gözle bakarak ne olduklarını test etmemiz gerektiğini kim söylüyor bize?

Yağıp yağıp da ulaşımı engelleyen karlar yüzünden kapanan okullar için yapılan haberlere yazıklandığımız dönemler üzerinden ne kadar zaman geçti? Şimdi okulların kara tahtalarında tebeşir yerine uzun namlularla nefret yazılıyor. Meğerse kar değilmiş okulların yollarını kapatan. Boş yere öfkelenip “Doğu’daki” çocukların mahrumiyetine üzülmüşüz. 

 

Güç kötüye kullanılırsa…

 

“Doğu’ya” gidemeyen vinçlerde, kar kazıma araçlarında, ambülanslarda… değilmiş suç. Devletin yetersiz olanakları değilmiş. Bütün suç güçte, gücün kötüye kullanımında, şiddetteymiş. “Şiddet araçlarının teknik gelişimi artık öyle bir noktaya geldi ki, hiçbir siyasal amaç, insan aklının sınırları içinde, bu araçların yıkıcı potansiyeline denk değildir; ne de silahlı çatışmalarda bu araçların fiilen kullanımını haklı kılabilir” diyor Hannah Arendt, Şiddet Üzerine adlı çalışmasında. 

Peki, biz tüm bu olup bitenleri seyredip bön bön bakarken, aklımızı hangi meşru durumlara havale ederek koruyoruz? Cizre, Sur, Derik, Nusaybin… yaşadığımız yerlerden ne kadar uzak? Şiddetin bütün mesafeleri yok saydığını, kurşunların hızlılığına hiçbir uzaklığın dayanamadığını anladığımızda çok geç olmayacak mı!? Şiddet hayata geçmek için taraftar(lar)a ihtiyaç duyuyorsa eğer, hangi tarafta olduğumuzu bilmek zorundayız.  

Zaten Arentd’in de Hitler’in insanlığı uğrattığı büyük yıkımın ardından yaptığı derin saptama bunu yeterince kanıtlıyor. “Bütünüyle şiddet araçları temelinde ayakta duran bir hükümet şekli aslında hiç bir zaman var olmamıştır. Çünkü egemenlik aracı işkence olan totaliter yönetici bile, iktidarı için tabana ihtiyaç duymaktadır. iktidar her zaman sayılara ihtiyaç duyar… Çoğunluk egemenliğinin yalnızca demokraside işlediğini varsaymak masalsı bir yanılsamadır. Tek başına bir bireyden başka bir şey olmayan kral, toplumun genel desteğine, başka hükümet biçimlerinde olduğundan daha fazla ihtiyaç duyar. Tiran, yani herkese karşı yöneten tek kişi bile, sayıları kısıtlı olsa da şiddet işinde yardımcılara ihtiyaç duyar.” 

Bir kez daha yinelemekte fayda var; biz hangi taraftayız? Yirmibirinci yüzyılın ilk çeyreğinde şiddet ve ölüm yaşadığımız topraklarda gezinirken nereye bakıyoruz? Mezarlarından kalkan ölülerin boğularak, aşağılanarak yok edilen neşeli ritimlerimiz yerine kendi ölüm danslarını yaptıklarını gerçekten de görmüyor muyuz?

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Ahoo Daryaei’nin molla rejimiyle dansı

Molla rejimi karşısına saçlar ve çıplaklık şeklinde iki öldürücü silah doğrultan Daryaei, kıl ve tüye takanların ezberini de bozmuş oldu. Öyle ki İran’da kadının asıl miladı Ahoo Daryaei ile şimdi başladı

Çok Narin yerlerde geziniyoruz şimdi!

Narin en güvenli, en kutsal sayılan (aile) yerde yok edilmişse, biz de en güvenmemiz gereken yerde yaşamak ya da yok olmak gibi iki keskin durumla baş başa kaldığımız gerçeğini daha iyi anlamış olacağız

Bu nasıl bir enerji ve aynı zamanda da bir sinerji!

Sürreal bir filmle karşı karşıya olduğunu sanabilir izleyenler, zihin yanılabilir bunca akıl sır ere(meye)cek durumlar(lar) karşısında

"
"